Ahmed Pelda: KDP vazgeçilmez olduğunu düşünüyor. Bu yüzden, ‘ABD peşmerge maaşı, Bağdat memur maaşı ödesin. Millet bağımsızlık bayrağını sallayarak avunsun. Ben petrol paralarını alayım’ diyor. Bu gerçekçi değil
M. Ender Öndeş
Türkiye uzun bir süredir inişli-çıkışlı bir grafik üzerinden Federe Kurdistan ve Kuzey-Doğu Suriye’de savaş sürdürüyor. Federe Kurdistan’daki savaşın gerekçesi “PKK’nin kökünü kazımak” olarak tanımlanırken, Suriye cephesinde ise “Terör şeridini yok etmek”ten söz ediliyor. Birinde ağırlıklı olarak KDP’nin desteği alınırken, diğerinde zaten Türkiye tarafından örgütlenip silahlandırılmış olan türlü çeşitli cihatçı gruplar öne sürülüyor. Her iki tarafta da ciddi bir başarı sağlanamamış olsa da büyük askeri ve mali güçler devreye konuluyor; ancak bu arada olup bitenlerin ekonomik/ticari yönü pek görülmüyor. Türkiye’nin bütün bu çatışmalar sürecinden petrol, doğalgaz ve diğer ticari çıkarlar bakımından neleri hedeflediğini iktisatçı yazar Ahmed Pelda ile görüştük. İkinci bölümde, Pelda, Türkiye’nin Federe Kurdistan ve Rojava’daki hamlelerinin politik sonuçları ve KDP’nin pozisyonu üzerine değerlendirmeler yaptı.
- Bu arada, bütün bu hamlelerin ve KDP’nin işbirliği tutumunun Güney’deki Kürt halkına getirisi nedir? Yani KDP liderliği, Türkiye ile işbirliği dahil bütün bu işleri yaparken nihayetinde Federe Kurdistan halkının çıkarlarını mı gözetiyor? Bildiğimiz kadarıyla öğretmen maaşlarında bile zorlanan bir yönetim var ve bu büyük bir huzursuzluk yaratıyor?
Kanaatimce KDP bir tercihle karşı karşıya kaldı. Barzani ailesinin çıkarları mı, Güney’in ve genel olarak Kürtlerin geleceği mi esas alınacak. Maalesef tercih aileden yana kullanıldı. Çünkü aile çok büyüdü. Çocuklar petrol ve gümrük gelirlerine el koydular. Bunları Türkiye, Avrupa ve Amerika’da gayrı menkule yatırdılar. Ticaretten yatırımlardan komisyon alarak da iç ekonomi dinamiklerine müdahil oldular. Çocuklar çoğu zamanı yurt dışında Kürt toplum gerçekliğinden uzak geçiriyor. Kendilerini Araplarla, Türklerle, Rus oligarklarla kıyaslıyorlar. Ya da onların yaşamını model alıyorlar. Onlar için Kürdistan’ın bir bölümü ailenin kraliyet bölgesidir.
Dolayısıyla federe bölgenin güçlenmesi, kurumsallaşması için gerekli olan peşmergenin, maliyenin birleşmesi, hukuksal sistemin ve bürokrasinin oturtulması gerekirken engel oluyorlar. Çünkü bu birimleri kendi koruma gücü olarak kullanıyorlar. KDP, yönetimlerde etkili olduğu için YNK ile de paylaşım yapmıyor. Süleymaniye bölgesi hak ettiği ekonomik gelirleri alamıyor ve onlar da Bağdat’a yöneliyor ki, bu da zayıflamayı hatta parçalanmayı tetikliyor.
