Sorunun cevabını baştan vereyim: İkisini de değil.
7 Ekim tarihinden bu yana İsrail ve Filistin arasında devam eden savaşla birlikte kafa karışıklığı yaşanan kimi tartışma konularına dikkat çekmek önemli hale geldi.
İsrail ile Filistin arasında İngilizlerin Filistin’den ayrıldıkları 14 Mart 1948 tarihinden bu yana devam eden sürekli kaos ve çatışmalı bir süreç var.
Bu çatışmalı süreci ve kaosu aşmanın yolu kesinlikle iki devletli çözüm de değildir. Devletli çözüm arayışı iki halk arasında daha fazla nifak tohumunun yeşermesine neden olmaktadır. Ve bu nifak tarlasından beslenen nice ikiyüzlü devlet vardır.
Yapay bir oluşum olan devlet insan yaşamı için zorunlu değildir. Devletçi çözüm arayışları sorunları çözmez bilakis derinleştirir. Devlet aygıtı bir toplumu özgürleştirmediği gibi demokratikleştirmez de. Eşit bir toplumu ise hiç sağlamaz. Peki ne yapar devlet? Kendisi için din haline getirdiği milliyetçilik zehri ile halkları birbirine düşürüp sürekli diken üstünde tutar. İsrail ve Filistin’de yaşananlar bunun en somut örneğidir.
İsrail ve Filistin meselesinde devlet odaklı çözüm arayışları baştan sona acılı bir sürecin taşlarını döşerken, katliam duvarlarını bazen Hamas bazen de İsrail ile ustaca örer. Katledenin ismi değişse de katledilen masum halklar olmaktadır. Bu yüzden halkları tehdit eden tehlikelere karşı en doğru model devlet odaklı olmayan çözüm modelidir. Bu da demokratik ulustur.
Devletçi çözüm arayışının son kördüğümü olan ve anlamsız sınır hevesleri ile halkların bağrına hançer gibi saplanan “Aksa Tufanı”na gelelim. Sözde tufanla Hamas’ın öldürüp yarı çıplak cesedini kamyon kasasında teşhir ettiği Alman turist Shani Louk şahsında kadınlara karşı nasıl DAİŞ’e dönüştüğünü gördük. 7 Ekim’de başlayan süreçte İsrail devletinin zorbalığı ve savaş suçlarına karşı Kürt halkının, DAİŞ’leşen Hamas’ı desteklemesi gerektiğine dönük bir algı ve propaganda dini bir görevmiş gibi bilinçli olarak yapılmaktadır.
Özellikle Amed ve Batman’da Kürt Hamas’ı olan Hüda Par öncülüğünde devlet destekli son derece planlı organize edilen kitle taşımalı yürüyüşlerle Müslüman olan herkesin Hamas’ı desteklemesi gerekirmiş gibi bir algı inceden inceye Kürt gençlerine zerk edilmektedir.
Net bir biçimde ifade etmek gerekir ki hiç kimse iki yanlıştan birini seçmek zorunda değil. Kürtler, Hamas’ın değil, mazlum Filistin halkının ve onun meşru davasının yanında olurken, İsrail devletinin Filistin halkına, Hamas’ın ise Yahudi halkına karşı geliştirdiği insanlık dışı kadın ve çocuk düşmanı uygulamaların sonuna kadar karşısındadır.
Bilindiği gibi Müslüman Kardeşler örgütünün birçok ülkede birer uzantısı veya kolu bulunuyor. Hamas, Müslüman Kardeşler isimli siyasal İslamcı örgütün Filistin’deki koludur. İsimleri farklı olsa da ruhları birdir. Yani aynı bedenin farklı uzuvlarıdırlar. Bu örgütün en büyük destekçi ve fanatiklerinden bir tanesi de AKP’dir. AKP ve kısa adı İhvan olan Müslüman Kardeşler örgütü arasındaki farklılık yok denecek kadar azdır.
Son zamanlarda sıkça tartışılan Hüda Par’ın Kürt Hamas’ı olduğuna dair görüşleri doğrulayan görüntüleri 7 Ekim’den bu yana daha fazla görmekteyiz. 14-28 Mayıs seçim süreci ile beraber Hüda Par-AKP ortaklığı da bu konunun görüntüden ibaret olmadığını göstermektedir. Bu noktada Süleyman Soylu’nun Hüda Par sözleri hala canlılığını korumaktadır.
