Kadın kazanımlarını gasp eden, başörtüsüne güvence diyen iktidar, bir yandan da türbanlı kadınların yüzlerini buzluyor. Her adımıyla, ‘fikrimiz bir’ dediği Taliban zihniyetine biraz daha yaklaşıyor
Nesli Şahiner
Kadınlara özgürlük vadederek, kendisini destekleyen kadınların emeği üzerinden iktidara gelen AKP, 14 Mayıs genel seçimlerinde Meclis’e sadece 50 kadın milletvekili soktu. 18 kişilik kabinesinde ise bir tek Mahinur Özdemir Göktaş’a bakanlık verdi. Bu bakanlığın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olması da hiç şaşırtmadı. Çünkü iktidarın kadını layık gördüğü tek “makam”ın aile olduğu biliniyor.
Zaten bunu şeriatçı Yeniden Refah Partisi ve Hizbullah uzantısı HÜDA PAR’ı Meclis’e taşıyarak da gösterdi. Tarihte eşine rastlanmayacak derecede kadın düşmanı bir Meclis yarattı. Ve tabii ki bu düşmanlıktan Cumhur İttifakı’na oy veren kadınlar da muaf değil.
‘9 yaşında evlilik’ fetvası
İktidara geldiği 2002’de türban taktığı için üniversiteye alınmayan, kamuda çalışamayan kadınları siyasi propagandalarından eksik etmeyen AKP, çalışmaları için istihdam yaratmaktan, haklarını iyileştirmekten dem vuruyordu. Şimdilerde Diyanet’e akıttığı yüksek bütçelerle hedeflediği şeyin, elbette kadınların özgürce çalışması ve okuması olmadığını biliyoruz. Zira Diyanet’in, “kız çocuklarının 9 yaşında evlenmesi caizdir” ve “ailenin mutluluğu için hanımların beylerine hizmet etmesi gerektiği” şeklindeki fetvalarına bolca tanıklık ediyoruz.
Yine ‘başörtülü bacılarım’
AKP, bugünlerde başörtüsünü yine propagandalarının başaktörü haline getirmiş durumda. Genel seçim öncesi dile getirdiği başörtüsüne güvence ve aileyi güçlendirmek için Anayasa’da düzenleme yapacağını, seçimlerden sonra daha yüksek sesle söylemeye başladı. Toplumdaki eşitsizliği ve ayrımcılığı derinleştirecek bu adıma başta kadınlar ve toplumun geniş kesimleri karşı çıkıyor. Peki ya iktidara oy veren kadınlar bu düzenlemeye ne diyor? Seslerini pek fazla duyamıyoruz ama belki de “başörtüsüne güvence” cazip geliyordur bir kısmına. Oysa gerçek hiç de göründüğü gibi değil.
Hafızların yüzü buzlandı
Geçtiğimiz 24 Eylül tarihinde bir haber düştü gündeme. Konya’da Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Karatay Müftülüğü’nde Hafızlık Diploma Töreni düzenlendi. Törende, 172 kadın ve erkek hafıza diplomalarını Konya İl Müftüsü Ali Öge verdi. Öge, diploma törenini daha sonra sanal medya hesabından da duyurdu, hafızları kutladı ve fotoğraflar paylaştı.
Öge’nin paylaştığı kareler arasında, erkek ve kadın hafızlarla ayrı ayrı çekilen toplu fotoğraflar yer aldı. Bu fotoğraflarda kadın hafızlarla olan karelerde, kadınların yüzleri buzlanmıştı. Kadınların yüzlerinin buzlandığı bu fotoğraflar, Karatay Müftülüğü’nün sitesinde de aynı şekilde paylaşıldı.
Müftü suçu kadınlara attı
Fotoğraflarda yer alan kadınların hepsi dini kurallara göre giyinmiş kadınlardı. Her biri türbanlı ve yerlere kadar uzun pardösüler giymişti. Tek açıkta olan yerleri ise yüzleriydi ve yüzleri de buzlandı.
Tepkiler üzerine Konya İl Müftüsü Ali Öge, fotoğrafların buzlanmasıyla ilgili bir talimatının olmadığını bahşetti basına. Suçu, yüzleri buzlanan kadın hafızlara ve ailelerine attı. Şöyle dedi: “Muhtemelen oradaki hanım kardeşlerimizin ve ailelerinin isteğiyle yüzleri buzlanmıştır.”
Bu nasıl güvence?
