Tam bir yıl oldu Osman Kavala gözaltına alınalı. Bu ayıp hala devam ediyor. Daha ayıp olan buna karşı yeterince güçlü bir tepkinin ne yazık ki oluşmaması.
Bunu belki şok etkisi kavramı ile de açıklayabiliriz. Zaten Osman Kavala’yı tutuklayan kafanın da belki amacı bu. “Osman Kavala’yı bile tutukladılar” bilinçaltı ile toplumu paralize etme operasyonunu sürdürmek.
“Osman Kavala yalnız değil” diye sınırlı sayıda katılım ile eylemler yapılıyor ama, bir yandan da dayanılmaz bir yalnızlık da, çaresizlik de söz konusu. Çünkü, Osman Kavala’nın kilisesi, camisi, sinagogu yok arkasında, partisi, herhangi bir kulübü ya da derneği de yok.
Bir anlamda bu bana Sevan Nişanyan’ın yeterince uluslararası ve ülke içi tepki gösterilmeden 3 küsür yıl hapiste tutulma durumunu da hatırlatıyor. Hani üniversite yıllarının tutkulu Latin Amerika gezgini iki arkadaşı. Bir yerde aynı kaderi paylaştılar. Filantropist diye tanımlıyor kimileri onu. Şöyle de açıklanıyor: “Filantropi kelimesinin kökeni Yunanca’dan geliyor ve insan türüne duyulan sevgi anlamını taşıyor.
Günümüz dünyasına doğru basamakları çıktığımızda kelimenin modern anlamı şu şekilde karşımıza çıkıyor: ‘Birinin, zamanını, uzmanlığını veya varlıklarını sosyal fayda yaratmak için gönüllü olarak vermesidir.” En üst merciden Osman Kavala, “yerli Soros” diye nitelendi. Muadili Macaristan’ın RTE’si Orban da Soros’a saldırmayı seviyor. Hatta komplo teorileri üretiyor. 30’lardaki Macar faşizmi hortladı. Açık toplum’dan yana olmak artık bir suç haline geliyor.
NGO’ları tasfiye için “yakın dostumuz” Orban, “Soros yasası” diye adlandırılan bir yasa bile çıkardı. Gerekçe mültecilere yardım ediyormuş! Antisemitizm de zaten Macaristan’da tavan yapmış vaziyette. Reisler NGO’ları sevmiyor. Aliyev de sevmiyor. Bir sürü insan hakları savunucusu hapiste ya da ülke dışına çıkmak durumunda bırakıldı. Putin de. Venezuela başkanı da.
Her nedense hepsi arasında da müthiş bir empati var! Kaşıkçı’nın iğrenç rehin alınma, katledilme rezaletine tepki koymak çok güzel. Ama bir laf vardır hani, “bimemneyi bilmemne yapan bari bilmemne olsa” diye. Biri cevaplasa şu soruyu, Osman Kavala’yı 1 yıldır rehine tutma ile Kaşıkçı’yı konsoloslukta rehin alma arasında, öz itibariyle ne fark vardır allasen? “Ben yapabilirim sen yapamazsın” mı? “Bak ama katletmedik” mi? Açık sözlü General Evren bir zamanlar, “asmasak da beslesek mi? “diye sormuştu fütursuzca.
Soros’un New York’daki evinin posta kutusuna bomba paketi konuldu 2 gün önce. Tweetlerinde, Soros’a takanlardan bir de Trump. Soros Açık Toplum Vakfı’nın sözcüsü Laura Silber, bomba olayından dolayı “ülkenin zehirli siyasal ortamını” sorumlu buldu. “ABD’de ve dünya birçok ülkede siyasete nefret söylemi hükmetmektedir ve bu aşırılığı ve şiddeti teşvik etmektedir. Bu korku, yalan ve yükselen otoritaryanizm ortamında, sadece görüşlerinizi seslendirmeniz bile, size ölüm tehditleri yönelmesine neden olabiliyor.”
Tekrar Osman Kavala’ya dönecek olursak, ister şok etkisi ya da başka bir etki söz konusu olsun, Osman Kavala’ya ilişkin güçlü bir kampanya yürütülmemesi gibi bir olgu var. Neyse ki, bu yılki Hrant Dink Ödüllerinin Işıklar bölümünde anılabildi. Çünki Osman Kavala kolayca kategoriler içine sokulabilecek biri değil. Gazeteci değil, yazar değil, yayıncı değil. Ama son otuz küsür yıldır, bağımsız ansiklopedilerin, süreli yayınların çıkmasına, tarihle yüzleşme çalışmalarına olanak sağlamış, hiçbir beklentisi olmadan kapı açmış biri. “Juste, rightous, guisti, gerechte” diye adlandırılan erdemli, doğru, vicdanlı kategorisinde biri.
Entelektüel olarak ise, birçoğumuzu katlar. Bizlerin de içinde yer aldığı bütün bu katagorilerin, basın ve yazar örgütlerinin, yayıncı örgütlerinin, insan hakları örgütlerinin, diyasporaların çok daha yüksek ses çıkarması gerekmez mi?