Tüm dünyada kapitalizmin neoliberal politikalarıyla birlikte dünya tekelleri için ülke sınırları oradan kaldırılıp, sınırsız sömürü özgürlüğünün sağlanmasıyla birlikte, doğal yaşam geri dönülemez düzeyde tahrip edilip metalaştırılırken, halklar ise adeta ölüme mahkum edilip göçe zorlandı. Neoliberal politikalar Türkiye’de 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası iktidara gelen Özal hükümeti eliyle uygulamaya konurken, kamuya ait tüm fabrika ve işletmeler ‘arpalık’ oldukları ve ‘kötü’ yönetildikleri iddialarıyla sermayeye teslim süreci başlatıldı. AKP iktidarıyla birlikte neoliberal politikalar her alanda zirveye taşınırken, sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratıldı.
AKP iktidarının sermaye için anlamı sınırsız özgürlüktü. İktidar tarafından inşaat, enerji, maden gibi rantsal alanları, kendi çeperinde topladığı sermaye kesimleriyle havuzlar oluşturup büyük bir yağma girişimi başlatıldı. Yürütülen yalan propagandalarda hepimizin sıklıkla duyduğu gibi “ülkenin enerji ihtiyacı var, karanlıkta mı kalalım” yalanını işlenirken, bir diğer yalan propagandası ise; ‘Kamu yararı var’ söylemiydi. Yaşam alanlarını savunan yerel halkı, üretici köylüleri ve halkın aydınlarını kalkınma karşıtı olmak ve sanayinin gelişmesini istememekle, yani düşmanlık ve hainlikle yaftaladılar. Diğer yandan doğayı ve çevrelerini savunanları ve savaş karşıtlarını dış mihrakların maşası ve kökü dışarıda olmakla suçladılar.
AKP 22 yıla ulaşan iktidarı döneminde Türkiye halklarının müştereği olan her şeyi sermayeye bağlarken, dışarıya borçlanıp aldıkları kredileri yine sermayeye aktaran politikalara imza atarken, son yıllarda dış borçları geri döndüremeyen iktidar her sıkıştığında savaş politikalarına sarıldı. Bu politikalarla yine bazı şirketler için ‘savunma sanayii’ adı altında havuzlar oluşturup bu şirketlere yeni birikim yolları yaratırken, Türkiye halklarını açlık ve yoksulluğa boğdu. Kürt halkına ise açlık ve yoksulluğa ek olarak bombaları reva gördü.
Kapitalizm ‘küreselleşme’ adı altında enerji arzını, petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarına sahip ülkeleri baskı altına alıp savaşlarla kendine bağlayarak, enerji güvenliğini sağlayıp ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ortadoğu’da yürütülen savaş politikalarının başlıca amacının enerji ve su kaynaklarıyla ulaşım yollarına sahip olmak olduğu ise bilinen bir gerçek. Birkaç gündür Rojava halkına yönelik süren bombalamaların yine başlıca nedeni enerji ve su yolları üzerinde söz sahibi olmak istenmesi.
Platon, Devlet kitabında; “Nasıl güneşin aydınlattığı nesnelere baktığımız zaman, gözlerimiz onları açık olarak görür, görüş keskinlikleri yeniden ortaya çıkarsa, ruh da bakışlarını hakikatin ve varlığın aydınlattığı şeye çevirdiği zaman o şeyi anlar, tanır ve akıl sahibi olduğunu gösterir. Ama ruh karanlığa bulanmış olan, doğan ve ölen şeylere baktığında görüşü körleşecek, artık yalnızca kanılara sahip olabilecektir; durmadan bir sanrıdan öbürüne geçer durur, sanki aklı yokmuş gibidir” der.
İnsanlık aynen bu durumu yaşamakta. Kapitalizm artık ölen bir şey ve bunu yaparken insanlığı da kendi karanlığı içinde inanılmaz boyutta kirletip, aklımızı esir alarak yaşamı yok oluşa doğru sürüklemekte. Oluşturdukları algı ile önümüze konulan sanrılar üzerinden ve yoksun kalmış olan aklımızla hep birlikte o karanlığın, yok oluşun bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar.
İnsanlığın yeni bir güneşe, sadece gerçekleri aydınlatan yeni bir ışığa acil ihtiyacı var. Ancak yeni bir aydınlanma ile yaşama dair olan her şeye karşı, gerçeklerin açıkça görülmesiyle birlikte bu gerçekliği idrak etmemiz, anlamamız mümkün olacaktır. Bu aydınlanmayı, aşırı üretim ve aşırı tüketim eksenli dünyadan kopararak, paylaşım ve ihtiyacımız kadar üretim eksenli bir yönelişle sağlayabiliriz. Elbette bu bir hedef! Bu hedefe ulaşmak için bugünden başlayarak en ufak yaşam biriminde bu anlayışı hakim kılınarak ilerleyebilmeliyiz.
Kapitalizme rağmen bu yönelişi büyütmek ve ileriye taşımaksa o kadar kolay değil. Çağımız devrimler çağıdır. Kapitalizmle uzlaşarak yaşamı ileriye taşımak artık imkansızdır. Yani kapitalist bir sistemin içinde kalarak asla ve asla komünal bir yaşam örülemez. Ancak, nüvelerini oluşturmak ise mümkündür. Bu nüvelerin artması ise beraberinde yeni sorunları ortaya çıkaracaktır. Kapitalist burjuva devlet aygıtları bu nüvelerin artmasına izin vermeyecek ve bu nedenle saldıracak ve karşısında tek seçenek ise direniş olacaktır.
Bugün Rojava’da hayata geçirilmeye çalışılan komünal bir yaşamı örme süreci yaşanmakta. Demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir yaşam çerçevesinde özyönetim inşa edilme çabası aralıksız sürüyor. Rojava’da yaşanan süreç bir tepside halka sunulmadı. Bir devrim süreci yaşandı ve o devrimin yarattığı olanaklarla bugün özellikle Ortadoğu halklarının ihtiyaç duyduğu bir yaşam ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Zorlukları çok fazla.
IŞİD belasına karşı ABD’nin kendi emperyalist çıkarları bağlamında özerk yönetime sağladığı pragmatist desteğin yarın bölgedeki yaşam biçimine karşı bir düşmanlığa dönüşebileceği kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek ve bu gerçeği en iyi bilenlerin de Kürtler olduğu bir başka gerçek. Rojava üzerine yorum yaparken bu gerçekleri görmenizi öneririm çünkü gerçekler görülmezse varılacak yer cehennem çukurlarından başkaca bir şey olmayacak.