İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden olan Türkiye’nin ikiyüzlü siyaseti yeni değil. AKP ve Ankara’yı asıl ilgilendiren Filistinlilere ne olduğu değil, İslami duyarlılığı olanları hamasetle uyutmak, Rojava’ya yönelik saldırılarına halel gelmemesi
M. Ender Öndeş
Türkiye’nin Rojava’da sivil alt ve üst yapıyı hedef alan saldırıları devam ederken, 7 Ekim’de HAMAS ve Filistinli örgütlerin İsrail’e karşı başlattığı saldırının ardından İsrail soykırım harekâtıyla yanıt verdi. Birçok kişinin gözden kaçırdığı ayrıntı ise, bütün bu olanların aslında Tayyip Erdoğan açısından ‘tatsız’ bir zamana rast gelmesiydi. Olup bitenlerin zamanlaması, AKP iktidarı açısından hiç ‘uygun’ değildi ve taraftarlarını tekbirli gösteriler için sokağa salan Erdoğan’ın kendisinin oldukça ‘mülayim’ davranması, o bilinen hamaset dilini kısmen azaltarak ‘itidal’ gibi kavramlara yönelmesi de bunu gösteriyor.
7 Ekim’den itibaren bütün Ortadoğu’ya genişleme eğilimi gösteren savaşın daha birkaç hafta öncesinde Türkiye, İsrail ile yeni bir ortaklık arayışındaydı. Eylül ayında BM Genel Kurulu için New York’ta bulunan Erdoğan ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ilk kez yüz yüze bir araya gelmiş ve Erdoğan basına yaptığı açıklamada, Türkiye ve İsrail’in Doğu Akdeniz’de ortak enerji sondajı yapacaklarını, ayrıca Türkiye’den Avrupa’ya enerji nakil hatlarını işletmeye başlayacaklarını söylemişti.
Erdoğan, daha sonra da, “İsrail’in kaynaklarının Avrupa’ya taşınması konusunda arayışta olduğu da herkesin malumu. En akılcı rota ise Türkiye üzerinden bu kaynakların Avrupa’ya ulaştırılması. Bunu son görüşmemizde de ele aldık, çalışmalara başladık. En kısa sürede gerek Türkiye’de gerek İsrail’de yapacağımız görüşmelerde rota, takvim ve sondaj alanları gibi ayrıntıları da netleştiririz” demişti.
Bütün bunlar, Türkiye’nin Suudilere ve Mısır’a, Mısır ve Suudilerin İsrail’e gösterdiği özel yakınlaşmalara da uygun gibi görünüyor, İsrail basını da bu ilişkiyi överken, böylece bölgede bir zemin kazanılacağı vurgusunu yapıyordu. Ayrıca Rojava’da tam da Gazze’dekine benzer ağır saldırılar yaparken, İsrail-Filistin çatışmasının patlak vermesi, Kürt hareketine yönelik yeni saldırı hedeflerini gölgeleme, sekteye uğratma endişesi yarattı Ankara’da. “İtidalli” dilin gerisinde yatan asıl gerçek buydu.
Onlar hep kardeşti
Esasında bütün bunlar, arada sırada ‘One Minute’ şovları yapılarak bölge halklarına şirin görünmeye çalışsa da, Erdoğan’ın başından beri uyguladığı İsrail’e yaklaşma politikalarıyla uyumlu. Dahası, bu politika da, dünyada İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olarak Al-Nakba felaketinin ortağı olan Türkiye’nin 60 yıldır güttüğü ikiyüzlü siyasete de uygun. 1950’lerden beri İsrail-Şah İran’ı ve Türkiye’nin komünizme karşı ABD’nin bölgedeki ileri karakolu olarak görüldüğü ve ekonomik ilişkilerin de ötesinde ‘Trident’ (üç uçlu mızrak) adı altında MOSSAD, MİT ve SAVAK’ın beraber çalıştıkları bilinen olgular. Zaman zaman krizler yaşansa da bu ilişkiler hep sürdü.
