Tutuklu bulunduğu cezaevinden sorularımızı yanıtlayan gazeteci arkadaşımız Sedat Yılmaz, ‘Sadece kendisinden olan iki gazetecinin özgürlüğünü savunan ve Kürt gazetecileri sadece istatistik verilerle ‘de’, ‘da’ şeklinde öylesine zikredenler, bilmeliler ki, insanın canını ve ruhunu acıtıyorlar’ dedi
Hüseyin Kalkan
Kimileri görmezden gelse de Sedat Yılmaz, bu toprakların yetiştirdiği en iyi gazetecilerde biri. Ve Kürt olduğu için cezaevinde. Onun gazeteciliğine tek bir örnek vereceğim. Sedat’ın SİHA’larla ilgili haberi Türkiye’de görmezden gelindi. (Sadece Selçuk Bayraktar görmezden gelmedi. Sedat ve gazetemiz aleyhine tazminat davası açıldı. Ama dava reddedildi) Haberde Sedat, SİHA’ların ihraç edildiği 20 ülkeye Türkiye’nin hibede bulunduğunu ortaya koydu. Türkiye’de basının ve siyasetçilerin görmezden geldiği bu haberin izine İngiltere’de yayınlanan haftalık The Economist’te rastladık. Türkiye’nin silah ihracatını inceleyen dergi, 20 ülkenin Türkiye’de SİHA almak için sıra beklediğini yazıyordu. Dergi isim vermemiş ama bu ülkelerin Sedat Yılmaz’ın haberinde incelediği ülkeler olduğunu tahmin etmek zor değil.
Sedat, tutuklandıktan sonrada gazeteciliği sürdürdü ve birçok söyleşiye imza attı. Birçok siyasetçiye, sanatçıya sorular yöneltti. Biz de ona sormak istedik. Sağ olsun cezaevinde bile bizi önceledi ve sorularımızı beklediğimizden daha kısa sürede yanıtladı. Buyurun bir gazeteci nasıl olunur, neden cezaevine girilir, Sedat anlatsın, siz dinleyin.
- Hakkında yazılan iddianameyi nasıl değerlendiriyorsun?
Dosyadaki detayları henüz görme şansım olmadı. Ancak okuduğum “metin” bir iddianame mi diye çok düşündüm. Ne yazık ki bir “hukukçu”nun elinden çıkmış bu metni hukuk fakültelerine olmamış bir iddianame olarak okutmak gerekir.
Mantık ve zihinsel egzersizden uzak ve iddiaların tamamı birbiriyle çelişiyor. Aslında iddia sahibi kendi kendini boşa düşürmüş ve tezlerini çürütmüş. Tek kelimeyle gerçek hiçbir tarafı yok. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Beni mi anlatıyor diye düşünmedim değil. Hakkını yemeyeyim iyi bir gazeteci olduğumu da itiraf etmiş; ancak her haliyle hukuk karşıtı bir metin. Savunma şansımı elde edebilirsem detaylandıracağım. Özetle gözümün üzerinde kaş olduğunu söylüyor.
- Asıl tutuklanma nedenin ne sana göre?
Birkaç nedeni var. Birincisi, Kürtlerin haber alma hakkını arkadaşlarımla birlikte cesurca savunmamız. İkincisi, seçim öncesi korku ikliminin harekete geçirilmiş olması. Üçüncüsü, gözaltına alınan, baskı gören ve tutuklanan arkadaşlarımla yüksek sesle dayanışma içinde olmam.
Elbette şunu da unutmamak gerek. Gazetecilik iddialı bir meslektir. İlkeli olmayı gerektirir. İktidar koltuğunda oturanlara meydan okumak da iddialı olmayı gerektirir. İktidarı hesap verebilir olmaya zorlamalısınız. Öyle görülüyor ki, büyük rahatsızlık vermişiz.
Her yerde gazeteciyim
- İçeride de gazeteciliği sürdürüyorsun, neden?
Gazetecilik 24 saat yapılır ve bu bir yaşam biçimidir. Geride kalan ‘nal toplar’. Gazeteciliğin ehliyetini okuyucular verir. Kamu adına yapılır. Hapishane de siyasal, sosyal ve iktisadi anlamıyla kamusal bir alandır. Göz görüyor, nasıl susarsın? Koltuk değneğiyle yürüyen ve adını, koğuşunu unutmamak için boynuna asılı künyesiyle götürülen Dersimli Cemal’i, 29 yıldır içeride olan ancak infazı yakılan Erzurumlu Medeni’yi, uzun çalışma koşullarına rağmen ucuza, sendikasız çalıştırılan gardiyanı, Adalet Bakanlığı’nın şirketlerinde dibine kadar sömürülen adli tutukluları ve daha birçok sorunu görüp de yazmamak olur mu?
