Gezi ve Kobanê Kumpas davaları Saray Rejimi’nin tahkimi için yürütülen, toplumsal direnişi cezalandırmayı amaçlayan iki sembol dava. Bu davalardan, Gezi davası ağır cezalar yağdırılarak şimdilik bitti. Delili, iddiası olmayan, iddianame süsü verilmiş “Sayadan nameler” diyebileceğimiz absürt söz yığınları ağır hapis cezalarına gerekçe sayıldı. Osman Kavala’ya açtıkları “casusluk” davası tutmayınca, acilen Gezi davasını tekrar açarak AKP’ye isyan etmiş milyonlarca insana gözdağı vermeyi hedeflediler. Kobanê kumpas davasının seyri de, Gezi davasının bu güzergâhında ilerliyor. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması sonrası HDP Eşbaşkanları ve milletvekillerine açılan davalar boşa düşünce “gereğini yapmak” üzere Saray’a helikopterle savcı getirilerek tahliyeler gerçekleşmeden davanın “icabına” bakıldı.
Gezi davasına verilen tepkilerin aksine, Kobanê kumpas davası “Batı kamuoyunda” sessizlikle karşılanıyor. Kürt sorununa ait her şey sadece devlet nezdinde değil, kendine muhalif diyenler tarafından da kriminal olarak görülüyor. Böylece Saray’ın ön-yargısı Kürt halkı üzerinde uyguladığı bütün hukuksuzlukları Batı’ya doğru kolayca yayabiliyor. IŞİD barbarlığına karşı Kobanê halkıyla dayanışma çağrısına otuz yedi kez ağırlaştırılmış müebbet isteyen muktedirler açıkça polis ve sivil faşistler tarafından katledilen insanları kendi ölümünden dolayı suçlu gösteriyor.
Kobanê davasında tutuklu bulunan HDP’li siyasetçiler bugüne kadar yaptıkları savunmalarda bu davanın Saray tarafından tezgâhlanmış bir kumpas davası olduğunu belgelerle kanıtladılar. Geçen hafta görülen celsede HDP eski MYK üyesi Alp Altınörs’ün yaptığı “Karanlığa Karşı Yaşam Savunması” IŞİD’in Şengal’de giriştiği soykırımı belgelerle açıklarken, “Kobanê davasının IŞİD’i aklama, IŞİD’e karşı direnenleri cezalandırma” amacını detaylarıyla ortaya serdi. Yargılayan savunmalar çok etkili olsa da, bu savunmalar mahkeme salonunun dışına çıkamadığı ölçüde sessizlik sarmalında boğuluyor. Halkların katliamlara karşı direnme ve siyaset yapma özgürlüğünü savunabilmek için A. Altınörs’ün şu çağrısını yaygınlaştırmak elzem; “Kobanê kumpas davasını hep birlikte boşa çıkaralım. Bu dava dört duvar arasına sıkıştırılamayacak kadar önemlidir. 2014’de tüm demokratik kesimlerin IŞİD’e karşı birleşmesi gibi bugün de Kobanê kumpas davasına karşı ortak savunmayı örmeye çağırıyorum.”
Korku imparatorluğu kurmak ve emekçilerin ve Kürt halkının her türlü kazanımlarını berhava ederek mutlak teslimiyeti dayatmak yalnızca AKP-MHP’nin planı değil. “Devlet Aklı” denen derin yapının sağlı-sollu bütün birimleri bu sürece aktif olarak katılıyor. Gezi Eylemleri, 6-8 Ekim Kobanê eylemleri, sokakta hesap sorma, direnme bilincinin eriştiği noktayı göstermesi bakımından eski ve yeni devlet sahiplerini dehşete düşürdü. Özellikle 6-8 Ekim’de ortaya çıkan “tehlike” nedeniyle iktidardan düşmek üzere olan AKP’ye yeniden iktidar yolu açıldı. Derin devletin öz evladı MHP’ye iktidarı kontrol etme görevi verildi. Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan rejimin renk tonajında yapılan küçük ayar sonucu İslam-Türk sentezi tedavüle konuldu. Geçmişin apoletli-apoletsiz seküler devletlûları ezeli düşman belledikleri AKP ile sarmaş dolaş hale gelerek anti Kürt, karşı devrimci Saray Rejimi’nde buluştular.
Yarın 10 Ekim Gar Katliamı’nın 8. yıldönümü. Gezi ve Kobanê kumpas davalarının temeli, AKP’nin 7 Haziran 2015 seçim yenilgisi hemen sonrası gerçekleşen Suruç ve 10 Ekim Gar katliamlarıyla eş zamanlı atıldı. Suruç, 10 Ekim, birer IŞİD saldırısı olmaktan öte, IŞİD’in üzerimize salınması olduğunu artık kanıtlarıyla biliyoruz. IŞİD militanlarını sevk ve idare edenlerin, canlı bombaları sağ salim eylem alanına ulaşmasını sağlayan kişilerin resmi bir görev icra ettiklerini mahkeme tutanaklarında daha da net olarak görüyoruz. Soykırıma, katliamlara karşı duranların yıllar süren esirliği, IŞİD’e destek verip, katliamlara yol açanların itinayla yargıdan kaçırılması Saray Rejimi’nin iradi bir tercihi olduğu hepimizin malumu.
“Karanlığa karşı yaşam savunması” Gezi- Kobanê kumpas davalarını boşa çıkarmakla sınırlı bir savunma hattından ibaret değil elbette. Yaşam savunması; Gezi’den 6-8 Ekim’e, Suruç’tan 10 Ekim’e fiili-meşru mücadeleyi savunmak, katliamcıları yargılayacak, yeniden yükseltilen savaşı durduracak bir ortak mücadeleyi büyüterek yaşamı savunmayı da kapsıyor. Savaş tamtamlarının gürültüsü içinde yaşam savunması vermek kulağa çılgınlık gibi geliyor olabilir ama yaşayanların yaşamı savunmaktan daha elzem ne gibi bir meşguliyetleri olabilir ki?