Kürtlerin diasporada kurduğu çanak antenli yılların Medya Tv’sinde dik yürüyüşü, kirli sakalı ve titreyerek şarkı söylemesiyle gördük Beytocan’ı. Adı zaten başlı başına ayrı bir karakter olduğunu gösteriyordu. Genelde Kürtçe isimleriyle sahne alan Kürt sanatçılardan farklı olarak Beytocan’ın ismi ile çıkması zaten başlı başına merak uyandırıyordu. Şüphesiz kendisi bunun farkındaydı çünkü küçük çocuklar bile kendisinden ve şarkılarından bahsederken sanki mahallesindeki birinden bahseder gibi çocuğundan yaşlısına herkes Beytocan’ın adını söylerken henüz yanından ayrılmış birinden bahseder gibi söz ederdi. Öyle başladık onu dinlemeye, onunla büyümeye.
Sözün kıymeti olur, müziğin ise tesiri. Beytocan da böyle bir yerden kendini var etti; sözünü müziğinin sihriyle herkese dinlettirdi. Kendi kuşağından, içinde bulunduğu çevreden farklı olarak kendine özgü bir yol izledi. Bireysel ve toplumsal kaygıları, hüzünleri, aşkı, kırgınlığı ve daha bir sürü hissimizi dert edinip sözünü söyledi.
Türkiye tarafında ‘Agir Ketiye Dile Min’ şarkısıyla tanındı, Kürdistan’da ‘Lo Dilo’ diye bilindi. Aşk ve isyan Beytocan’da hep yan yana yürüdü. Hayal kırıklığı ve ihanet aynı tonda sesinde duyuldu. Ülkeye, kavgaya, devrime ihanet ile aşktan vazgeçmeyi, aşkta kazık yemeyi bir tuttu şarkılarında. Beytocan’da hasret Diyarbekir oldu ve bir kadın oldu. Diyebiliriz ki kendine münhasır bir kişilik olarak bu Kürdistan sanatçısı yaşadığını söylemekten sakınmadı.
Beytocan yeri geldi arabeskin dibindeyken kendine mezar yeri aradı, yeri geldi düşmana karşı duvar olmanın haysiyetini en üst perdeden dile getirdi. Çocukluğumuzun isyankâr sesi, aşklarımızın sığınağı oldu. Genç kuşak kendisini bilmeden büyümüş olsa da öncekiler onun ciddi bir hayranı oldu. Sevdiği için ölmekten geri adım atmadan, ülkesi ve ideolojisi için her şeyi yapabilecek yanı, bir bütün olarak kendisini hangi kulaktan ve hangi histen dinleyen olursa olsun, bütünlüğü yakaladı. Gerillaya da sevdiğine de sesini ve sözünü dinlettirdi.
Yeri geldi sömürge bir halkın ‘şehir çocuğu’ şımarıklığını üstlendi, yeri geldi dağda isyan ateşinin başında toplaşmasının şarkısını söyledi. Sevdiğine sitemini, ülkesine tavrını hiç çekinmeden söyledi. Bazen her şeyi bir kenara bırakıp tasavvufa sığındı, bazen de kinizmin sınırlarında insan aklıyla dalgasını geçti. Her sahnede dimdik yürüyüşünü ölümüne kadar sürdürdü çünkü şarkılarında da dimdikti.
Sömürgeciye karşı mücadelede malın mülkün kıymetsizliğini, bu yolda dervişliğin önemini herkese söylüyordu şarkılarında. Çünkü devletin elindeki malın ve ünvanın her an yer değiştirebileceğini biliyor ve bunu şarkılarında dile getiriyordu. Nitekim Beytocan Türkiye medyasında her daim sansürlendi, kendisinden bahsedilmesine müsaade edilmedi. Bundan olacak, yeni kuşak kendisini bilmeden, dinlemeden büyüdü.
Şarkılarında kendi yalnızlığı içinde çaresizce aşkına sesleniyordu. Kendisinin varlığını da yokluğunu da bilmeyen sevgiliye hayallerini anlatıyordu. Serenatlar söylüyor, yaşadıklarını isimsiz sevgilisine mırıldanıyor, onu bir halaya, bir masala davet ediyordu. Bu davette yakarış yoktu, karşılık yoktu ama herkese karşı sevgiliye iltifatı daima hazırdı. Böyle de incelikli şarkıların sahibiydi Beytocan.
Denilebilir ki karşılıksız aşkın ayıp olmadığını yüksek sesle, onurluca dile getirebilen bir yerde yükseliyordu Beytocan’ın sesi. Çünkü asla yan yana gelinemeyecek sevgiliye beklentisiz iltifatlar, güzellemeler yapabiliyordu. Aşık olduğu kişiye aldırmadan aşka tüm gücüyle inanarak övgüler, sitemler sıralayabiliyordu. Aşkın kudretini ve asaletini çıkarsız kabul ettiği için, öyle bildiği ve benimsediği için, sözü buradan kuruyordu, müziği oradan çıkarıp bizi tembihliyordu: Sevmek gerçek, yaşamak bizimle olan bir başka gerçek.
Kürdistan’da deyim yerindeyse söz söyleyenin ateşten çembere alındığı yıllarda sesini duyurdu ve tavrını gösterdi. Bu uğurda yıllarca hapis yattı, hayatı sürgünlerde geçti. Ölümünü de oralardan duyduk. Evet, son zamanlarda sitemliydi ve haklıydı. Biz de Beytocan’ı karşılıksız sevdik, biz de haklıydık. Çünkü onun sesi ve sözüyle aşklarımıza davrandık, kaybettik, yenildik ve bu yüzden kendimizden gördük onu. Zaten kendisi de öyle yaşadı, dünyayı ve kavgayı öyle gördü.
Onu dinleyerek büyüyen bir kuşağın evladı olarak Beytocan hep bizdendi, bir haber bülteninde öldü. Sesi ve sözlerini biz hatırladıkça var olacak. Beyto çünkü candı, bunu bilerek ikisini birleştirdi, geçmişimizin, ilklerimizin canı oldu. Yattığı yer huzur versin Beytocan’a. Oxir be Beyto, canê me: Her tişt virê, dinya fanî.
Haftanın kitap önerisi: Mehmet Özkan Şüküran, Evdeki Israr / İthaki Yayınları