KDP vazgeçilmez olduğunu düşünüyor. Bu yüzden, “ABD peşmerge maaşı, Bağdat memur maaşı ödesin. Millet bağımsızlık bayrağını sallayarak avunsun. Ben petrol paralarını alayım” diyor. 5-6 milyon nüfus var ve bunun 1 milyon 300 bini memur maaşı alıyor. Irak bunu reddediyor. Bu gerçekçi değil. Bu durum, rüşvet, iltimas sisteminin kaynağı ve bu kesimin maaşlarla geçinmesi mümkün olmuyor. Çünkü üretimden koparılmış bir toplumdur. Dolayısıyla sürdürülebilir reel bir durum mevcut değil. Nihayetinde giderek etki alanı daralıyor. Amerika bile eskisi gibi imtiyazlar tanımıyor. YNK ise Rojava’ya yönünü çeviriyor. Sonuçta belirsizlik ve istikrarsızlık büyüyor. Ortadoğu siyasi aktörleri genelde belirsizlikleri sorunları aşmak için proje geliştirmez, bir yerde bir çatışma çıkarır, fanatizmi büyütür ve iktidarını devam ettirir. Korkarım KDP de Türkiye ile sürdürdüğü istihbari, ekonomik ilişkileri askeri işbirliğine dönüştürüp PKKye saldırmaya başlayabilir. Bir ara YNK ile de çatışma noktasına geldiler.
- Önceki günlerde “KDP petrol gelirlerine sahip olmak için verdiği mücadelenin 10’da birini bağımsızlık için verseydi, Kerkük dahil 10 defa bağımsızlık ilan eder, petrole de egemen olurdu. Tek dertleri paranın hesaplarına geçmesi oradan da yurtdışı servetlerine aktarılmasıdır” diye paylaşım yapmıştınız. Biraz açar mısınız
Bağımsızlık söylemi, referandum büyük bir manipülasyondu. Öyle bir niyet yok. Bir ailenin çıkarları bir parti eliyle bir milletin kaderini rehin almıştır. Bunların bu anlayışla, bu kapasite ile bağımsızlık getirmesi mümkün mü?
Mesela bağımsızlık söylemi, hatta referandum büyük bir manipülasyondur. Öyle bir niyet yok. Çünkü bağımsız olmanın hükmü, sorumluluğu, yükümlülüğü bambaşkadır. Biraz önce belirttiğim gibi hukuk, maliye, savunma, anayasa, konularında birleşik bütünlüklü bir adım atması gerekirdi. Dış ilişkilerde Türkiye ve İran yanı sıra global güçlerle müzakereler yürütmesi, hepsinin rızasını kazanacak ekonomik politik güvenceler vermesi gerekirdi. Bağımsızlığının Kürtler, bölgesel ve global güçler için kazan-kazan olacağına dair modeller geliştirmesi gerekirdi. Bu aynı zamanda bölgenin idarenin siyasetin yetkinleşmesini sağlardı. Aksine aniden dönemin bölge başkanı Mesut Barzani bağımsızlık referandumuna gideceğim dedi. Oysa hikâye başkaydı. Barzani üç dönem seçimsiz bölgeyi yönetti. Yani darbe yönetimi vardı. Parlamento başkanını Hewlêr’e sokmadı ve parlamentoyu da kapattı. Neçirvan Barzani’nın başbakanlığı da öyle. Yani darbe yönetimiydi. Ekonomik olarak daha o dönem sorunlar yaşanıyordu. Bundan dolayı seçime gitmeye cesaret edemiyorlardı. DAİŞ’in yükselişi, Şengal’den kaçış, panik ve DAİŞ’in yenilgisine rağmen kaybolan prestij ve ekonomik kriz, KDP açısından sürdürülebilir gibi değildi. Artık darbe yönetimi bile sürdürülemiyordu. Seçimleri yenilemek kaçınılmazdı. Bu anlamda KDP’nin yeniden güçlendirilmesi, parlatılması için referandumdan başka bir formül üretilemedi. Bu popülizmle seçimi amaçladılar.
Dostlar uyardı. ABD Dışişleri Bakanı mektup yazdı. İran görüşmeler yaptı. Irak görüşmeler yaptı. Hatta fiilen elde olan Kerkük’ün ve tartışmalı bölgelerin hukuken de Güney’e kalması, petrol paylaşımı konusunda yeni bir müzakere, Kürtlere imtiyazlar tanınması yönünde önermeler de geldi. Fakat ertelemek KDPye seçim kazandırmazdı. Vazgeçmedi. Yine Kerkük ve tartışmalı bölgelerin elden çıkmasıyla da mağduriyet edebiyatı üretildi ve YNK suçlandı. Sonra görüldü ki, hepsi birlikte sözler vermiş, anlaşmalar yapmış. Halkı ortada bırakıp terk ettiler. Bölgenin yarısı KDP’nin çıkarı için bırakıldı. Açıkçası şunu diyebilirim bir ailenin çıkarları bir parti eliyle bir milletin kaderini rehin almıştır. Şimdi de seçimlerin zamanı geçmiş olmasına rağmen, hükümetten YNK ve birçok parti çekilmesine rağmen, parlamento KDP milletvekillerinin kavga çıkarmasıyla kapatılmasına rağmen, yönetim kademelerini, istihbaratı, askeriyeyi, ekonomiyi aile üyeleri ele geçirmiş. Onlar yönetiyor. Bunların bu anlayışla, bu kapasite ile bağımsızlık getirmesi mümkün mü? Samimi mi? Ha, konjonktürel şartlar ya da bir ülkenin bölge ve başka ülkelerin aleyhine yeni sorun oluşturmak için fiili bir durum yaratması söz konusu olursa bir şey diyemem. Burası Ortadoğu, her şey mümkün.