Doğal olarak Kürtlerin İsrail devletinin barbarlığına karşı Hamas’ı desteklemesi demek İhvanı, AKP’yi ve Hizbul Kontra cellatlarını desteklemesi anlamına gelir. Kürt halkının gözünde ise Hizbul Kontra ve isim değiştiren halleri DAİŞ demektir. Bu yüzden Orta Doğu’da kimin elinin kimin cebinde olduğuna iyi bakmak ve desteklerken esasta kimin desteklenmiş olduğunu iyi anlamak gerekir.
Unutmamak gerekir ki AKP ve Hüda Par’ın “ümmet anlayışı” içerisinde direnen Kürtlere yer yoktur. Yer olsaydı zaten dört parçada Kürtlere saldırmazlardı.
Diğer önemli bir nokta ise AKP trollerince sıkça dolaşıma sokulan İsrail’in, Türkiye ve İran’a karşı Rojava’da Kürtleri destekleyecekleri yalanıdır. Bu yalanla Rojava’da yaşayan Kürtleri şeytanlaştırarak tepkilerin odağı haline getirmeye çalışmaktadırlar. İsrail nasıl İslam karşıtı olarak ele alınıyorsa aynı yafta Rojava’da Kürtlere de yapıştırılmak istenmektedir. Ne de olsa “İslam düşmanlarının katli vaciptir.” Böyle yapılarak yeni Kürt soykırımlarının yolu döşenmektedir.
Oysaki, ABD, İngiltere ve İsrail uzun zamandır Rojava’ya siyasi olarak müdahale etmeye çalışıyorlar. Bununla KDP çizgisini Rojava’da güçlendirme ve orayı Güney Kurdistan’ın parçası haline getirmeyi amaçlıyorlar. Bunu en çok da İsrail istemektedir. İsrail nasıl ki Barzani hanedanlığı eliyle 25 Eylül 2017’de yapılan Bağımsızlık Referandumu’yla Güney Kurdistan’ı devletleştirmeyi hedeflediyse aynı yöntemle KDP’nin etkisi altında Rojava’yı işbirlikçi ve ihanetçi bir çizgiye çekerek devletleştirmek istemektedir.
Rojava’ya uzun zamandan beridir Türkiye tarafından SİHA’larla yapılan saldırılara ABD, AB ve İsrail tarafından neredeyse birkaç cılız sözün dışında tepki gelmemesinin nedenini de bu yaklaşımda aramak gerekir. Bu yüzden ABD’nin ve DAİŞ karşıtı koalisyonun kimi açıklamaları Kürtlerin nazarında suç ortaklığını gizleme girişiminden öteye bir anlam taşımıyor. Şayet Rojava Özerk Yönetimi, KDP’nin işbirlikçi ve ihanetçi çizgisinde devletleşmeyi kabul etseydi şimdiye dek çoktan hava sahası kapatılmış olurdu.
Önemle tekrar etmek gerekir ki Kürt karşıtlığının yapılmasında ve savaş kışkırtıcılığında İsrail devleti her zaman Türk devletine destek vermiştir. 15 Şubat 1999’a giden sürecin arkasındaki esas gücün MOSSAD olduğu sır değil zaten. Bu ve uzunca sıralaması mümkün olan örnekleri göz önünde bulundurduğumuzda İsrail devletinin Rojava’da Kürtlere destek verdiği ya da vereceği iddiaları özel savaştan başka bir anlam ifade etmemektedir.
İsrail karşıtlığıyla Arap ülkeler arasında kendine yeniden alan açmaya çalışan Türkiye’nin, 1948’de ABD’den sonra İsrail devletini resmen tanıyan ikinci ülke olduğunu, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu deyimiyle, buraya not düşeyim.
Kendi topraklarında Kürtlere karşı savaş ilan eden Türk devletinin, dışarıya yansıttığı ‘barışçı’ yüzünün ne kadar sahte olduğunu anlatmak ise bir başka yazının konusu olsun.