Tutarlı ve devrimci olmak sadece ekonomik, siyasi bir modeli savunmak değil, nerede olursa olsun, siyasi koşullar ne kadar zorlu olursa olsun, evrensel doğruları ilke edinerek siyaset yapmayı gerektirir. Öte yandan, bu temel ilkelerden yoksun siyasi tutum, özellikle büyük insani meselelerde insanı ilkelliğe sürükler. Rojava ve Filistin’de sürmekte olan iki sıcak savaş üzerinden konuşmak, tam da bu bağlamda, konuyu daha somut ele alma olanağı sunuyor bize.
Savaş, ulusal mücadele, hak ve özgürlükler karşısında ilkesel tutum alamayan siyasetlerin zaman içinde kendilerini nasıl yok ettiğine en müstesna örnek, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde dünya sosyalist hareketinin merkezi örgütü II. Enternasyonal’e bağlı partilerin büyük kısmının kendi devletlerinin saflarına savaşa dâhil olarak kendi yoldaşlarına silah çekmiş olmasıdır. İsrailli sosyalistlerin Siyonist siyasetin aparatı haline dönüşmesi, Kürt ulusal mücadelesi karşısında Türkiye sol-sosyalistlerinin bir kısmının sosyal şoven hatta savrulmasını, sebepleri ve muhtemel sonuçları itibariyle bu bağlamda ele alınabilecek örnekler.
İçişleri Bakanlığı’na yönelik silahlı eylem sonrası, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, iki milyondan fazla insanın yaşadığı Rojava’ya saldırı yapacaklarını ve yeraltı-yerüstü bütün tesislerin hedefte olduğunu ilan etti. Ertesi gün elektrik, su, hastane vb. gibi siviller için hayati öneme sahip tesisler bombalandı. Yıllardır süren savaşı durdurmak için Türkiye kamuoyunda bir kıpırdama olmamasını kendimize dert ediyorken, sivilleri doğrudan etkileyen saldırılara karşı da anlamlı bir tepkinin olmadığını bir kez daha görmüş olduk. Savaşın en önünde, AKP-MHP tarafından eğitilip, donatılan Selefi katillerin olması da sol-sosyal demokrat, seküler kesimler açısından sorun edilmedi. Ne Selefi çetelerin vandallıkları gündem oldu, ne de milyonlarca sivilin hayatı önemsendi.
Filistinliler ve Kürtler sivil olamayan(!) iki halk. ABD ve AB emperyalizmini arkasına alan İsrail, yetmiş yıldır kesintisiz biçimde Filistinlilere soykırım uyguluyor. ABD Başkan’ı J. Biden’ın 1986 yılındaki söylemiyle “ABD’nin Ortadoğu’daki 7 trilyon dolarlık en büyük yatırımı olan İsrail” kendi topraklarını savunan Filistinlileri terörist, “itlaf edilmesi gereken haşere” olarak görürken, İsrailli sağ siyasetçiler “kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılır” benzeri bize yabancı olmayan mesajlar vermeyi seviyorlar. Filistinlilerin kitlesel katledilmesine gözlerini kapayanlar, Hamas’ın sivillere yönelik saldırılarını bahane haline getiriyor. İbrani ve Arap halkının eşit haklar temelinde iki ayrı devlet olarak var olmasını engelleyen ırkçı siyaset meseleyi şiddet üzerinden konuşmayı tercih ediyor.
Türkiye’de sosyalistlerin tamamı İsrail Siyonizmine geleneksel olarak karşıdır. Sol örgütlerin çoğu, Filistin kamplarında İsrail’e karşı savaşa geçmişte dâhil oldular. Bugün Filistin mücadelesine şaibeli ilişkileri ve İsrail devletine karşı olmaktan öte antisemitik yapıya sahip olan Hamas’ın öncülük ediyor olması “Filistinlilerin özgürlüğü” talebine halel getirmiyor. Fakat Filistin meselesine bakıştaki bu nesnellik, Kürt siyasi hareketinin sol çizgide olmasına rağmen sübjektif mazeretler “amalar, fakatlar” ile akamete uğruyor. Sol geleneklerin pek de azımsanmayacak bir bölümü “yurtta ulusalcılık-dünyada enternasyonalizm” tutarsızlığı içinde ömür tüketiyor.
İsrail Komünist Partisi ve Demokratik Görüş ve Eşitlik Partisi, İsrail devletinin Filistin halkına saldırısına yönelik “İsrail’deki faşist sağ hükümetin işgali sürdürme amacıyla işlediği suçlar, durdurulması gereken bölgesel bir savaşa yol açıyor. Arap ve Yahudi olmak üzere tüm aklıselim güçler, işgali, ayrımcılığı ve üstünlüğü olmayan normatif bir yaşama doğru yol almak için işbirliği yapmalı, net ve açık bir ses çıkarmalı” açıklamasında bulundular. Yani I. Dünya Savaşı’nda II. Enternasyonal üyesi sosyalist partilerin kendi devletlerinin saflarında savaşa dâhil olma ihanetine ortak olmadılar. Cesaretle “bu suça ortak olmayacağız” dediler ve suçun karşısında mücadeleyi işaret ettiler. Doğruyu söylemenin ebette “vatan haini, terörist” vb. şekilde suçlanmak gibi bir bedeli var. Gerçeği her durumda haykırmak sosyalist olmanın ötesinde vicdani bir sorumluluk. Ezen ulus solculuğu yaparak ezilen ulus mensuplarına “dünya sosyalist olunca hepimiz eşit olacağız” nasihati verenlerin, Gazze’yi dümdüz etmekten bahsedenlerden ya da Rojava’yı yaşanmaz hale getirme amacı taşıyanlardan çok da bir farkı yok.
Filistin’e tepki verip Rojava için susanlar, İsrail’e dini referanslardan dolayı tepki verenler ya da Filistin halkının üzerine yağan bombaları Hamas’ın suçları üzerinden normalleştirenler ilkel bir zihniyetin ürünü. Hakikati savunmak, üstümüzdeki “alçak basıncın” etkisinde kalmadan ilkelere dayanarak konuşmak, kendimize hak gördüğümüz her şeyi dünyanın her yanındaki insanlara hak görmek, Kürdü, Türkü, Arabı, İbrani’yi ve bütün halkları birbirine düşmanlıktan, kan deryasından kurtaracak yegâne çıkış yolu. Gerisi laf-ı güzaf.