Mehmet Özkan Şüküran çıkan yeni kitabı ‘Evdeki Israr’ ile ev ve yazma konularını farklı bakış açıları, güncel tartışmaları içererek okurun karşısına çıktı. Yazan ve okuyan herkesin kendinden bir parça bulacağı bu konuyu Şüküran ile konuştuk
Ahmet Güneş
Ev mefhumu insanı her daim bir düşünce serüvenine götürür. Öyle bir götürmek ki insan yerinden kovulduğunu çok sonradan anlar. Geriye dönmek artık bir hayaldir. Öyleyse insan evini terk etmeye mi mahkûmdur? Buna benzer birçok soru sorulabilir, bir yere varılabilir. Belki de sorular da cevabını ev olarak kabul etmez ve onlar da kendilerinden kaçar.
Edebiyatın daha doğrusu yazmak uğraşının çok önemli bir başlangıcıdır ‘ev’ meselesi. İnsan sürekli evini arar ve bu ev zamanla boyut değiştirip tamamen bir uğraşa hapsolabilir. Kimine göre yazmak insanın evidir, kimine göre okumaktır. Dil değiştirip insan kendi kavminin de dışına çıkıp tüm aidiyetlerden kendini azat edebilir. Tüm bu meseleler tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor çünkü kişiden kişiye, toplumdan topluma ev-yurt meselesi her zaman tartışmaya açıktır. Mehmet Özkan Şüküran da İthaki Yayınları etiketiyle çıkan yeni kitabı ‘Evdeki Israr’ ile ev ve yazma konularını farklı bakış açıları, güncel tartışmaları içererek okurun karşısına çıktı. Yazan ve okuyan herkesin kendinden bir parça bulacağı bu konuyu Şüküran ile konuştuk.
- İki şiir kitabın yayınlandı daha önce. Şimdi de deneme kitabın çıktı. Seni bu çalışmaya iten ne oldu?
Bazı yazılar ilk şiir kitabının yayımlandığı dönemde ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla epeydir masamda duran, beni huzursuz eden, böyle olduğu içinde hep gündemimde olan yazılar. Yazıların her birinin yazılma gerekçesi, kendi içinde bir bütünselliği gözetmemin yanı sıra, sorular sorduğum cümleleri, poetik olarak dert edindiğim, inandığım fikirleri paylaşma ihtiyacından doğdu. Bir de açıkçası ben okumak istediğim metni yazmak istiyorum. Bu okumak istediğim metni yazma arzum inandığım, kotarabildiğimi düşündüğüm bir yazıyı okura ulaştırma isteğinden; bir boşluk, es geçilmiş, daha önce bir tür gündelik yaşam ve okuma deneyimimin beni ulaştırdığı bir fikrin, bir ilk izlenimin kendini dayattığı bir anla mümkün olabiliyor. Bunu yaparken de herkesin üzerinde uzlaştığı bir fikre veya konuya başka bir yerden bakmaya, kendi ilk izlenimimle, yaşam bilgimle onu anlamaya, başka meseleler üzerinden mümkün mertebe zihnin ve belleğin anlayabileceği bir düzleme çekmeye çalışıyorum. Öte yandan bir yazar, şair olarak kitapta bende yer eden soruların peşinden gitmek istedim. Bunlar başlarken de yoldayken de hep benimle yürüyen bana, yazıma, aklıma eşlik eden sorulardı. Bu meselelere ben de böyle bakıyorum, demek istedim.
Bir de yazının şifahi gücüne inanıyorum. Beni yeni sorulara götürmesi, bulduğum cevapların yeni sorular doğurması dünyaya ve kendime yeniden ve başka bir yerden bakmama, dünyayı kendime yaklaştırmama imkân tanıyor. Yazının şifa olma durumu, yazardan başladığında okura da iyi gelen, onun da elinden tutan bir nokta. Edebiyatı tek başına böyle bir misyona sıkıştırmak niyetinde değilim elbette. Araçsallaşabildiği bir düzlemi somutlaştırmak adına söylüyorum. Bugün sanki bunun eksikliğini çekiyoruz gibime geliyor.
- Neden ‘Evdeki Israr’, ‘ev’ mefhumu biraz da çetrefilli sonuçta. Bilmeyenler için açabilir misin?
