PKK Lideri Öcalan’ın, su etrafında halkları özgür, demokratik ve eşit bir sistemde buluşturma paradigması, şimdiye kadar dillendirilmeyen yepyeni açılımlar sağlıyor Ortadoğu’ya. Filistin ve Kürt halkı benzer saldırılar altında acı çekerken, suya erişim de bu kuramla mümkün
Yusuf Gürsucu
İsrail’in Gazze saldırısı sürerken, binlerce insan çoluk çocuk kadın demeden katliama uğruyor. Diğer yandan Türkiye Rojava’da Kürtlerin özgürlük mücadelesini engellemek adına bombalamalarını sürdürüyor. Ortadoğu’da Filistin ve Kürt halkları baskı ve saldırılara karşı direnirken, saldırıların ardında kapitalizmin enerji kaynakları ile ulaşım yolları üzerinde hakimiyet kurma gerçeği duruyor. Savaş halklar arasında düşmanlığı körüklerken, enerji kaynaklarına çökmek isteyenler aynı eksende su kaynaklarını da kontrol altına alıyor.
Saldırılarda paralellik!
İsrail Gazze’yi susuzluğa mahkum ederken, diğer yandan Türkiye de Rojava’ya dönük olarak suyu bir silah gibi kullanıyor. İran da benzer uygulamlarıyla Irak’ta Kürt halkının suya erişimini inşa ettiği barajlarla engelliyor. Mısır, Etiyopya ve Sudan arasında ‘su’ savaşının başlama olasılığı ise artarken, emperyalistlerin ateşleyeceği işaret fişeği ile yeni bir savaş cephesi kapıda bekliyor. İsrail’in Akdeniz ekosistemini yerle bir edecek olan derin deniz doğalgaz çıkarma girişimleri sürerken, Gazze’nin işgal adımları buna bağlı olarak ilerliyor. Bu süreçte Türkiye ile İsrail enerji alanında işbirliği yapma ve İsrail’den Avrupa’ya taşınmak istenen doğalgaz için boru hattı inşa etme konusunda mutabakata varıyor. Rojava ve Filistin halkları benzer koşullarda yaşama tutunmaya çalışırken, her iki halka dönük süren bombalamalarda paralellik ise dikkat çekiyor.
Öcalan’ın önerisi
İsrail’in Gazze ile birlikte Lübnan ve Suriye’ye yönelik planları deşifre edilmeye ve İsrail’in Golan Tepeleri’ni kalıcı olarak işgal etme hedefi ile saldırıların Lübnan’ı da içine alarak genişletileceği saklanamıyor. Halklar ise birbirine düşmanlaştırılıp kapitalizmin planlarına yedeklenmek istenirken, Ortadoğu halklarının tek kurtuluş yolu olan ‘kardeşliği’ ortaya çıkarabilecek politikalar tartışma dışı kalıyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu için önerdiği ‘Demokratik Konfederalizm’ kuramının hayat bulma koşulları ise giderek olgunlaşmaya başlıyor.
Demokratik Konfederalizm!
Abdullah Öcalan, “Ortadoğu ve hatta bütün dünya halkları için geçerli çözüm demokratik konfederalizmdir. Demokratik konfederalizm devlet olmayan, demokratik ulus örgütlenmesidir” der. Bugün Filistin’e yönelik soykırıma varan saldırılara karşı hem İsrail içinden hem de dünyanın dört bir yanından tepkiler ortaya konmaktadır. Kölelik düzeninden kalma bir hayata mahkum edilmiş Filistin halkının yanında olmak yetmeyeceği gibi, Rojava’ya yönelik bombalamaların karşısında ve Rojava halkının yanında olduğumuzu açıklamamız da sorunu çözmeye yetmiyor. Filistin halkının ya da Rojava halkının yanında olmanın yegane yolu Ortadoğu’yu değiştirecek olan halkların kardeşliği ile emperyalist dayatmalara karşı demokratik ve özgür bir Ortadoğu’yu yaratmak için çaba göstermek gerekiyor.