- Kuzey coğrafyasının yüzde 80’e yakın bölümü maden sahası olarak belirlenmiş durumda. Şirnex, Colemêrg, Bedlîs, Çewlîg, Wan, Agirî… Bu coğrafyaların tamamının İran, Irak, Suriye taraflarında uzantıları var; daha doğrusu bir bütünlük oluşturuyorlar. Madenler ve diğer doğal zenginlikler açısından durum nedir? Türkiye neyi planlıyor? Ve tabii yeni yüzyılın savaş kaynaklarından biri olan su…
İngilizler bölgeyi bölerken galiba hesabı yapmışlar. Petrol bölgeleri güneyde kalırken, su, tarım, hayvancılık, demir, potasyum ve birçok mineralin olduğu kuzey bölgesi Türkiye’ye bırakıldı. Demirel Amerika’da iken suyun politik araca dönüştürülmesini gördü, öğrendi. ABD’nin Tenesse vadisi projesi ile sulama tarım ve kalkınmayı nasıl yarattığını gördü. Demirel ve daha sonra da Özal GAP projesini geliştirdiler. Ama bunu ABD gibi değil Türk usulü geliştirdiler. Proje kapsamında 2 bin 500 Kürt köyünün boşaltılması daha bu dönem kapsam dahilindeydi. Baraj altı kalacak alanların dışında tarım reformu, arazi düzenlemesi bağlamında boşaltılması projelendirilmişti. Arazi Kürtlere de verilmeyecekti. Sahipleri işletemeyecekti. Bunu Keban baraj projesinde gördük. Tüm araziyi Türk holdinglerine ihale ile vermeyi tasarlıyorlardı. Ancak PKK’nin ortaya çıkması bu hesapları alt üst etti. Bu süreci de fırsata dönüştürdüler. Mesela köyleri boşaltmak ve demografik değişim için GAP’a gerek kalmadan PKK’yi bahane ettiler ve 4 bin köy boşalttılar. Faili meçhuller başlatıldı. Jitem, özel tim sistemiyle ekonomi yönetimi militarize edildi. Ülke bambaşka bir boyutta yeniden şekillendirildi.
Yayla yasağıyla da boşaltmadıkları köylerde insanların hayat damarlarını kuruttular. Tarım öldü. Hayvancılık öldü ve insanlar metropollerde ucuz işgücü olarak kullanıldı. Ama toplum batıda yığılınca Bursa, Marmara, Ege Akdeniz tarım alanları da betonlaştı. Türkiye toptan büyük zararlar gördü. Şimdi özellikle suyu Irak ve Suriye’ye karşı bir silah gibi kullanmaktadırlar. Petrol, ticaret, vb. birçok alanda esneklik olabilir. Ama su konusunda hiçbir toplum, ülke, millet esneyemez. Irak ve Suriye’deki toplumsal krizlerin önemli bir ayağı da su yetersizliğidir ve Türkiye’ye yönelik mülteci akışının bir yansıması da buradadır. Türkiye su vermezse insanlar Türkiye’ye gelir suyu alır. Bu hem ülkeler arasında, hem de iç siyasette çatışma demektir.
- Gerçekçi görünmese de Kandil’e sahip olmanın madenler ve doğal zenginlikle açısından bir önem taşıdığı söyleniyor. Siyasal amaçların ötesinde böyle bir planlama da var mı sizce?