Herkesin derdini soruyorsun.
Gazetecilik ötekinin sesini duyurmaya çalışan bir meslektir. Her türden ezme, ezilme ilişkisinde ezilenden yana olmak, aklın, vicdanın ve ahlaklı olmanın gereğidir. Ben yoksullukla büyüdüm, kendi sınıfımı bilirim ve onların sesi olmak zorundayım. Tahterevallinin aşağısında olanlara yukarıdakileri göstermek gazetecilerin işidir. Ve ben kendi sınıfıma ihanet edemem.
Cemal Süreya, “Dilsizdir benim acılarım, konuşmazlar kimseyle…” der. Ben acısını anlatamayan dilsizlerin dili, kulağı, gözü olmak zorundayım. Çünkü ben insan hikâyelerini seviyorum. Aydınlık için yazmak gerekiyorsa, yazmaktan korkmamak gerek.
- Devletin seninle derdi ne?
Devletin benimle değil, kendisiyle sorunu var. Devlet 1990’lardan itibaren yönünü kaybetmiş bir durumda. Güvenlik bürokrasisi devleti rehin almış. Kuvvetler ayrılığı güvenlik aygıtlarına teslim edilmiş. Dolayısıyla hukuk keza kalkmış, geriye OHAL kalmış. Anayasanın basın ve haber alma olanaklarını sağlamayı görev olarak yüklediği devlet, bu asli görevini artık yerine getiremiyor.
Devlet düşünen, talep eden, itiraz eden herkese karşıdır. Başını kuma gömen sadık vatandaşlarını sever. Buna ulus-devlet geleneği diyebilirsiniz. Ancak en berbat olanına tanıklık etmek bizim payımıza düştü. O yüzden, bu fırtınada ben nokta bile sayılmam.
Hakikat duvar tanımaz
- İçeride ve dışarıdaki gazeteciliğin farkı nedir?
Düşüncede bir fark yok aslında; ancak teknik ve imkânlar açısından sayılamayacak kadar çok fark var. Teslim olduğumuz makinalar, teknoloji, internet gibi şeyler bir anda kesilince sudan çıkmış balık gibi şok yaşıyorsun. Ancak hafıza hızla hatırlıyor; çünkü insanlık tarihinin güçlü birikimleri var. Zor, zahmetli, ağır olsa da yaratıcılık yönün harekete geçiyor. Bende de bu durum iyi olsa gerek. Şöyle söyleyelim, “Güllüceli Kazım” diye bir kitap okudum. Güllüce neresidir, hangi ile bağlıdır; henüz öğrenemedim maalesef. Kitapta da yoktu. Ama bulacağım:)
Evet, günümüzün, çağımızın imkânları içeride yok ve gazetecilik imkân olursa daha iyi yapılır. Ama nerede olursa olsun hakikatin peşinden gitmek gerek. Böylece yüksek duvarlar anlamını yitirir. Gazeteciliği sürdürmek için dışarıdaki dostların dayanışmasına ihtiyaç duyarsınız. Benim de yükümü omuzlayan birileri var. Onlar kendilerini biliyor ve onlara buradan teşekkür ediyorum. Sanırım vefayı yeniden keşfettim.
- Koşulların nasıl, mesela yeterince kitaba ulaşabiliyor musun?
Koşulları kendi kişisel durumum üzerinden gündemleştirmeyi doğru bulmuyorum. Mesleki avantajdan kaynaklı sahip olduğum “imtiyaz” üzerinden kendimi gündeme getirmeyi şık bulmam. Dışarıda, içeride kopan fırtınanın bir parçasıyım.
Ancak sorduğunuz için herkesle eşit olan koşullarımdan bir parça aktarayım: İstediğim gazeteyi alamıyorum. Yani gazeteci olarak yazılarımın çıktığı Yeni Yaşam gazetesini alamıyorum. Evrensel’i okuyamıyorum. Çünkü cezaevine alınmıyorlar. İstediğim TV kanalını izleyemiyorum. Çünkü cezaevi idaresinin belirlediği kanalları izlemek zorundayım.
Dışarıdan dergi alamıyorum. Bunlar kendi dünya görüşüme ve fikrime ulaşmamın en büyük engeli. Yine kitap, iki ayda bir defa ve 20 adetle sınırlı. Onları da belirli günlerde alabiliyorum. Ayrıca kurum kütüphanesinden ayda 5 kitap alabiliyorum. Yani bir dezenformasyon ile karşı karşıyayım.
