Haddim olmayarak bu yazıda “şiir” konusunu ele alacağım.
Eski nesil sosyalistler politik mücadeleye roman, öykü, şiir, tiyatro dünyasından adım attılar. Ben de lise yıllarımda Varlık, Türk Dili gibi dergiler okuya okuya, aralarındaki farklara aldırmadan “sosyalist gerçekçi okulun”, “Garip okulunun” şairlerini, şu anda hangi okulun temsilcileri olduğunu hatırlamadığım Edip Canseverleri, Turgut Uyarları, Cemal Süreyaları, ezberleye ezberleye, ezberleyemesem de “sürrealistleri”, romanda Gazap Üzümlerinden, İnce Memetlerden, Sartrelara, Kafkalara sıçraya sıçraya Marks, Engels ve Lenin’e vardım. Vardıktan sonra hepimizde bir arıza oldu diyebilirim; edebiyattaki “çok yönlülüğü” politik mücadelede kaybetmeye başladık. Bizden sonraki nesillerde “arıza”, bir tür “tek yanlılığı” kalıcılaştırdı. Derken ufukta Apoculuk görüldü. Onun eserlerindeki “çok yanlılık” bizim neslin “arızasını” giderdi mi bilemem ama, yeni nesil yanılmıyorsam “dogmatizmden” kurtuluyor.
Darwin’e bakılırsa evrim sonucu meydana gelen her yaratık, öyle uzmanlaşmış yeteneklerle donanır ki, bu aslında sonsuz sayıdaki yetenekleri kaybetme pahasına olur. Yürüyor, koşuyoruz ama artık uçamıyoruz. İşte böyle, çocukluktan çıkıp da politik mücadelenin labirentlerinde birçoğumuz, konumuzla ilgili olarak söylersek “şiirle” bağımızı kopardık. Ben çok uzun bir zamandan beri Türk, Kürt ve Batılı şiir dünyasını takip etmez oldum. Eksik politika şiiri kovdu.
Derken geçmişte Türkiye’de Özgür Gündem çalışanı olarak, şimdi de Medya Haber’den arkadaşım Bayram Balcı’nın bütün şiirlerini içeren kitabını bana vermesiyle “şiiri” hatırladım. Ve üzerinde düşünmeye başladım. Tahmin edeceğiniz gibi şiir eleştirmeni değilim. Tanıdığım iki şiir eleştirmenini vaktiyle çok yakından izlemiştim. Asım Bezirci ve Hüseyin Cöntürk birbirinin zıddı iki eleştirmendi. Asım Bezirci şiirin içeriğiyle, Hüseyin Cöntürk nesnelliği ile ilgiliydi ve bu bakımdan birbirinden ayrılıyorlardı. Bu zayıf kültürel birikimimle Balcı’nın şiirlerini okudum. Her iki eleştirmenden farklı olarak ben kendime şu soruyu sordum: Bayram Balcı’nın şiiri ile gerçek dünya arasındaki ilişki nasıl bir ilişkidir?
Ayıp olmasa “benim teorime göre” diye lafa başlayacağım ama ayıp olacak. Yine de “teorik bir deneme” yapmaya değer Balcı’nın şiiri.
Bayram Balcı “sosyalist gerçekçi” akımın şairidir. Ama onun şiiri, Nazım Hikmet ve sonrasının şiirinden farklıdır. Sosyalist gerçekçi şiir “objektif gerçeğe” yönelir. Balcı “sübjektif gerçeği” yansıtan “sosyalist gerçekçiliğin” şairidir. Bu da ontolojik bir yaşam gerçeğine tekabül eder. Balcı “enel hak” kültüründen gelen bir Alevi sosyalisttir. “Enel hak” semavi dinlerde “sübjektif idealizm” akımının bir koludur. Bu akımın karşısındaki dini felsefenin diğer kolu ise “objektif idealizm” diye isimlendiriliyor. Birincisi “tanrı içimizde” diyor, diğeri “dışımızda.”