Henüz değil. Kafkas-Zagros hattı dağ silsilesi, buna Batı Torosları da ekleyelim, hep güvenlik ve çatışma bölgesi olarak görüldü. Sadece Türkiye’nin Kürt meselesi bağlamında değil. Daha önce NATO-Sovyet kutuplaşmasında da buraya güvenlikçi şekilde yaklaşıldı. Malatya’dan Diyarbakır’a Kars’tan Hakkari’ye NATO’nun açık ve gizli tesisleri ve birimleri vardı. Madenden ziyade güvenlik meselesi mevcuttu. Türkiye ise şimdi bütün dağların krokilerini, vs. çıkarırken, güvenlik olarak nerelerde pozisyon alacağına dair çalışma yapıyor. Yine bölge çatışma alanı olması nedeniyle araştırma yapacak, maden potansiyelini belirleyecek üniversiteler, şirketler kuruluşlar aktif değil. Türkiye ise maden aramalarını dahi ekonomik rantabilite bakımından değil, politik ve propaganda boyutuyla ele almakta. Bir yerde bir birim petrol çıkarsa bunu politikaya alet eder. Mevcut kömür, mermer, maden yatakları da devlet yanlısı, parti yanlısı olanlara iltimasla veriliyor. Yani ekonominin ve bilimin reel şartları söz konusu değil.
- Ve nihayet Rojava… Geçtiğimiz ay Derazor’da ortalık karışınca Türkiye’de “İkinci Suriye Devrimi Başlıyor” diye manşetler atılmış ve her manşette de “Suriye’nin petrol bölgesi” ibaresi mutlaka eklenmişti. Ancak sanırım evdeki hesap çarşıya pek uymadı…
Türkiye’nin, Kürdistan’ın o kadar büyük değerleri, olanakları var ki. Hepsinden önemlisi insan gücü var. Ama bu genç nüfusun mesleği yok. Bu toplumun başka toplumlar nezdinde kabulü zor görülüyor
Bu söylem klasik Türk siyasetine uyuyor. Bir Avrupa ülkesi petrol bölgesini ele geçireyim demez. Petrole nasıl alternatif bulabilirim ya da daha az petrol kullanarak nasıl daha çok güç enerji elde ederim der. Mesela bir makinayı çalıştırırken Avrupalı en küçük motoru, en az enerjiyi kullanan ama verimi yüksek olanı tercih eder. Buna karşılık Türkiye’de makinanın ihtiyacından fazla büyük ve enerji harcayan motor kullanılır. Çünkü o motoru bir statü kişisel gücün yansıması ve teknik gelişimin sembolü olarak algılar. Bu bizzat yaşadığım bir deneyimdir. Bu karşılaştırmayı yapacak araştırmalar yapılmasını da ilgililere öneririm.
Bu bağlamda Türkiye hâlâ petrol yatakları ele geçirme derdinde. Suriye’nin petrolünü biz alalım kullanalım deyip bütün dünyaya diplomasi yürütüyorlar. Bu kabul edilir mi? Bunu zaten kullanan, tecrübesi, ilişkisi olan kurumlar var. Senin referansın ne demezler mi? Karadeniz’de gaz bulduk, şu dağlarda petrol bulduk diye propaganda yapıyorlar. Toplumu da buna alıştırdılar. Kurtuluşu böyle spekülasyonlarda arıyorlar. Oysa Türkiye’nin, Kürdistan’ın o kadar büyük değerleri olanakları var ki. Hepsinden önemlisi insan gücü var. Genç ve dinamik bir nüfus. Zengin tarımsal alanlar, ovalar ve dağlar, tarihi eserler ve kültür mevcut. Bu sayede sanayi, tarım, ticarette büyük gelişmeler sağlayabilirdi. Dil, etnik farklılık, tarihsel derinlikle ortak değerler üretilebilir, bu anlamıyla bölge ve dünyaya model olunabilirdi. Öncü olunabilirdi. Ama bu genç nüfusun mesleği yok. Mesleğe değer veren bir anlayışı yok. Kültürel değer üretimi mafya sinemasına dayanıyor. Haliyle köşe dönme, kısa yoldan zengin olma, günü kurtaracak bir iş bulma, vb. gibi bir toplum modeli oluştu. Bu toplumun başka toplumlar nezdinde kabulü zor görülüyor.
*Birinci bölüm: Yayılmacı politikayla bir yere varılamaz (1)
BİTTİ