Bu olay ışığında AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “başörtüsüne güvence” dediği şeyin ne olduğunu bir düşünelim. Dini kurallara göre giyinmiş, türban takmış kadınların yüzlerinin dahi buzlanarak örtülmesi, “başörtüsüne güvence”nin neresine sığıyor? Bu nasıl bir güvence ki, kadınların tüm bedeninin ve saçlarının örtülmesi yetmiyor. Yoksa güvence dedikleri kadınların gözlerinin bile görünmesinin yasak olduğu burkaya mı işaret ediyor? Ya da kara çarşaf mı bahsettikleri? Aksi takdirdeyse saçından tırnağına dek kapanmış kadınların yüzleri neden buzlandı?
Jina dövülerek katledildi
Kadınları aşağılayan buzlama skandalı aklımıza ilk elden İran’da ‘ahlak polisleri’nin katlettiği Jina Emînî’yi düşürüyor kuşkusuz. Kürt kadını Jina Emînî, başörtüsü kuralına uymadığı bahanesiyle dövülerek öldürülmüştü. Jina’nın başörtüsü kullanması yetmedi rejime ve ‘ahlak polisi’ne. “Düzgün örtmedin” diyerek gözaltına alıp, işkenceyle katlettiler…
Kadını gizlemenin yöntemini arıyorlar
AKP iktidarının bugün geldiği yer, İslam’ın gerici aterkil yorumlarını esas alan bir anlayış olarak çıkıyor karşımıza. Karatay Müftülüğü’nde kadınların yüzlerinin buzlanması, başörtülü kadınların da kıyafetine karışacaklarını gösteriyor. Karatay Müftülük olayı bunun örneği
Konuyu, inancına göre giyinen ve bu yüzden mağduriyet yaşamış olan Gazete Duvar yazarı Berrin Sönmez’e sorduk. Sönmez, sorularımızı bugüne ışık tutan örneklerle yanıtladı.
- İktidar, CHP’nin ‘başörtüsüne yasal güvence’ önerisinin üzerine atladı ve dilinden düşürmüyor. Nedir bu ‘güvence’ meselesi ve ne işe yarayacak?
Başörtüsü konusunda dindar kesimde hep bir endişe vardı. AKP giderse yeni gelen iktidar, onların deyimiyle ‘CeHaPe zihniyeti gelirse yeniden başörtüsü yasakları başlatabilir’ diye. Bu iktidar tarafından da pompalandı ama biz bu süre içinde gördük; eski yasakların insani olmadığının daha geniş kesimler tarafından anlaşıldığını. Ha tümüyle kabullendiler mi? Hayır, tümüyle kabullenmedikleri çok net. Aileler de zaten başörtülü kadının inşaat mühendisi filan olmasına karşı çıkıyor. Yani her iki taraftan da kadının kıyafetine göre ne yapıp yapmayacağına karar verme eğilimi çok fazla bizim ülkemizde. Kemal Kılıçdaroğlu kişisel olarak helalleşmeye girdiği dönem dindar kesimin istediği bir güvenceyi sağlamak için yasa önerisi getirdi. Bence sorunlu da değildi bu öneri ama çok gerekli de değildi. Ve bu öneriyi getirdiğinde kendisi de partisi de biliyorlardı ki, Cumhur İttifakı muhalefetten gelen hiçbir yasa teklifini, önergeyi kabul etmeyecekti. Demirel’in sözüyle, ‘tapulu araziye gecekondu yaptırmam’, ‘bu kesime güvenceyi ben verdim’ dedirtmez. Fakat AKP’nin ‘Anayasa’da güvence’ gibi bir yaklaşım getireceğini ben de tahmin etmemiştim. Şunu söyleyebilirim, kesinlikle başörtülü kadınların haklarına, başörtülü olmayan kadınların da kıyafet özgürlüğüne güvence içermiyor.
- Neleri içeriyor peki bu başörtüsüne güvence?
Tehlikeler barındırıyor. Mesela ‘başını örten kadınların çalışma hakkı ve inancı nedeniyle giydiği kıyafetin, kamu yöneticileri tarafından işin işleyişine göre düzenlenmesi’ gibi bir ifade var orada. Bu ifade başını örten kadınların giyeceği kıyafetin belli bir inanç esasına dayalı olması gerektiği şeklinde yorumlanabilecek. Belirli kıyafet biçimleri dayatılabilecek bir anayasal hüküm olarak görünüyor. Buradan yaratılan boşluktan çok kolaylıkla falanca devlet dairesinin yöneticisi ‘bu kurumun işleyişi böyledir, böyle giyineceksin’ diyebilecek. Hem başı örtülü olmayan kadınların haklarını tümüyle çiğneyebilir hem de başörtülü kadınlara belli bir inanç yorumuna göre kıyafet dayatma hakkına sahip olabilirler. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı okullarda bütün kadın öğretmenlere beyaz önlük giyme mecburiyeti getirdi. Yani böyle şeyler çıkabilecek karşımıza, o yüzden karşı çıkıyoruz.