2002’den bu yana İsrail-Türkiye ticaret hacmi son 20 senede yüzde 532 artış gösterirken ‘Mavi Marmara’ benzeri krizler bile bu ilişkiyi bozmadı. ‘İşgalci terör devleti’ gibi laflar edilirken ilişkiler tam gaz devam ediyordu
Ticaret başka şey
AKP iktidarının, ayırt edici özelliği, bir yandan İslami soslu edebiyatını sürdürürken, diğer yandan İsrail’le ekonomik/ticari/askeri ilişkileri zirveye taşıması oldu. TÜİK özel ticaret sistemi verilerine göre AKP iktidarının başladığı 2002 yılında Türkiye’nin İsrail’e ihracatı 861,4 milyon dolar; İsrail’den ithalatı ise 544,5 milyon dolar idi. 2022’de ihracat 6,74 milyar dolara yükselirken ithalat da 2,17 milyar dolara çıktı. Ticaret hacmi de 1,41 milyar dolardan 8,91 milyar dolara ulaştı ve 20 senede yüzde 532 artış gösterdi. 2022 itibarıyla İsrail Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 10. ülke konumunda. Bu süreçler boyunca yaşanan ‘Mavi Marmara’ benzeri krizlerin bile bu ilişkileri bozmadığı çok açık. Bir yanda “İsrail işgalci terör devletidir” gibi laflar edilirken, öte yandan ticari/askeri ilişkilerin tam gaz devam etmesi, klasik AKP riyakârlığını ortaya koyuyor.
Milyarlar dönerken
Daha geçen yıl, 6 Aralık’ta Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), İsrailli bir iş heyetini İstanbul’da ağırlamış, TİM ve İsrail Ticaret Odaları Federasyonu (FICC), 60 firmadan yaklaşık 100 kişilik İsrail satın alma heyeti ile Türk ihracatçıları arasında görüşmeler yapılmıştı. Türkiye’nin İsrail’e ihracatı tüm zamanların en yüksek seviyesine 2022 Ocak-Kasımında ulaştığında, bu rekora en büyük katkı çelik sektöründen geldi. Türkiye, 2002 yılından bu yana İsrail’e en çok çelik ihraç eden ülke konumunda. Yine 2023’ün Ocak ayında da İstanbul Demir ve Demir Dışı Metaller İhracatçıları Birliği (İDDMİB) Tel Aviv’deydi. İki ülke ticaretinin beş yıl içinde 15 milyar dolara çıkarılması yönünde kararlar alınırken, İDDMİB Başkanı Çetin Tecdelioğlu, İsrail’i bütün bölgeye ürün satmak için bir köprü olarak nitelendiriyordu.
1996 anlaşması: Yok yok!
Yalnızca ticaret değil, askeri alanda da geçmişten bu yana ilişkiler sürdü. Örneğin Necmettin Erbakan hükümetinin kurulmasıyla beraber, 28 Ağustos 1996’da imzalanan anlaşmada olmayan yoktu! Türk Hava Kuvvetleri’nin F-4 ve F-5 savaş uçaklarının modernizasyonu, M60A1 tanklarının 170 adedinin M-60T Sabra seviyesine yükseltilmesi. Popeye-I ve Popeye-II seyir füzelerin belli sayıda satışı ve ortak üretimi, Dalilah Anti Radyasyon Füzeleri, Heron İnsansız Hava Araçları, Arrow Füze Sistemi ve daha bir sürü şey…
Ayrıca anlaşma ile Türk ve İsrail Hava Kuvvetleri pilotlarının yılda 8 defa değişimini sağlamış, pilot eğitimi için oldukça küçük bir hava sahasına sahip İsrail pilotlarının uçuş egzersizi için Konya Atış Alanı’nda pratik yapmalarına, Türk pilotların ise İsrail’de bulunan Nevatim hava sahasında bilgisayarlı atış alanı pratiği yapmasına izin verilmiştir. Bunlar bilinen anlaşmalar. Gizli askeri anlaşmaların boyutu ise tam bilinemiyor.
