Tarihe “ilk kırım” olarak geçen Tiamat’la, tüm toplumsallık öldürülmeye çalışılmıştır. Bu söylencelerin toplumun zihnine zorla yerleştirildiği zamandan günümüze kadar kadın varlığı; duygusu, düşüncesi, bedeniyle birlikte sistematik soykırım saldırılarının ana hedefi olmaya devam etmiştir
Ebru Karaaslan
Toplumsallığın yaşam bulduğu, söylencelerin yaşama anlam yüklediği zamandan bugüne kadınlar bu dönemin öncüleri oldular.
Doğal toplumda başat inanç kimliği kadın biçimliydi. Nin:Tanrıça, Hur: Dağ, tepe, Sag: Bölge demekti. Dağlar tanrıçası Ninhursag’la Tanrıça kültürünün dağlık alanlardan indiğine inanışın bir temsilidir. Tanrıça kültüründe aslında göklerde ulaşılmayan, görülmeyen değil, toplumla iç içeydi. Dağlık alan ise Neolitiğin ortaya çıktığı, toplumsallaşmanın kurumlaştığı yerlerdi. Mitlerde Ninhursag’ın mücadelesi, Enki ile girdiği çatışmayla sahnelenir. Erkek hakimiyetli devlet düzeninin inşasını gerçekleştiren Sümer’de, kadın ikinci plana düşürülürken, yaratılan efendi-köle anlayışıyla kadına güç kaybettirerek ezeli bir çatışma alanı yaratılmıştır. Sümer’de, tanrıçalık henüz yerini kaybetmediği ve saygınlığını koruduğu bu dönemde kıran kırana savaşsalar da, Enki ile Ninhursag çatışması uzlaşmaya varabiliyordu. Daha sonra Neolitiğin yaratıcı tanrıçası İnanna ile Enki çatışacaktı. İnanna, Neolitikle birlikte gelişen tarım devrimi, daha yerleşik bir yaşam ile toplumun ahlaki kültürünü devam ettirecek ve önceki deneyimleri de aktarabilecek nitelikte bir kural ve yasalar metni olan 104 ME yi yazmıştı. Kadının bilgeliği, yaratımları, toplumsal yaşam düzenini sağlama gücü, bütün bunlar kurnaz Enki’nin ortadan kaldırmak istediği bilgilerdi. İktidarcı devlet anlayışını meşrulaştırmak için toplumun, animistik bir düşünce yapısıyla birlik içinde yaşadığı ve sınırlı uygarlığın oluşumuna izin vermeyen bu ahlaki, etik değerlerin ifadesi olan 104 ME diye bugüne gelen metinleri yok etmek için, komünal topluma ve onun öncülerine çeşitli kumpas ve tuzaklar kurdu. Orta Çağ’da cadı avları olarak kadın kırımına giden egemenlerin de tam olarak yapmak istediği şey gibi. İnanna mücadelesinde kendi özicatlarını çalan Enki ile çatışarak 104 ME leri geri alır ve metinleri çalmak isterken kumpası işlemeyen Enki, kendi kenti Uruk’ a geri döner.
Sümer tabletlerinde mitolojik bir çok yazı okunabilir ancak en çok da neolitik dönemden, kadın eksenli ve yaratımlı mitolojilerden beslenen, onu kendi (uygarlık) çıkarına göre değiştiren birçok söylencelere denk gelinebilir. Kadın bedeni üzerinden yürütülen düşmanca politikaların meşrulaştırma aracı olarak kullandıkları mitolojik anlatımlar, Sümer’de tabletlerde karşımıza çıkıyor. İlk tecavüzün anlatıldığı tablet incelendiğinde yazılarda Tanrı Enlil’in Tanrıça Ninlil’e tecavüzünün anlatımı bu şekilde geçiyordu;
Çoban…. yazgıları belirleyen, ışıltılı gözlü gördü onu. Efendi ona sevişmekten söz etti, kız gönülsüzdü;
Enlil ona sevişmekten söz etti, kız gönülsüzdü.
Bunun üzerine Enlil veziri Nusku’dan destek istedi, Ninlil’e duyduğu arzudan bahsetti ve birlikte planladılar. Nusku bir kayık getirir ve Enlil ırmakta Ninlil’e tecavüz ederek onu ay tanrısı Sin’e gebe bırakır. Burada dikkatleri çeken nokta, mitolojide ilk defa bir tecavüz anlatısıyla karşılaşıyor olmamız. Ve bu karşılaşmada görüyoruz ki, Tanrıça sıfatındaki bir kadına tanrılar panteonundaki başka bir tanrı tarafından planlanarak tecavüz ediliyor. Bu da toplumdaki diğer kadınlar için yaşamın artık kadın aleyhine döndüğünü gösteriyor. Erkek eliyle oluşturulan yeni sınıflı devletli uygarlık, nitelik olarak gaspcı, talancı, sömürgeci, tecavüzcü bir karakterde. Ve bu mitolojik anlatılar kadınla erkeğin bedende, duyguda, düşüncede yaşamda birbirinden koparılarak neye çevrilmek istendiğinin ön provasıydı.