- Başta, ‘başörtüsü konusunda dindar kesimde hep bir endişe vardı’ dediniz. Bu endişeleri giderebilir mi ‘Anayasa’da başörtüsüne güvence’?
Daha önce de Anayasa’da, yasalarda başörtüsü yasağına dair hiçbir ibare yoktu. Tek bir yönetmelik vardı, onda da kıyafet yönetmeliğine uymamanın cezası sözlü uyarıydı sadece. Yasa yasaklamıyor, Anayasa engel olmuyor ama buna rağmen kadınlar işten atıldı, yasaklar yapılabildi başörtüsüne. Bu durumda ne Kılıçdaroğlu’nun verdiği yasa teklifi ne de AKP’nin güvencesinin bir anlamı yok. Çünkü yasak hiç yokken uygulanabildiyse, Anayasa maddesi de yasa maddesi de değiştirilerek kaldırılabilir. Burada önemli olan asıl mesele siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın önüne geçilmesi, ortak duygudaşlık yaratılmasıdır. Eşit yurttaşlık ilkesi gerekiyor, asıl ihtiyacımız olan bu. Yasa ya da Anayasa değil.
- İktidar bir yandan ‘başörtüsüne güvence vereceğiz’ derken, diğer yandan Karatay Müftülüğü başörtülü ve tümüyle kapalı olan kadın hafızların yüzünü buzladı. Bu bir çelişki değil mi?
Tarikat ve cemaat gibi yapılar hep ataerkiliğin yorumlarını benimsemiş durumdalar. İslam’ın özgürlükçü yorumları olmasına rağmen bu yorumları değil, ataerkil yorumları tercih edenler bugün iktidarla çok sıkı ilişki halindeler. AKP iktidarının bugün geldiği yer, İslam’ın gerici aterkil yorumlarını esas alan bir anlayış olarak çıkıyor karşımıza. Aterkil din yorumlarıyla kadınların davranışından, kıyafetinden ve tüm yaşama şekline, aile içi ilişkilerine İslam adıyla kolaylıkla kural ve kısıtlama getirilmesi mümkün kılınıyor. Hal böyleyken, Karatay Müftülüğü’nde kadınların yüzlerinin buzlanmasına gelirsek, demiştim ya başörtülü kadınların da kıyafetine karışma teklifi verecekler, o ihtimal var diye. Şimdi o ihtimalin gerçekten olduğunu bize ispat eden bir durum bu Karatay Müftülük olayı. Kadınlar hafız olmuşlar ve bunun törenine katılmışlar. Çıkmışlar sahneye erkeklerle beraber, fotoğraf çektirmişler. Müftülük de onların fotoğraflarını çekmekte sakınca görmemiş ama sitesinde yayınlarken yüzlerini buzlamış. Ne diyor Müftü, ‘Hanımlar ve aileler istemediği için böyle yaptık.’ Kadınların bunu istediğine kimse beni inandıramaz. Ama Müftülük büyük ihtimalle bazı ailelere böyle bir soru sormuş, onlar da ‘hayır görülsün, sakıncası yok’ diyememişlerdir. Ama özellikle kadınlara değil, ailelerine sormuşlardır diye düşünüyorum.
- Sormamış da olabilirler mi, bu bir bahane de olabilir.
Tabii, sonradan icat edilmiş bir bahane de olabilir, elbette. Ama hakikaten de bunun başörtüsüne güvence meselesi ile çok yakından ilişkisi var. Defalarca söyledik Anayasa’da yasak yokken bile yasak vardı. Şimdi Anayasa’da güvence de gelse, bu güvence yine de yasak olmayacağının güvencesi olmaz. Tek güvence siyasal ve toplumsal uzlaşıdır.
- Kadın örgütleri yeni Anayasa adımının Türkiye’yi Taliban benzeri bir kölelik düzenine götürebileceğini söylüyor. Buna katılıyor musunuz?
Evet, gidişi ben de böyle görüyorum ama şunu söyleyeyim; burka gibi bir şey olmaz. Kıyafet ne olursa olsun kültüreldir ve Anadolu coğrafyasında burka tarzı bir şey görülmedi. Pakistan’da vardı ama dar bir yerdeydi, sonra Afganistan’a geçti.
