“Ya Sosyalizm ya Barbarlık!”. Rosa Luxemburg bu sözü, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, dünyanın her köşesini sömürü alanı haline getirmeye çalışan kapitalizmin insanlığı barbarlık çağına geri götürme tehlikesine dikkat çekmek için söylemişti. 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte sosyalizmi ete kemiğe büründüren Sovyetler, I. Dünya Savaşı’nın devamı olarak da kabul edilen II. Dünya Savaşı’nda Nazizmi yenilgiye uğratarak insanlığı Nazizm ve faşizmin barbarlığından kurtardı.
II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan iki kutuplu dünya düzeninde, 1948’de yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’yle temellendirilen insan hakları ve sosyal haklar uluslararası norm (hukuk) haline getirildi. Birleşmiş Milletler’in denetim ve gözetimi altında uygulanması gereken uluslararası normlar, Doğu Bloku’nun zayıflaması ve -1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılarak- dağılmasına kadar Batı ve Doğu Bloku’ndan oluşan iki kutup arasındaki güç dengesine göre şekillendi. 50 yıllık bu dönemde savaşlar, darbeler vb ile insan haklarına ilişkin normlar pek çok kez ihlal edilirken; özellikle neoliberal politikaların uygulamaya konulduğu 1970 sonrasında çalışma standartları ve sosyal haklar gasp edilmeye başlandı ve işçi hareketi üzerindeki baskılar arttı.
Doğu Bloku’nun dağılıp dünyanın yeniden kapitalizmin egemen olduğu tek kutuplu hale gelmesiyle birlikte, kutuplar arasında denge unsuru tamamen ortadan kalktı; insan hakları ve sosyal haklara yönelik ihlaller sistematik hale geldi. Ortadoğu’da, Afrika’da, Latin Amerika’da, Doğu Asya’da emperyalist güçlerin doğrudan ya da vekâlet yoluyla gerçekleştirdiği savaşlar, etnik ve mezhep çatışmaları, -silah teknolojisindeki gelişmelerin de katkısıyla- vahşet boyutlarına ulaştı. Canını kurtarmak için göç etmeye çalışanlar ise bu vahşetin nedeni olan -tarihsel olarak insan hakları ve sosyal hakların beşiği kabul edilen- kapitalist/emperyalist ülkelerin (başta AB ülkelerinin) politikaları nedeniyle göç yollarında ölüme terk edildi.
Rosa Luxemburg’un sosyalizm olmazsa, insanlığın sürükleneceği uyarısında bulunduğu “barbarlık”, içinde bulunduğumuz çağa egemen oldu; insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadelesi sonucunda elde edilen kazanımlar ve en başta da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ayaklar altında alındı. İsrail’in tüm dünyanın gözü önünde yaptığı ve demokrasinin beşiği ülkelerden de destek alarak Gazze’de -hastaneleri bombalayarak, çocukları katlederek- gerçekleştirdiği soykırım, bunun en açık örneğidir. Ama tek örnek bu değildir; Gazze kadar göz önünde olmasa da bugün Rojava’da ve dünyanın pek çok bölgesinde etnik ve inanç farklılığı nedeniyle sivilleri hedef alan, en temel insan haklarını tanımayan benzer bir süreç yaşanmaktadır.
Barbarlık bugün sadece namlunun ucunda, bombaların hedefinde değildir. İnsanların beslenme, barınma, sağlık, sosyal güvenlik gibi yaşamını sürdürmesini sağlayan hakların ortadan kaldırılıp açlığa, sefalete sürüklenmeleri de “barbarlık”tır. Burjuvazinin “daha fazla kâr” hırsını dizginleyebilecek tek güç olan işçi sınıfı, değişen üretim sistemine uyum sağlayamamış, sınıf olma bilincini kaybetmiştir artık; örgütlü mücadele çabası içinde olan küçük bir azınlığın direnci de devletin baskılarıyla kırılmaya çalışılmaktadır. Böylece sahip olunan sosyal haklar ortadan kaldırılarak emekçiler güvencesizleştirilmekte, en kötü koşullarda canları pahasına çalışmak ve açlık sınırının altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır.
AKP, iktidarda olduğu 21 yılda uyguladığı politikalarla sosyal hakları önemli ölçüde ortadan kaldırmış, emekçileri güvencesizleştirmiş ve yoksullaştırmıştır. Mayıs 2023 seçimleri sonrasında izlenen ekonomik programla AKP’nin, 21 yılın ardından geriye kalan sosyal hakları da tamamen ortadan kaldırmak niyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program (OVP)’ın ardından, geçtiğimiz günlerde yayımlanan 12. Kalkınma Planı ve TBMM’ye sunulan 2024 Bütçe Teklifi de “emeklilik başta olmak üzere mevcut sosyal hakların tümünü ortadan kaldırmak, çalışma rejimini tamamen esnek ve güvencesiz hale getirecek biçimde düzenlemek” istendiğini göstermektedir.
Sözün özü: Yüzyıldan daha uzun bir zaman önce Rosa Luxemburg tarafından söylenen “Ya Sosyalizm ya Barbarlık!” sözü bugün de güncelliğini korumaktadır. Barbarlığa teslim olmamak için ezilen halkların, sömürülen emekçilerin, talan edilen doğa için mücadele yürütenlerin ve kapitalizmin ayrımcılığına, vahşetine uğrayan tüm kesimlerin, sosyalizm üzerine bir kez daha düşünmesi ve birleşik bir mücadele için inatla çabalamasından başka çıkar yol gözükmemektedir.