Evet, dediğin gibi çetrefilli bir mefhum ancak aynı ölçüde elverişli de. “Evdeki Israr” yazıyla ilgilenen birileri için, buna gönül indirmiş kimseler için “ben de buradayım, varım” demenin bir yolu. Eve sahip olmak için ısrarın ve kararlılığın önemine de dikkat çekiyor. Bu çabanın kıymetine de. Ev özelinde kurduğum şey, okurun da tahmin edeceği gibi metinden bir ev kurmak. Yola çıkışım yine çok öznel, kişisel bir tarihten doğuyor. Bu söyleşiyi konuştuğum ve kitabı yazdığım dil sonradan edindiğim bir dil. Bir tür seçimle de değil, zorunlulukla. Öyleyse bu söyleşi ve kitabın dilinde bir ev kurmaya çalıştığımda, nerede duruyorum? Bir evimiz vardı başlangıçta ama evi terk eden, evden tercihi veya imkansızlıkla başka bir yere varan da. Sonra bir şekilde oradan uzaklaşan, kaçan, oraya dönen kimseler de oldu. İki yeri de ev olarak ne başlangıçta ne sonrasında görmeyenler de. Böyle derdi hiç olmayanlar da. Bu yarımlıkta, arafta, sınır boyunda, uzakta duran birilerinin kurduğu evin anlamı nedir? Bunlara bakmaya çalıştım. Adorno’nun şu cümlesini anmakta yarar var: “Artık bir yurdu kalmamış kişi için yaşanacak bir yer olur yazı”.
Öyleyse şimdi kitaba da adını veren kavrama bakmakta yarar var. Ben bu kavramla asıl olarak yazarın mücadelesinin, tüm o çabasının metinle bir eve sahip olma arzusu olarak okuyabilmeyi öneriyorum. Bütün bu çabanın da karşılığının nicelik olarak neredeyse yok olduğu, görünmediği bir dönemde yazıyı sürdürmesini de bir ısrar olarak anlıyor ve “evdeki ısrar” ile yazarın yazma çabasına bakmayı öneriyor, teklif ediyorum. Evin sahibi olamasa da o evin mukimi olmayı ısrarla istemesi de yazarın geldiği yerle, doğduğu yer arasında açılan o boşlukta görülebilir. O boşluğun herkes için anlamı, görünür olduğu zemin de farklı. Ben köşelerden kurtulmaktan söz ediyorum. Eve sahip olmanın, evde ısrar etmenin çok gündelik bir meseleden doğabildiğini, yüce anlamlar atfetmeden de eve sahip olunmak istenebileceğini söylüyorum.
- Aslında kitabında pek çok güncel tartışmalara değiniyorsun ve pek çok da örneklemelere giriyorsun. Bunun karşılığını, geri dönüşü alıyor musun?
Böyle bir beklenti ile yazmadığımı, yazamadığımı söylemeliyim. Başlangıçta böyle bir karşılık alma dürtüsü ile hareket etmek yazıya eşlik eden bir fikir değil elbette. Sonrasında bir karşılık beklemiyorum, demeyi ben doğru bulmuyorum kendi adıma. Bir ısrarın görülmesini istemek, onu kamuya sunmak sonrasında yazarın aklına ve kitabına eşlik eden de bir durum. Bir tür paradoks da var sanki. Dolayısıyla kastettiğin “karşılık” meselesinin okur bazında görülmemesi sanıyorum güncel politik ve ekonomik durumla, yayınevinin işini ne kadar iyi yaptığıyla da ilişkili. Konuyu çevreleyen, kuşatan çok etken var. Kitabın basılması tek başına “bir şey yapmak” anlamına gelmiyor, olsa olsa başlangıçta bir adım olabilir.
Bu kitap talihsiz bir kitap oldu. Yayınevindeki krizden dolayı görülmedi, dağıtama duyurulan tarihten çok sonra girdi vs. Biraz önce söylediğimle ilişkili olarak Türkiye’de yayıncılık dünyası da bu konjonktürel meselelerden payını alıyor. Güçlü bir kurum ve kurumsallık oluşmadığı için edebiyat alanı da güçlenmiyor. Dolayısıyla kamusal tartışma ortamı da kültür alanında neredeyse hiç olmuyor ya da el yordamıyla yürüyor. Kişiler nezdinde dönen kurum ve süreçlerden söz ediyoruz. Kişi gittiğinde kurumların tüm politikası aniden değişebiliyor, gelen kişi profesyonel bir yaptığını es geçip kendine çalışabiliyor. Hal böyle olunca, bu ortamda beklentilerin giderek küçüldüğü, beklentiden söz etmenin ayıplandığı ve iddiasız ürünlerin bolca dolaşıma girdiği bir alanla karşı karşıya kalıyoruz. Kitapta da sözünü ettiğim bir mesele olduğu için bu konuya bir kez de buradan girmeyi tercih ettim.
Zaten deneme türünün çok ilgi duyulan bir tür olmadığı söylenir, ne kadar doğru bilmiyorum fakat benim kıymet verdiğim, çok şey öğrendiğim, edebi görgümü pekiştiren, dönüştüren bir tür. Kitabın tüm talihsizliğine rağmen, çok kıymetli kimselerden geri dönüşler aldığımı, bunun benim için çok değerli olduğunu söylemeliyim. Edebiyatın epeydir karşılık beklenmeden, amaçsız bir amaçla sürdüğünü de biliyorum. Öyleyse, küçük bir karşılık da motivasyonumu yükseltiyor, diyebilirim.
