Türk devlet geleneği son süreçte en anlamaza dahi tıpkı “Bilal’e anlatır gibi” örnek pratikler sergiliyor. Devletin “halkın refahı ve huzuru için” değil, güvenlik ve beka meseleleri gerekçesiyle, bir baskı ve katliam aracı olarak var olduğu, “bin yıllık devlet geleneği” ajitatif söyleminde hiç bu kadar açık edilmemişti.
O çok övündükleri devletlerinin tıpkı 6 Şubat depremlerinde olduğu gibi 1 Ekim’de Ankara’da ortada olmadığı ve üstelik de kendilerini en güvenli hissettikleri yerde darbe almanın şaşkınlığıyla, önce birbirlerine düşüyorlar, sonra zevahiri kurtarmak adına karşı bir saldırı başlatıyorlar. Tam bir “devlet tiyatrosu” sahneye konuluyor.
Feda eyleminden hemen sonra Dışişleri, MİT, Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanları, İçişleri Bakanı’na “geçmiş olsun” ziyaretine gidiyor ve poz veriyorlar. Adeta “Korsan Milli Güvenlik Kurulu” toplanmış gibi. Hemen ardından da bildik söylem “terörle mücadele” deyip karşı bir saldırı başlatıyorlar. Yüzlerce insan gözaltına alınıyor, bazıları tutuklanıyor. Karşı saldırının adının “kahramanlar” olarak ilan edilmesinin “Ölümsüzler Taburu” isimlendirmesine gönderme olduğu belli olsa da, “Türk devlet aklı”nda bu tür sakilliklerin var olduğu bilindiğinden şaşırtıcı olmuyor.
Şaşırtıcı olmayan bir diğer gerçek ise saldırının ardından eski MİT Başkanı yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın saldırıya gerekçe göstererek Rojava’ya yönelik asker-sivil ayrımı gözetmeden saldırı tehdidinde bulunmasıdır. Türk devlet geleneği en iyi bildiği şeyi ustalıkla yapıyor. Tüm teknolojik imkanlarını kullanarak Rojava’da yaşayan halkın üzerine bomba yağdırıyor, katliam düzenliyor.
Cumhuriyetlerinin yüzüncü yılını kutlarken, yüzyıldır yaptığı şeyi tekrar ediyor. Kürt düşmanlığı tıpkı Ağrı’da, Dersim’de, Türkiye Kürdistanı’nın hemen her karış toprağında on binlerce insanın katledilmesinde olduğu gibi bu kez sınırları aşıyor. Yüzyıllık cumhuriyet gelinen aşamada sadece “etle tırnak” olduğunu propaganda ettiği kendi vatandaşı Kürt’e değil sınır dışındaki Kürtlere de “kardeş”liğini gösteriyor.
Öyle bir kardeşlik ki Kürtlerin bir parça toprağa sahip olmasını, demokratik ilerici kazanımlarını, Rojava Devrimi’ni kendisi için tehdit ve beka sorunu olarak değerlendirip, herkesin gözü önünde insanlık suçları işlemeye devam ediyor. Amaç elbette Rojava Devrimi’ni zayıflatmak, kendine biat eden ve kendi güdümünde hareket eden bir yapı yaratmak. Tıpkı Irak Kürdistanı’ndaki Barzani çizgisi gibi…
Türk devlet aklı en iyi bildiği şeyi yaparken “bizim tarafta” ise sesler yükseliyor. “Siyaset alanı daralıyor”, “demokratik mücadele zarar görüyor” vb. deniliyor. Daha da ileri gidip eylemi “kimden ve nereden gelirse” diye başlayan kelimelerle kınama açıklamaları yapılıyor.
Bu tür değerlendirmelerin, örneğin Cumartesi İnsanları’nın kendi mahkeme kararlarına bile uyulmayarak engellenmesi ya da milyonlarca insanın katıldığı Gezi İsyanı’na karşı açılan ve Türk hukuk tarihinin güzide örneklerinden biri olmaya aday Gezi davasında açıklanan kararlarda ya da Kobane Davası’nda olduğu gibi rehin alma ve intikam davalarının ısrarla sürdürüldüğü bir durumda yapıldığı gözardı edilmektedir.
İktidarın izlediği siyasetin R.T.Erdoğan’ın fotoğrafı üzerine Hitler bıyığı çizdiği için bir çocuğun tutuklandığı ya da Merdan Yanardağ örneğinde olduğu gibi İmralı tecrit sistemini dolaylı da olsa hatırlattığı için tutuklandığı veya Ayşenur Arslan örneğinde olduğu gibi yanlış anlaşıldığı durumda mevcutlu olarak huzura çıkarıldığı koşullarda yürüttüğü ortadadır.
Ve dahası iktidarın her türlü devrimci dinamiği bastırmak için azgınca saldırdığı, en ufak bir protesto eylemine dahi kendi deyimleriyle orantısız güç kullanarak saldırdığı ve işkence vakalarının sıradanlaştığı ve dahası Rojava’ya yönelik soykırım saldırılarının devreye sokulduğu koşullarda hangi siyaset genişliğinden bahsedilmektedir?
Bu koşullar altında açıktır ki, 1 Ekim’de Ankara’da siyasetin en yalın pratiği sergilenmiştir. Hedefi net, mesajı berraktır. Hal böyleyken “ama”larla, “fakat”larla bu duruşu kınamaya kalkmak akıl kârı değildir. Siyasetin sadece ve sadece Ankara’da mecliste yapıldığını sanan yaklaşımın elbette bu mesajı algılaması düşünülemez. Ancak gölge etmemeleri de tercih edilir. Çünkü Ankara Ankara olalı uzun zamandır gerçek bir siyaset görmüştür. Selam olsun!