- Ama Türkiye’de de kara çarşaf var…
Evet kara çarşaf var fakat kültürün değişmesi kaçınılmazdır. Kara çarşaf Anadolu’da ve Doğu bölgesinde bazı yerlerde vardı. Mesela İstanbul’da yoktu. Daha doğrusu 19. yüzyılın sonlarında görülmeye başlandı İstanbul’da. O zamana kadar rengarenk feraceleri vardı kadınların, renkli giyinme vardı. 1890’lardan sonra başladı çarşaf ve 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren bir anda yaygınlaşmaya başladı. Kesinlikle burka olmaz da demiyorum. Bu yüz kapatma meselesi sadece Karatay Medresesi’ndeki kadınlara da yapılmadı zaten. Seçim öncesi Yeniden Refah Partisi de bir kadın milletvekili adayının seçim minibüsündeki fotoğrafını karartmıştı. Bu var. Bu beklenti, bu arzu, bu istek var. Tam Taliban gibi olur mu, İran’daki gibi sınırlı mı kalır, yoksa daha farklı, daha hibrit bir şey mi geliştirirler bilmiyorum. Ama kadının yüzünü, sesini, vs. gizlemenin yöntemlerini aradıklarına hiç şüphe yok.
- AKP, darbe anayasasını özellikle de kadın kazanımlarını hedef alarak daha da geriye götürmek istiyor. Oysa iktidara kadınlara yönelik olumlu vaadlerle gelmişti…
AKP’nin yapacağı her anayasa bir karşı anayasadır. AKP iktidarı, 28. dönem ilk yasama yılında Anayasa ve Medeni Kanunu eş zamanlı olarak Meclis’e getirme girişimleri içinde. Yani bir tersine çevirme süreci var, geri geri adım atıyor. Ben bunu şuna benzetiyorum; eski savaş hilelerinde izini kaybettirmek isteyenler, kendi ayak izlerine teker teker basarak geri geri adım atarmış ve böylece izleyenlerden kendisinin nereye gittiğini gözden kaçırmasını mümkün kılarmış. Kızılderililer yaparmış bunu. AKP’nin yargı reformları diye getirdiği her maddede kadın kazanımları birer birer geri alındı. Şimdi de 2002’de yapılan yasaları ve değişiklikleri ortadan kaldırmaya başlayarak yapacaklar bunu. İşte başta İstanbul Sözleşmesi kabul edildiği için ilk İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdılar. 6284 sayılı kanun, nafaka hakkı da hedefte. Bütün bunlar bir takım dini gerekçeler, kültürel gerekçeler dayatılarak yapılıyor. İşte yerli, milli gibi bir takım safsatalarla. Ama asıl olarak kadını ikincilleştirme, erkek egemenliğini tesis etme hamleleridir.
- Bunlara karşı kadınların eşitlik ve özgürlük talepleri, mücadelesi de sürekli yükseliyor.
Kadınların yükselen ve büyüyen mücadelesine karşı bir erkeklik krizi var. Macaristan’dır, Polonya’dır birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemiz de bu erkeklik krizine tutulmuş. ‘Kimse bana kadın erkek eşittir dedirtemez’ diyen cumhurbaşkanı yönetiminde maalesef erkeklik krizi iktidarda şu anda. Erkeklik krizi iktidarda olduğu için de Macaristan’da ‘katolik değerler’ dedikleri gibi Türkiye’de de İslami değerler, dini değerler, Türk kültürü bilmem ne diyorlar. Bunların hepsi bahane, gerçekte erkeklik krizine hizmet eden iktidarlardır ve kadınların eşitliğe doğru yaptığı her bir ilerlemeyi tersine çevirmek için politikalar üretiyorlar.
- Kadınlar bu adımlara karşı ne yapmalılar? Bu konudaki mesajınız ne olur?
Önümüzdeki süreçte her alanda kadın haklarının gaspı söz konusu. Seçim öncesi yoksul kadının ve çocukların nafakasını kesmek vadedilmişti. Şimdi bu adım gerçekleştiriliyor. İktidar mensubu kadın milletvekilleri de dahil olmak üzere, her görüşten, her toplumsal kesimden kadınların, nafaka hakkının kadın erkek cinsiyet eşitliğinin sağlanması için en önemli tedbirlerden birisi olduğunu hatırlaması gerekiyor. Yeniden Refah Partisi’nin teklifiyle getirilen nafaka hakkının sınırlandırılmasının, kadınların yüzlerinin bulurlanması ile seçim minibüsünde kadın vekil adayının fotoğrafının karartılmasıyla çok büyük bir benzerliği var. Kadınlar eve hapsolsun, boşanma hakkını kullanamazsın, toplumda özerk bireyler olarak var olamasın demek oluyor bu. Ekonomik özgürlük sağlanmadan cinsiyet eşitliği sağlanamaz. Nafaka hakkının bu derece kısıtlanmasının devlet tarafından kadınlara yönelik ekonomik şiddet anlamına geldiğini unutmayalım. Buna karşı tüm kadınları ortak mücadeleye çağırıyorum.