Yine tabletleri incelediğimizde bu defa tanrılar şahsında oluşturulan, kadın bedenine yönelik düşmanca politikaların yansımasını, toplumsal yaşamın içindeki erkekte de görüyoruz. Bahçıvan Şukalletuda. Tanrıça İnanna, gökyüzünde ve yeryüzünde dolaştıktan sonra dinlenmek için bahçıvanın bahçesinde uzanıverir. Tabletteki anlatı ise şöyle; onu gözetleyen Şukalletuda, tanrıçanın yorgunluğundan yararlanıp tecavüz eder. İnanna olayı anladıktan sonra onu bulmak için arayışa geçer. Yine bir erkek olan babası bahçıvanı saklar ve adımlarını kardeşleri Karakafalılar’a yani Sümer halkına yöneltmesini söyler. Halkın arasında İnanna’nın onu bulması zor olacaktır. Tabletin devamı okunmadığı için bu arayışın sonrasını bilemiyoruz. Günümüzde tecavüzcü anlayışın kurumsallastığı, yasalarla korunduğu, cezasızlık politikalarıyla erkeğin adeta ödüllendirildiği bu düzen, kökünü bizzat erkek tanrı anlayışındaki mitolojik anlatılardan almaktadır. İnanna gibi tecavüz eden erkeğin cezalandırılması için peşinden giden, erkek devlet onu aklasa da mücadelesini bırakmayan yüzbinlerce kadınının tecavüzcü anlayışını içine alıyordu. Doğal toplumlarda kutsal görülen, onun adaletine inanılan kadın, Sümerlerde alaşağı edilmiş, tecavüze uğratılmıştı. 104 ME, bu ahlaksızlıklara karşı da kurallar içeren bir metindi. Yaşamın ahlaki politik ölçülerle sürdüğü doğal toplumlarda bu affedilemez bir suçtur, ki bunu düşünecek, yapacak bir iktidar zihniyeti bu toplumlarda yaşam bulmamıştı. Uygarlık temelini, tarihini bu sebeplerle Sümer’den başlatıyor.
İlk cins kırımının yaşandığı Sümerlerin ardından Antik Babil mitolojisinde kadın, başlangıçta Tiamat şahsında ölümcül darbeyi yer. Tiamat’ın bir diğer adı, her şeyin yaratıcısı anlamına gelen “Ummu-Hubur”dur. Aslında tanrı Apsu’nun, yerine geçmesinden korktuğu oğullarını öldürme düşüncesinden çıkan bir kaos ile başlar. Taht kavgası da diyebiliriz. Ancak Apsu, oğulları tarafından öldürülür. Anneleri Tiamat’ın kızgınlığından korkan tanrılar, karşısına tabletlerde yazılana göre, tanrıçaların memesini emerek tanrısallık özelliği alan, bakışları korku salan Marduk’u getirirler. Çünkü Tiamat’ı yenmek mümkün değildir, fiziksel güç kullanarak yenilmesi gerekmektedir. Erkekler, bilgelikleri ile toplum içinde saygın bir yerleri olan kadınların, şiddetle yenilebileceklerini de bu mitlerden öğrenmişlerdi. Ve bu konuda çokça farklı mitolojik anlatılar olsa da bunlardan en çarpıcısı, Marduk’un çok simgesel biçimde Tiamat’a tuzak kurarak, onu üç okla öldürmesidir. İlk oku beynine yani düşüncelerine, ikinci oku kalbine yani duygusuna, üçüncü oku ise rahmine yani üretkenliğine atması, kadın bedenine yönelik parçalayıcı darbelerden biridir.
Tarihe “ilk kırım” olarak geçen Tiamat’la, tüm toplumsallık öldürülmeye çalışılmıştır. Bu söylencelerin toplumun zihnine zorla yerleştirildiği zamandan günümüze kadar kadın varlığı; duygusu, düşüncesi, bedeniyle birlikte sistematik soykırım saldırılarının ana hedefi olmaya devam etmiştir. Sesi günah kılınır, bedeni haram sayılır; kutsallığının temeli olan analığı araçsallaştırılır ve aklımıza gelen her bir olgusu, ayrı bir tanımlamayla özünden uzaklaştırılarak, tanımlanamaz hale getirilmek istenmiştir. Bugün kapitalist modernitenin, kadın bedeni üzerinden yürüttüğü politikaların hiçbiri bu tarihsel anlatılardan bağımsız değildir. Ancak bu açık savaş halinden bugüne geldiğimizde, “liberal özgürlükçü” anlayışın, kadın bedenini özgürleştirme iddiasiyla, yine kadın bedenine dönük en sinsi metalaştırıcı politikalarını yürüttüğünü görüyoruz. Bu sebepledir ki yüzyıllardır devam eden savaş, erkek egemen zihniyet tarafından kırılmak istenen bu mücadele, kadınların içlerinden birbirlerine aktarılarak ve güçlenerek devam ediyor…