Öcalan aydınlatıyor
Öcalan, “Gelişen modern monarşiler ve ardı sıra geliştirilen ulus-devlet, toplumun askeri ve siyasi bakımdan en güçsüz ve silahsız bırakıldığı yönetimler olarak ortaya çıkarlar. Toplumsal huzur ve hukuk düzeni denilen olgu, burjuva sınıf egemenliğinin kuruluşundan başka bir şey değildir… Ulus devletler, demokrasi ve hatta cumhuriyetin inkârı temelinde vücut kazanır… Bu durumda tek alternatif demokratik konfederalizmdir… Burada söz, tartışma ve karar topluluklarındır. Tabandan en üste kadar delegeler seçimle gelir ve tepede bir koordinasyonu oluşturur. Delegeler halkın bir yıllık memurları gibi çalışır” ifadeleri ulus devletin ne olduğunu ve buna karşı alternatif olarak ne yapılması gerektiğini ortaya koyar netliktedir.
‘Milliyetçilik 100 yılı kaybettirdi’
Öcalan Demokratik Konfedalizm kuramını ortaya koyarken, egemen güçlerin milliyetçiliği kışkırtıp bir yüzyılın kaybına yol açabileceğine dikkat çekiyor ve “Milliyetçilik bir yüzyılı kaybettirdi, bu yüzyılın da kaybolmaması için demokratik konfederalizmi tabandan örgütlemek gerekir. Konfederalizm sınırları yıkmak değil, köprü yapmaktır… Ulus-devlete dayalı BM iflas etmiştir. Irak sorunu bunu ortaya serdi. 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan çözümsüzlük Körfez, Irak ve Afganistan’ın durumu ortada. BM çaresiz… Herkes 1929 büyük dünya bunalımından devrimler beklerken, yükselen faşist dalganın halen etkisini sürdürdüğü unutulmamalıdır” diye ekliyor. Faşist dalganın Türkiye’de ve İsrail’de hayat buluyor olması yeni bir paradigmaya olan ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır.
‘Milliyetçiliğin panzehiri’
Öcalan, siyasal İslamın son iki yüz yılda ulus-devlet oligarşilerini maskeleyen bir milliyetçilik ideolojisi olduğuna işaret ederek, “Demokratik konfederalizm milliyetçiliğin panzehiridir… Ortadoğu’nun ağırlaşan tarihsel ve toplumsal sorunlarının çözümü için de demokratik konfederalizm sistemi geçerlidir. Kapitalist sistem ve emperyal güçlerin dayatmaları demokrasiyi geliştiremez, ancak demokrasiyi istismar edebilir. Demokratik Konfederal sistemde tabandan gelişen demokratik seçeneği egemen kılmak esastır” diye belirtmektedir. Bu yaklaşımlar Ortadoğu’da kesintisiz süren milliyetçiliğin İslam’la süslendiğini ortaya koymaya yeterken, Demokratik Konfedaral bir bölge oluşturulmasıyla; hem insan, hem diğer canlılar ve topraklar ile suların özgür olduğu bir Ortadoğu’yu yaratmak mümkün olabilir.
Dicle-Fırat Su Komünü
Abdullah Öcalan’ın, su etrafında halkları özgür, demokratik ve eşit bir sistemde buluşturma paradigması, şimdiye kadar dillendirilmeyen yepyeni açılımlar sağlıyor Ortadoğu’ya. Şu değerlendirmeler Ortadoğu’nun bir halklar bahçesi olmasının şifrelerini içeriyor: “İlk adım olarak Dicle-Fırat Tarım-Su-Enerji Komünü’ne gitmek hem tarihselliğin, hem toplumsallığın bütünsel gelişimine uygun bir yanıt olabilir. Bu birlik olduğunda tarihsel toplumun mucizeler yarattığı, tüm kutsallıkların beşikliğini yaptığını bilmekteyiz. Bu komünün ekolojik, ekonomik toplumun gelişiminde yeterli bir temel sağlayacağı, güçlü bir potansiyel oluşturacağı açıktır. Bu ekonomik komünal modelle birlikte toplumun her alanında benzer komünler geliştirmek mümkündür.”