- Kitapta belirli sanat başlıklarını, edebiyattaki tartışmaları, yazarların dert edindiği konuları almışsın. Bunları seçerken neye dikkat ettin ya da neyi önceledin?
Soruda belirttiğin gibi yazarların dert edindiği konulardan hareketle ele aldım. Kendimi bu alanın ortasına koyduğumda, kendime sorular yönelttiğimde; başlangıçta durduğum yerle şu an arasındaki mesafeden, yola çıkarken yazının bendeki anlamının sonra neye dönüştüğünden, bunca çabaya, alınmayan karşılıklara rağmen neden sürdürmekte ısrar ettiğimden, benden önce olanlarla bir hesaplaşmadan, bir vefa borcumu ödemekten, bir mıntıka temizliğinden hareket ettim. Önceleme meselesine gelince içeriye aldığım yazılar kadar dışarıda bıraktığım yazılar da oldu. Ev metaforu özelinde kurduğum kitabın evdeki ısrarında, onu kurmakta oluşabilecek engelleri, eşikleri, kapalı kapıları ve açık odaları görünür kılmaya çalıştım. Yer yer okur yazarın gözünden yer yer de yazan yazarın bakış açısından hareketle bir bütün oluşturmaya çalıştım.
- Bu kitap için baya emek verdiğin belli. Ne kadar sürdü kitabını tamamlamak?
Kitabın yazılmaya başlanması, yayınevine gitmesi ve nihai olarak okura ulaşması iki yılı aşkın bir süreyi aldı. Kimi yazılar daha eski. Çeşitli dergilerde yazdığım yazılar da var içinde. 2018’de yazdığım yazı da var, 2023’te yazdığım da. Aslında bakınca beş yıllık bir zaman dilimi varmış. Başlangıçta bütünü tasarladığım, bütüne çok çalıştığım bir kitap oldu. Öyle olduğu için de benimle yürüyen, yürüyüşüme eşlik eden bir kitaptı. Okuduğum yeni kitaplar ve kaynaklarla bakış açılarını olabildiğince genişletmeye, argümanları güçlendirmeye çalıştım.
- Bundan sonra seni ne tür kitap veya çalışmalarda göreceğiz?
Açıkçası yapmak istediğim çok şey var. Bunları yaşamakla paralel bir şekilde sürdürmek, bugünün ekonomik ve politik ortamında yaşam ve haysiyet mücadelesi verirken edebiyatı da buna dahil ederek yol almak, hiç kolay değil. Edebiyat ve sanat konuşulan her masanın günün sonunda barınma krizine, kaçan fırsatlara, “keşke şunu şöyle yapsaydım o dönem”lere, belirsizlikten ve çıkmazdan kurtulmanın yolunu aramaya vardığını görüyorum. Farklı konuların çekim alanında buluyoruz kendimizi edebiyattan söz edince. Kaçınılmaz olarak bugünün “mücadele” ortamında edebiyat çok lüks bir şeye dönüşmeye başladı. Başka bir ülkede çok sıradan olan şey bizde hayat memat meselesine dönüşüyor. Çünkü yazar da okur da en temel, asgari, insan haysiyetine yaraşır bir yaşamı kurmanın ve düşlemenin peşinde doğal ve haklı olarak. Bunun için haysiyetli bir yaşamın mücadelesini verirken, haysiyet ve mahcubiyet olmayan bir safa katılmanın, eleştirdiği kişiye her an dönüşebilmenin eşiğinde. Bir eşikte ve bıçak sırtında yaşama durumu söz konusu. Tüm bunlara rağmen, bu haysiyetli yaşayan ve yaşayamayan, birilerini haysiyetsizleştiren kimselerin portrelerini yazmayı düşündüğüm bir kitap projesi; bir türlü başladığım ve bitiremediğim, kafamda dönüp duran bir roman ve elbette uzunca bir şiirden oluşacak bir kitap dosyasıyla birlikte yaşamaya çalışıyorum.
- Son olarak ne söylemek istersin?
Çok hızlıyız, ben de öyle. Durmak gerek. Dur Mehmet Özkan acelen yok, diyorum içimden duruyor ve sonra yeniden hızlanıyorum.
Kimdir?
Mehmet Özkan Şüküran, 1994’te Bingöl, Karlıova’da doğdu.Maliye ve İletişim bölümlerinde lisans okudu. Galatasaray Üniversitesi İletişim Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri Programı’nda doktora yapıyor.
Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Varlık, Evrensel Kültür, Yeni E, Yokuş Yola, Kırık Saat, Duvar, K24, Bianet, Evrensel gibi çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Gül Rengini isimli dosyası 2016 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne değer görüldü ve aynı yıl Varlık Yayınları tarafından yayımlandı. Aynada Yürüyen Sesler (2020) adlı şiir kitabı ve Evdeki Israr (2023) adlı deneme kitabı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.
İstanbul’da yaşıyor.