Haftalık 10 dakikalık telefon hakkımı istediğim gün ve saate alamıyorum; onu idare belirliyor ve değiştirmiyor. Bu durum da aile bireylerimle aynı anda konuşmamıza engel oluyor. Arkadaş kontenjanından görüşme başvuruma halen cevap verilmiş değil. En önemlisi 6 aydır tutukluyum ve şimdiye kadar mahkeme yüzü görmüş değilim. Henüz adalete erişmem söz konusu değil. Eee, bir Alman devletim de yok ki, beni buradan alıp götürsün:)
- İçerideki ortam yazmaya uygun mu?
Yazmak için kendimi henüz ikna edemedim. Belki de kuluçkaya yatmışımdır:) Çok çabalıyorum ama olmuyor. Yazanlara aşk olsun. Birkaç metrekarelik alanı üç kişi paylaşıyoruz. Tuvalet, mutfak ve TV aynı yerde. Tek masa var ve bu yazamamak için yeterli bir sebep galiba.
- Gazetecilik suç değil diyoruz! Ama çoğu Kürt olmak üzere içeride 60’dan fazla gazeteci var?
Hannah Arendt, “Gazeteciler olmaksızın mütemadiyen değişen bir dünyada asla yönünüzü tayin etmeyiniz ve onlar olmadan, nerede olduğunuzu asla ve kelimenin gerçek anlamıyla bilemeyeceğiz” diyor. Liberal dünyanın övündüğü basın ve ifade özgürlüğünün iki amacı var: Birincisi düşüncenin serbestçe dolaşımı ve yayılması. İkincisi de devleti yönetenlerin kamuoyu önünde eleştirilmesidir. Yani ‘demokratik’ bir sistem ve iyi bir toplum için özgür basına ihtiyaç vardır. Bundan korkmamak gerekiyor. Korkanlar, sadece ve sadece diktatörlükle yönetirler. Ayrıca gazeteciler de korkmamalı ve umudu diri tutmalılar.
Kendim için beklentim yok
- Sana hangi sorunun sorulmasını isterdin ve nasıl yanıtlardın?
Doğrusu böyle bir soru beklemiyordum! İlla bir şey söylemem gerekiyorsa, T.C. Mc Luhan’ın Kızılderililer üzerine yazdığı “Yeryüzüne dokun” kitabından bir alıntı yapayım: “Beyaz adamın dokunduğu her yer acıyor.” Doğrusu Türkiye’nin muhalefetini yapan Türk ve İslamcı diye kimi liberallerin kendisine savunduğu basın ve ifade özgürlüğü de buna benziyor. Sadece kendisinden olan iki gazetecinin özgürlüğünü savunan ve Kürt gazetecileri sadece istatistik verilerle “de”, “da” şeklinde öylesine zikredenler, bilmeliler ki, insanın canını ve ruhunu acıtıyorlar.
Kendim için bir beklentim yok, bir ayrıcalık istemiyorum; ancak ‘ulular ulusu’nun basın mensupları, ‘utanç devrini’ yaşıyor. Bu bir mahpus alınganlığı değil. Kürt gazetecilerin özgürlüğünü yok sayanlar bilmeli ki, istedikleri basın ve ifade özgürlüğüne kavuşamazlar. Bizimle dayanışma içinde olan, eylem ve etkinlik yapan, gözaltına alınan ve haklarında dava açılan meslektaşlarıma ayrıca selam olsun!
Evet, kelimenin hapisle tartıldığı pahalı günlerden geçiyoruz ama gülün gülle tartıldığı günler de yakındır. Sanırım çok uzattım. Ve yan avluda (15 Temmuz tutuklusu) Albay Osman’ın yanık sesi yükseliyor; “Beni bul anne, beni onlara verme…” Ne yaman çelişki değil mi?
Sedat Yılmaz kimdir?
Sedat Yılmaz, 2002 yılında Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) gazeteciliğe başladı. 2009 yılında Özgür Gündem gazetesinin emek ve ekonomi haber editörü olarak çalıştı. 2013-2016 yıllarında Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) Genel Mali Sekreteri görevinde bulundu. Mezopotamya Ajansı’nda (MA) mesleği sürdürüyor. Bölgesel eşitsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, çalışma yaşamı, iş cinayetleri, medya sahipliği/eleştirisi ve iktidar ilişkisi alanlarında çalışıyor. Sedat Yılmaz, kimi gazeteci arkadaşlarıyla birlikte 29 Nisan 2023 günü gözaltına alındıktan sonra, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olan 3 Mayıs 2023 günü tutuklandı ve o günden bu yana Ankara-Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. Sedat Yılmaz’ın ilk duruşması 14 Aralık 2023 günü Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.