Halklar su birliği kurabilir
Öcalan, halkların Ortadoğu’da su birliği kurulabileceklerine işaret ederken; İsrail, Türkiye ve İran suya hakim olup halklar üzerinde baskı aracına dönüştürüyor. Diğer yandan Ortadoğu’da büyük bir susuzluk yaşanırken, bu durum kısa sürede bölgeyi yaşanmaz bir yer haline getirecek. Halkların Demokratik Konfedaral bir yapı ile su kardeşliği etrafında Ortadoğu’da yeni bir gelecek kurmalarının önünde tek engel, arka planda enerji tekellerinin yönettiği ulus devletlerdir. Su üzerinden yaşanan gerginlikler, yakın bir zamanda savaşları tetikleyecek. Türkiye’nin GAP projesini hayata geçirirken bu projeden beklentisi enerji üretmekten çok alt havzada yaşayan halklar üzerinde baskı kurma hedefi olduğu biliniyor.
Dicle ve Fırat suları silah oldu
Sınır aşan en önemli nehirler olan Fırat ve Dicle sularıyla ilgili olarak, Irak ve Suriye ile Türkiye arasında 4 adet anlaşma yapılmış ve hiçbir sorun yaşanmadan 1960 yılına gelinmişti. 1960’tan sonra Keban Barajı’nın yapım sürecinde Irak ve Suriye tarafından talep edilen su için geçici anlaşmalar hayata geçirilememiş ve 70’lere gelindiğinde ise sürdürülen görüşmelerde Keban’la ilgili anlaşmaya varılamamış ve Keban Barajı’nın dolum programı Türkiye tarafından tek taraflı olarak uygulanmıştı. 80’li yıllarda sınır aşan sularla ilgili Irak’la bir teknik komite oluşturulurken, Suriye bu komiteye 83 yılında katılmıştı. Sonrasında yapılan toplantılarda geçici anlaşmalar dışında soruna kalıcı çözüm üretilmedi. Türkiye, 1990 yılında Atatürk Barajı’nda su tutmak amacıyla Fırat Nehri’nin suyunu bir aylığına aldığı tek taraflı kararla su dolum sürecini başlatmıştı. Bu nedenle o yıllarda Irak ve Suriye ile ciddi krizler yaşanırken, sorun halen çözülebilmiş değil.
Sınır aşan sular
Ortadoğu ve dünyanın birçok bölgesinde yaşanan emperyalist saldırılarda ilk hedef her zaman su kaynakları olmuştur. Bunun temel nedeni ise halkları teslimiyete zorlamak için öncelikle insanların susuz ve aç kalmasını sağlamak istemeleridir. Bunun en yakın örneği Irak’a yönelik ABD’nin başını çektiği emperyalist saldırılarda yaşanmış ve halen Irak, su altyapısını yenilemeye çalışmaktadır. Kendi yatağında milyonlarca yıldır akan su, bugün sınır aşan sular biçimindeki yaklaşımlarla üzerinde sahiplik oluşturulmuştur. Ülkelerin topraklarından doğan ya da topraklarından akıp geçen suya çizilen sınırlar, ülkeler arasında sorun olmuş ve bugün de sorun olmaya devam etmektedir.
PKK karşıtlığı ile su anlaşması
Ortadoğu’nun en önemli su kaynaklarından olan Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye’nin akarsu potansiyelinin yaklaşık yüzde 30’una sahiptir. Suyun bölgede bir silah olarak işlev görmesi günümüzde de sürmektedir. Su, Suriye’ye karşı Türkiye tarafından tehdit olarak kullanılmış ve yapılan protokollerle PKK karşıtlığı üzerinden anlaşma yapılıp Suriye’ye Fırat Nehri’nden saatte 500M3 su bırakılma anlaşması imzalanmıştı. Diğer taraftan İran, Süleymaniye’yi besleyen Sirvan Nehri’nin akış yönünü değiştirerek barajlar kurarken, Türkiye de aynı yöntemle ‘sınır aşan’ sular olarak nitelenen Dicle ve Fırat suları üzerine kurduğu devasa barajlarla suyun alt havzaya akışını azaltarak bir baskı aracı olarak kullanmayı Kürtler üzerinden sürdürmektedir.
Rojava’ya su şantajı!
