Sosyal iletişim ve haberleşme ağı olan sosyal medyanın, yargılama süreçlerine ve son on yıl içinde toplumsal linç kültürünün oluşumuna katkısı yadsınamaz bir gerçek
*Veysel Demirkaya
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki vatandaşların, yargılamaların adil bir yargılama olacağına ilişkin güveni yüzde otuzu geçmemekte. Türkiye’de yapılan yargılamalar tarafsız ve şeffaf yürütülmediğinden, Türkiye’nin adalet karnesi de ne yazık ki son derece zayıf. Bu sebeple de toplum, adaleti adliye saraylarında bulamayacağının farkında. Yargılamalar neticesinde adil bir sonuç almak güç olduğundan vatandaşlar hakkını aramak için sosyal medyanın gücüne başvurmakta. Yani sanal adliyede soluk almakta.
Sosyal medyanın gücü adalete erişimde kimi zaman hızlandırıcı veya kolaylaştırıcı olsa da aynı güç; linç kültürünün gelişmesine de sebep olabiliyor. Nitekim sanal adliyede masumiyet karinesi gözetilmeden, suçlayıcı bir dil kullanmak ve yaftalamak normal kabul ediliyor. Sistem yandaşı kesimlerin bu yola sıkça başvurduğu bir gerçek. Ancak mazlum olanın da kendinden olmayan için zalimleştiği, kendisi söz konusu olduğunda aynı yargılama makamlarının adil olmadığından şikâyet ederken, başkasını o yargı makamlarına teslim etmekten çekinmediği gibi yargılamanın seyrini olumsuz anlamda etkilemeyi de marifet biliyor. Şunun yanlış anlaşılmasını istemem; sosyal medyada çok haklı serzenişler, adalet arayışları da mevcut. O insanlar zaten betondan binalarda, “adalet” saraylarında, adaleti bulamadığı için sosyal medyada sesini duyurmaya çalışıyor. Benim üzerinde düşünmek istediğim nokta ise masumiyet karinesinin, sosyal medyanın gücü sayesinde nasıl hoyratça hiçe sayıldığı. Diğer bir deyişle, birini veyahut bir kesimi lekelemekte sosyal medyanın kolaylaştırıcı etkisini kullanma gayreti. Bu gayret çamur atma gayretidir. Sosyal medyanın etkisinde kalan ‘’adalet sarayları” da hızlıca harekete geçerek kişiler hakkında yakalama, gözaltı, tutuklama ve mahkûmiyet ile sonuçlanan bir yargı sürecinin başlamasına aracı olur. Aracı olur diyorum, çünkü sosyal medyada o kişinin kalemi çoktan kırılmıştır. Sonuç olarak da adalet sarayları bir kesim tarafından başlatılan “çamur at izi kalsın”da ki; “iz”in kalmasına resmi olarak vesile olmakta.
Gün geçmiyor ki sosyal medyada linç kültürü sayesinde biri veya birileri linçlenmekten nasibini almasın. Gazeteci-yazar Merdan Yanardağ Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecride dikkat çektiği için sosyal medyanın etkisi ile tutuklandı. Ardından yargılamayı yapan mahkeme, gerekçesinde, Yanardağ’ın sözlerini “iç acıtıcı” olarak değerlendirip mahkûmiyetine hükmetti. Hâlbuki taraf olduğumuz uluslararası sözleşme ve ulusal normlarla korunan ifade hürriyeti yalnızca çoğunluğun görüşlerini değil, azınlığın düşüncesini söyleyebilme özgürlüğünü de korur. Ancak ne yazık ki son on yılda sosyal medyanın yargı üzerinde olan etkisi sayesinde azınlığın fikir ve düşüncesi korunmaz, aksine, “sanal adliye” istedi diye azınlığın fikir ve düşüncesi mahkûm edilir. Bu ve bunun gibi sosyal medyada başlatılan linçlere sayısız örnek verebilmek ne yazık ki mümkün.
Hukuk devletlerinde, haksızlığa uğrayan kişinin gerekli yargı makamlarına başvuru ile hakkını arama hürriyetine sahip olduğu aşikârdır. İşte tam da burada üzerine durulması gereken asıl mesele, sanal adliyenin kalemini kırdığı bir vatandaş veya kesimin, hakkını yargı makamları aracılığıyla arayamaması, ‘’adliye saraylarının’’ da bu kişi veya kesimin hakkını koru(ya)mamasıdır. Hukukun ve evrensel temel insan haklarının referans alındığı bir hukuk devletinde yargının üzerindeki bu baskının kaldırılabileceği kanısındayım.
*Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Üyesi