‘Öğrenci andı’ üzerinden yaşanan ayrışmayı, sadece sandığa tahvil etme hamleleri olarak yorumlanmak, memleket kodlarını, eski kara tahta üzerindeki tebeşir yazılarının ömrü kadar varsaymak olur ki, doğru değil.
Kürt meselesi karşısında tekmili birden yan yana gelebilen siyasetlerin ‘öğrenci andı’nda ayrı düşmesini reel siyasetin sığlığı ile açıklamak yeterli de olmaz. Bu coğrafyada Kemalist ideolojinin İslam değerlerine şirk koşmaya çalıştığına inanan milyonlar var. Yani iktidarın kendi tabanını yok sayarak Danıştay 8. Daire kararına siyasi tavır alması, seçimlerde Kürtlere şirin görünme ihtiyacı ile açıklanamaz. Zira ‘Kürtlere şirin görünme’ eşiği öyle aşındı ki, ‘öğrenci andı’ kolay kolay o eşiği dolduramaz. Kaldı ki, Erdoğan’a en sadık isimlerden Bekir Bozdağ’ın Kürt olmasına yönelik Bahçeli’den gelen üstü kapalı tehdidin yine Erdoğan tarafından savuşturulması Kürtlüğün değil, Kürt olup da, ‘makbul kimliğe’ hizmet edişin taltifiydi. Kayyumlar sonrası Kürtlüğe dair bütün simgelerin saldırıya uğradığı gerçeği hatırlanırsa, kimliğe dair tahammüden yaralamalara ‘öğrenci andı’ ile pansuman yapılamayacağı açık.
Kariyer basamaklarını ailecek hızlı tırmanan Danıştay Başkanı’nın ‘öğrenci andı’nın okullarda yeniden okunmasının önünü açan yargı kararını, iktidar lehine yorumlaması bile meselenin yaklaşan seçimler öncesi seçmen tabanını genişletme taktikleri olmadığını gösteriyor zaten.
Milliyetçi-ulusalcı kesimler arasında ‘öğrenci andı’na ‘kampanya’ düzeyinde eylemlerle sahip çıkılması, dindar kesimlerin ‘ümmetçiliği’ ile ilgili olmaktan çok, bu topraklardaki iktidar bölüşümünde mütedeyyinlerin silinmeyen ötelenme hafızasının dışa vurumudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal” diyen İstiklal Marşı’nı ‘öğrenci andı’ karşı konumlandırması, yine Erdoğan’ın “Bizim tek andımız İstiklal Marşı’dır” sözleri bu hafızanın ideolojik bagajından başka bir şey değildir.
Ülkü ocaklarının “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, ulusalcıların da “Ey büyük Atatürk” sözü üzerinden sahip çıktığı ‘öğrenci andı’ ile ilgili siyasi bilek güreşinde iktidar şimdilik kazanmış görünüyor. Bir diğer kazanan ise İYİ Parti. İYİ Parti de hem milliyetçi hem de ulusalcı seçmenin ideolojik aidiyetliklerini canlı tutmayı biliyor. MHP ve AKP ittifakı geriliminden yararlanabiliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı tepkileri geçiştirmek için işi, temyize götürerek ‘hukuka’ havale ederken, Danıştay kararı askıda bir karar olarak duruyor. ‘Öğrenci andı’nın okullarda yeniden okutulması, iktidarın boşluk bırakmayan siyaset anlayışında bir gedik anlamına gelecekti. Bu nedenle siyasallaşmış dindar kesimlerden tarafından “85 yıl önceye geri dönüş” olarak yorumlanması da manidardır. Siyasal ve toplumsal gücün kaybedilişinin simgesi olarak yorumlanıyor. Korkunun büyüklüğünü gösteren şey ise; yönetmelik değişikliğinin artık yetmeyeceği, anasayal değişikliklerin gündeme gelmesi gerektiği yönündeki talepler…
Daha önce de ‘Tekçilerin savaşı’ başlıklı yazımda belirttiğim gibi; AKP’nin ‘ustalık’ döneminde ‘müesses nizam’a sembolik ayarlarının bir göstergesi olan ‘öğrenci andı’nın tedavüle sokulmak istenmesinin açığa çıkardığı ittifak yalpalamaları daha da sürecek gibi… Bekir Bozdağ’a sahip çıkılması, ittifak içi gerilimde surda gedik açtırmamakla ilgili olsa gerek. Yoksa ne ‘sadık’ isimler iktidar yolunda heba edildi.
Tabii bütün bu tartışmaların bir çember içinde dolaşması, milliyetçi-ulusalcı-muhafazakar çevreler arasında süre gitmesi, memleketteki muhalefetin de halini gösteriyor. Irkçı, tekçi ve militarist bir uygulamaya ilişkin başka bir tartışma başlatamıyor.