Kürtlere karşı da ittifak
Krizli dönemeçler yaşansa da 1960’lardan bu yana İsrail ile Türkiye’nin “güvenlik” işbirliği pek aksamadı. 1970’li yıllarda da yürütülen istihbarat kardeşliği, 1984 çıkışından sonra, PKK güçlerinin barındığı Suriye’yi de hedefe koyan bir noktaya ulaştı. Kasım 2005 tarihli bir TESEV raporunda, “Suriye’nin PKK’ye verdiği destek Türkiye İsrail ilişkilerinin hızla gelişmesini sağlayan önemli bir işlevdi” denilirken, Eylül 1993’te ve Ekim 1994’te İsrail Emniyet Genel Müdürü Asaf Haffetz’le yapılan görüşmeler kaydediliyor. Bu süreçte, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Özel Harekât Dairesi’nin İsrail’le yaptığı anlaşmalar uyarınca, Beydağları ve Gölbaşı’ndaki kamplarda yürütülen çalışmalara İsrailli uzmanlar da katılıyor ve Şubat 1994’te Özel Harekât Daire Başkanlığı’nın talebi üzerine İsrail’den, ‘örtülü ödenekle mal ve hizmet’ alımı yapılıyordu. Meşhur ‘kayıp silahlar’ ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’a karşı suikast girişimleri o günlere denk düşüyor.
‘Sabah akşam gidip geliyoruz’
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın bir söyleşi sırasında örtülü ilişkilerin deşifre edilmesinden duyduğu rahatsızlığını ifade ederken söylediği şu sözler, ilişkiyi açıklıkla anlatıyor: “Türkiye’nin bir daha bu tür işlerden başı belaya girmeyecek mi? O zaman kim Türkiye’yle işbirliği yapacak? İsrail’den silah almışız, bazı görüşmeler yapmışız. Şimdi Türkiye ile İsrail’in arası iyi. Sabah-akşam gidilip geliniyor. Türkiye’ye ne zararı var bu ilişkilerin? Örtülü ödenekle mal ve hizmet almışız. Bu da deşifre edilmiş. Yarın buna benzer terörist faaliyetlerle mücadele için işbirliği önersek kim bize yüz verecek?”
Açık itiraflar
Yine aynı raporda, özellikle Mayıs 1997’den itibaren PKK’ye ilişkin İsrail-Türkiye bilgi akışının hızlandığı zikredilirken, Mayıs 1997’deki bir söyleşisinde şimdilerde lanetlenen Netanyahu’nun “PKK bir terör örgütüdür. Kaynaklarımız ve elimizdeki tüm olanaklarımızı paylaşmamız normal değil, şarttır. Türkiye ile bu alışverişi daha da arttıracağız” sözleri hatırlatılıyor. Aynı süreçte, İsrail Ordu Radyosu’nun 7 Nisan 1996’da yayınladığı bir haberde “Türkiye’nin İsrail’e Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca elektronik istihbarat uçuşları yapabilmesi için izin verdiği” kaydedilirken, İsrail’in Ofeq uydusu aracılığıyla Suriye ve Federe Kurdistan’daki PKK hareketliliklerine ilişkin bilgileri Türkiye’ye aktardığı haberleri de basına yansımaktadır.
Komploda İsrail payı
İsrailli yetkililerin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesine karışmadıklarını ifade etmelerine karşın, kamuoyuna yansıyan bilgiler iki ülkenin Suriye’ye uygulanacak baskı konusunda danışmalarda bulunduklarına işaret ediyor. Başbakan Mesut Yılmaz’ın Eylül 1998 BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta Netanyahu ile “baş başa” görüşmesinde “Suriye üzerine baskıyı devam ettireceğini” belirterek yardım istediği bilgisinin yanında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Haziran 1999’da yaptığı bir söyleşide, “Türkiye’nin operasyon sırasında İsrail ile işbirliği” yaptığına değinmesi de önemlidir. Nitekim bütün bu bilgiler PKK Lideri’nin çeşitli açıklamalarında da doğrulanmış ve aynı günlerde Avrupa kentlerinde İsrail karşıtı büyük gösteriler yapılmıştı.