Bu felsefi kavganın ışığında Balcı’nın şiirini anlamaya çalıştım. Sosyalist gerçekçi şiirlerde “sömürü, sömürge, emperyalizm, işçi sınıfı, ezilen halklar ve kadınlar” genellikle “şairin bilincinin dışındaki gerçekliklerdir.” Onları, onların mücadelesini yazarlar, onlara hitap ederler. Adeta “objektif idealizm”in “materyalist inkarcılarıdır.
Bayram Balcı ise bütün bu “dışımızdaki gerçekliği” “içimizdeki gerçekliğe” dönüştürür. Onun şiiri, bilincine yansıyan dışımızdaki gerçekliğin bilgisini “estetikleştirme” sürecinde yeniden üretirken, aslında “kendisini üretir.” Bayram Balcı ilk şiirini yazdığı gün doğmuştur, şiirleriyle büyümüş ve olgunlaşmıştır. Balcı ile şiirlerini ayrıştırmayı deneyin, başaramazsınız. Bir de Yahya Kemal’in oburluktan olma koca göbeğini, mücadele ve savaşların trajedisine yabancı hedonizmini düşünün, bunları şiir dediğimiz en insani feryadın sesiyle bağdaştıramazsınız. Çünkü şiir Yahya Kemal’i yaratmamıştır, Yahya Kemal şiiri yaratmıştır. Balcı ise “şiirin çocuğudur”. “Sosyalist objektif gerçekçi” şair şiiriyle işçi sınıfını, halkları “dönüştürmeyi” misyon edinmiştir. “Sosyalist sübjektif gerçekçi” Balcı ise şiiriyle kendisini dönüştürür. Her iki şiir de devrimcidir, ama Balcı’nın şiiri “önce kendini devrimcileştir” diyen Apo’nun, sübjektif faktörü objektif olandan, objektif faktörü reddetmeksizin üstün tutan anlayışını yansıtır. Kendini dönüştüren bireylerin oluşturduğu “ahlaki-politik toplum” inşa edilmeden gerçekleşen devrimler başarısızlığa uğramıştır. İşte burada “şiirin dönüştürücü” kudretini Bayram Balcı’nın hayatında gözlüyoruz.
O çocukluk yıllarından beri yoksul bir mahallede yaşadı. Etrafındaki insanlara bakıp sömürülen işçiyi, aşağılanan Alevi’yi, ezilen Kürd’ü ve annesinin gözlerinden kadını ve kendi çocuğunun varlığından çocuğu tanıdı. Tanıdı ama, onları kendi içinde yeniden üretti. Onlara seslenmedi. Onları eğitmeye kalkmadı. “Onlar” oldu. Onun şiirinde Bayram Balcı’nın kendisi vardır, şiirinde işçi olur, Kürt olur, Alevi olur, Ermeni olur, kadın olur, çocuk olur. Bütün bu özneler Bayram Balcı’ya dönüşür. Onun kitabı kronolojik olmayan Balcı’nın estetik biyografisidir.
Böyle olunca Balcı’nın şiiri “tekrarı mümkün olmayan şiirdir.” Çünkü insanlık aleminde kaç insan varsa o kadar farklı insan var demektir. Hiçbir birey tekrarlanamaz, kaybolan bireyin yerini hiç kimse dolduramaz. İnsan sevgisi işte bu gerçeği bilenlerin işidir. Öyle olmasa kaybettiğimize yanar mıydık?
Bu yazıda “mükemmellikten” söz etmedim. Balcı’nın şiirine “tekrarı mümkün olmayan” yani “eşi benzeri bulunmayan şiir” dediğimde onun şiirini “dünyanın en güzel şiiri” mertebesine çıkarmadım. Böyle bir rütbe hem saçmadır hem de ben rütbe veren bir makam değilim.
İnsan tekrarı olmayan şiirdir.
Cin gibi eleştirici “ne yani Erdoğan da şiir midir?” demez mi?
Ne diyebilirim?
Evet, hepimizin içinde az ya da çok “Erdoğan” vardır. Erdoğan’ı boş verelim, ibret olması için yaşasın yaşayabildiği kadar; biz “içinizdeki Erdoğan’ı öldürelim”.