Suriye’de Rojava özerk bölgesine dönük Türkiye’nin uyguladığı su politikalarıyla Fırat Nehri bir silah ve baskı aracı olarak kullanılıyor. Yapılan anlaşma ile Suriye’ye salınması gereken saniyede 500 metreküp su 200 metreküpe düşürülmüş durumda. Su kesintisi Kuzey ve Doğu Suriye’nin Fırat kıyılarına yakın bölgelerde özellikle yaz mevsiminde yapılan sulu tarım ve hayvancılığı bitirme noktasına getirmiş durumda. Bu baskı su idarelerinin ve elektrik santrallerinin bombalanmasıyla genişletilirken, amaç Kürt halkının özgürlük mücadelesini yok etmektir. Diğer yandan Kürt coğrafyasında Dicle ve Fırat’ı besleyen akarsularla birlikte baraj miktarı 100’e yaklaşmaktadır. Kürt çiftçisinin suya erişimi sağlanmazken, çiftçiler yeraltı suyuna mahkum edilerek DEDAŞ zulmü altında büyük bir baskıya maruz bırakılmaktadır.
İsrail Gazze’de su bırakmadı
Filistin halkının hapsedildiği bölge ile İsraillilerin arasında inşa edilen devasa duvar aynı zamanda Filistin halkının gıdaya ve suya erişimini imkansızlaştırmayı amaçlayan bir duvardır. Filistin halkının yaşamaya zorlandığı bölgede su kaynağı bırakılmadı. Yeraltı su kaynaklarının tamamını ise İsrail kontrol ediyor. Arap Birliği’nin hazırladığı bir raporda İsrail’in Filistin su kaynaklarının yüzde 85 ini kontrol ettiğinin tespiti yapılmış. Yeraltı suyu çıkarmak ise izne tabi ve bu nedenle de Filistinlilerin kuyu açması “yasak”. İsrail kontrol ettiği suları da ele geçirdiği bölgelere ve “medeniyetin” göstergesi sayılan yeşil çim alanlara aktarıyor ve el koyduğu Filistin topraklarındaki suyu ticarileştirerek Batı Şeria’daki belediyelere satıyor.
Filistin İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; Filistinliye her türden ihtiyacı için (tarım, temizlik, içme vb.) günlük 100 litre su, Yahudi yerleşkelerinde yaşayanlara ise günlük 900 litre su ayrılmış. Bu rakamlar Batı Şeria bölgesi için geçerliyken, bombalamalarla yerle bir edilen Gazze’de ise insanlar susuzluk nedeniyle böbrek vb. birçok hastalıkla boğuşmakta, temizlik ve tarım amaçlı suya ise erişememektedir. Diğer yandan Golan Tepeleri’ni işgal altında tutan İsrail bölgeyi tamamen ele geçirmeye çalışırken, bölgede bulunan suya tek başına el koymak istemektedir.
Etiyopya, Mısır ve Sudan’ın su gerginliği
Etiyopya’nın, Nil Nehri sularının yüzde 85’ini sağlayan kolundan biri olan Mavi Nil’in yatağı değiştirilerek inşa edilmeye başlanan Hedasi Barajı’yla ilgili bölge ülkeleri arasında nehrin sularının kullanımı konusunda anlaşmazlıklar giderek derinleşiyor. Etiyopya, Nil Nehri üzerine inşa edilen devasa barajda 21 Şubat 2022’de elektrik üretiminin başladığını duyururken, Mısır ve Sudan’la anlaştıkları açıklaması yapıldı. Ancak Mısır Dışişleri Bakanlığı Hedasi Barajı’nın doldurulması konusunda Etiyopya ile anlaştığı iddialarını yalanladı. Geçtiğimiz Eylül ayında ise barajın tamamen doldurulduğu Etiyopya tarafından duyuruldu.
2011 yılında Mısır’da ‘Arap baharı’ yaşandığı koşullarda Etiyopya tarafından başlanan Hedasi Barajı’nın 5 milyar dolarlık maliyet finansmanının büyük kısmı Çin bankalarından karşılanırken, diğer kısmı ise Avrupa Yatırım Bankası, Dünya Bankası ve Afrika Gelişim Bankası’ndan sağlandı. Diğer yandan Hedasi Barajı’nda 76 milyar m3 su hapsedilirken, Mısır’ın barajdan kaynaklı olarak 25 milyar m3 su kaybına uğrayacağı vurgulanmıştı. Nil üzerine Mısır’ın inşa ettiği barajlarda ise elektrik üretiminin 40 düşeceği belirtilirken, tarım ve içme suyunun neredeyse tamamını Nil Nehri’nden karşılayan Mısır’la Etiyopya arasında sorun çıkmaması neredeyse imkansız. Sorunun zamanını ise emperyalist devletlerin tetiğe basacağı gün belirleyecek!