Aynı ilişkilerin, ticari alanda olduğu kadar istihbarat alanında da bugün sürmesi, şaşırtıcı değildir. Kürt hareketine karşı herkesle işbirliğine hazır olan AKP iktidarının Gazze’den çok Amed’i önemsediği ve bütün hamasi nutukların arkasında derin ticari ve askeri ilişkilerin yürütüldüğü artık bir sır değil. AKP’nin ve esasında Türkiye’nin İsrail’le siyasi, askeri ve ticari faaliyetlerine yön veren en önemli olguların başında Ankara’nın Kürt karşıtlığı rol oynamaktadır. Gazze’den önce Rojava’nın benzer şekilde bombalanması, sonrasında Erdoğan’ın Filistin’e ilişkin “itidalli” dilinin arkasında Kürt hareketine karşı giriştiği operasyonların sekteye uğramaması hedefi yer almaktadır.
Karanlığın Lordları: Trident
Türk istihbarat örgütü MİT ile İsrail’in MOSSAD’ı arasındaki ilişkilerin inişli çıkışlı tarihi, neredeyse 65 yol öncesine kadar uzanıyor. İsrail-Türkiye istihbarat örgütleri arasındaki derin ilişki ise, 29-30 Eylül 1958’de İsrail’in ‘kurucu’ başbakanı Ben Gurion’un uçağı, ‘motor arızası’ bahanesiyle Ankara’ya gizlice indiğinde başladı. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ile Ben Gurion arasında imzalanan anlaşma, birçok şeyin yanında istihbarat alanında işbirliğini de kapsıyordu. ABD’nin ‘Komünizme karşı ileri karakol’ olarak gördüğü üç faşist rejimin istihbarat örgütleri, İran Şahı’nın SAVAK’ı, İsrail’in MOSSAD’ı ve Türkiye’nin MİT’i arasında ‘Trident’ (üç uçlu mızrak) diye anılan düzenli toplantılar ve her tür karanlık alışveriş böyle başladı. Humeyni’nin başa geçmesinden sonra ABD Tahran Büyükelçiliği baskınında ele geçirilen ve yayınlanan belgeler de bunu doğruladı.
Ekim 2013’te The Jarusalem Post’ta Yossi Melman imzasıyla yayınlanan bir makalede, Eylül 1958 toplantısı anlatılırken, şunlar söyleniyordu: “İlk toplantıda üç delegasyon, kendi ülkelerine yönelik tehditlerin haritasını çıkardı ve Sovyet komünizmi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülnasır’ın Pan Arabizmiyle ortaklaşa mücadele etmeye karar verdi. İş bölümünü kendi aralarında paylaştılar. Türk istihbaratına Libya, Tunus, Suriye ve Lübnan tahsis edildi. İsrail istihbaratı (Etiyopya istihbaratıyla birlikte) Sudan, diğer Afrika ülkeleri ve Yemen ile ilgilenmekle görevlendirilirken, İran istihbaratı Körfez ülkelerini izlemekle görevlendirildi.”
Şubat 1979’da İran Şahı Humeyni tarafından devrildikten sonra SAVAK’ın Trident’ten çıkması, MOSSAD ve MİT arasındaki ilişkiyi etkilemedi. İki tarafın istihbaratçıları yılda iki kez yapılan toplantılarda bir araya gelmeye devam ettiler. Hatta 1990’ların başında yeniden özel gizli anlaşmalar ve mutabakatlar imzalandı. 2010’larda yaşanan “MİT’in MOSSAD’ın İranlı ajanlarını deşifre etme” meselesiyle ilişkiler gerginleşse de, bugün bile ilişkiler tümden bozulmuş değil. İstihbarat örgütleri arasındaki bu tür vakaların ‘iş kazası’ olarak tanımlandığı uzun süredir biliniyor.
Tam da İsrail ile doğalgaz işleri çevirmeye hazırlanırken ve Netanyahu Türkiye’yi şereflendirecekken, Gazze’nin patlaması çok canını sıktı Erdoğan’ın. Şu anda onu katliamlar değil, bu işin bir an önce bitmesi ilgilendiriyor
Altaylar’dan Tel Aviv’e: Yılmazlar
Ahmet Reyiz Yılmaz tuhaf bir adam. Rizeli. Okullar bitirmiş; sonra inşaat işine girmiş. 1992’de İsrail’e gittikten sonra almış yürümüş. 2008 yılında İsrail’in en büyük gazetelerinden Globes’e “İsrail’deki son Osmanlı” diye kapak olmuş. 2005’te İsrail İş Konseyi tarafından “Yılın İş Adamı” seçiliyor. Bu arada, 2005’te MHP üyesi olan Yılmaz, MHP Genel Merkezi’nde görevler üstleniyor; ancak 2009 Kongresi’nde Genel Başkanlığa aday olunca gözden düşüyor. Bunun üzerine 2010’da Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti’yi (MYP) kurup genel başkanı olan Yılmaz, seçimlerde 0.09 oy alsa da yılmıyor ve 2013’te Muhafazakar Yükseliş Partisi’ni kuruyor.
Yılmazlar, uzun süre İsrail inşaat sektörünün yüzde 10 payını elinde tutuyor. Kudüs-Ben Gurion Bağlantı Köprüsü’nü, dünyanın en büyük arıtma tesislerinden Tiberias Tesisi’ni ve Tel Aviv’de 36’şar katlı iki konut blokunu yapıyor. Yılmazlar İnşaat’ın Genel Müdürü Ahmet Arık, “Tel Aviv’in kulelerinde Türk Bayrağı’nı dalgalandırmaktan gurur duyduğunu” sık sık tekrarlıyor.
Bu arada, Ahmet Reyiz Yılmaz hakkında sık sık “İsrail ajanı” iddiaları öne sürülüyor ama umurunda değil. Katıldığı bir programda Yılmaz, “İsrail ajanı olmak da kötü bir şey değildir. İsrail Yakup Peygamberin ismidir. Bu manada ilk Müslümanlardan olan Yakup Peygamberin ajanı olmak da çok kötü bir şey değildir” sözleriyle yanıtlıyor. Öyle görünüyor ki, Yılmaz, kendi muhafazakâr ideolojisi ile Siyonizm arasında bir çelişki görmüyor ya da her iki ideolojiyi birleştiren yeşil renkli kâğıtlar, sorunu otomatik olarak çözüyor.
Zorlu’nun işleri
İsrail’de iş yapan şirketler arasında en önemlilerinden biri, Zorlu Enerji Grubu. Zorlu’nun İsrail’de üç santrali var. Ramat Negev Kojenerasyon Santrali, Ashdod Kojenerasyon ve Ashdod Doğalgaz Kojenerasyon Santrali. Bir de İsrailli ortakları ile birlikte devreye aldıkları Dorad Doğalgaz Çevrim Santrali var.
Bunun dışında, Sabancı Holding Paz oil şirketi üzerinden petrol sektöründe faaliyet gösteriyor, Turkcell Hatif Mobile şirketinin yüzde 75 hissesini satın almış durumda. Kalyon Grubu ise İsrail’deki Energiya Nova firması ile çeşitli enerji projelerinde çalışıyor. Koç Holding İsrail’deki Tadiran şirketine yüzde 50 ortak olurken, Doğuş Grubu Ashdod Limanı’nda bir gemi filosunu satın almış, Anadolu Grubu ise alkollü içecekler sektöründe faaliyet gösteriyor.