Türkiye hakim sınıfları ve emperyalistler; Türkiye ve Kürdistan’da gittikçe yükselmekte olan emekçilerin, halkların ve ötekileştirilenlerin toplumsal ve sınıfsal muhalefetini bastırmak, tek tipçi politikaları derinleştirerek ülkeyi sermaye cennetine çevirmek, NATO’nun bu ayağını güvenceye almak için örgütledikleri kanlı provakasyonların ardından 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştirdiler.
Bu darbeyle halklara ve emekçilere ağır bedeller ödeterek devrimci-demokratik muhalefeti büyük oranda bastırmış, bir sessizlik dönemi yaratmayı başarmışlardı. Kürt direnişi ise bu süreçte kendi mecrasında akışını sürdürerek sistem dışı muhalefetin temel dinamiğini teşkil etti. Sınıf mücadelesini ve halkların direnişini hedefe koyan bu darbe süreci Alevi halklar üzerinde yürütülen sistematik şiddetin daha da ağırlaştırıldığı yıllardı. Tek tipçi politikaların değirmeninde Kürt halkı dışında öğütülemeyen ve Kürt gerçeğiyle iç içe boyutları olan bir diğer gerçeklikti Alevilik. Alevi hakikatinde ısrar Maraş, Çorum ve diğer Alevi katliamlarının nedeniydi.
Alevilik bu toprakların kadim gerçekliklerinden biriydi, onun Rıza Yolu ve Rıza toplumsallığı temelli öğretisi ve toplumsal modeli hep hedefteydi, sistematik şiddetin nesnesi durumuna getirilmiş, ağır bir tecrit ve yalnızlaştırma politikası uygulanmıştı. Evet, tarihsel süreçler boyunca baskılar uygulanmış, ağır kayıplar yaşanmıştı fakat varlığı hiçbir zaman son yüz yılda olduğu kadar tehdit altında olmamıştı. Zira tarihte benzerleri yaşanan Baba İshak-İlyas, Şahkulu, Koçgiri, Dersim ve sonraki pek çok katliamla Aleviler fiziki olarak hedeflenmişse de kapitalist, merkezi-tek tipçi devlet modeliyle yaşamın her alanı kıskaca alınmış; fiziki imha, göçertme politikalarıyla beraber asimilasyon çoklu araçlarla daha da etkili biçimde devreye konulmuştur.
Devrimci-demokratik mücadelenin gelişmesiyle Aleviler yüz yıllardır süren tecrit ve yalnızlıktan kurtulmuş, her halk ve inançtan yoldaşları olmuş, bu mücadeleler içerisinde yer alarak toplumsal hak taleplerini yükseltmişlerdir. Tahakküm ilişkilerine yer vermeyen, Ocak ve Dergâh sistemi etrafında inşa edilen Alevi toplumsallığı bu kurumlar işlemez hale sokularak bir toplumsal var oluş biçimi dağıtılmış, Alevilerin tarihsel yaşam alanları neredeyse insansızlaştırılmıştır.
Metropollere ve dünyanın dört bir yanına dağıtılan Aleviler dernekleşme, federasyon ve konfederasyonlar biçimindeki sivil toplum örgütlülükleriyle kendi özgün ihtiyaç ve sorunlarına cevap olmaya çalışmış fakat tek tipçi zihniyet buna dahi tahammül edememiştir.
Bu tahammülsüzlüğün güncel örnekleri olan PSAKD Genel Başkanı Cuma Erçe ve beraberindeki Alevi kurum temsilcilerine müdahale ve ters kelepçeyle yapılan gözaltının ardından Demokratik Alevi Dernekleri Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan’ın evden gözaltına alınmasıyla gerçekleştirilen fiiler Alevilere yönelik yeni bir sürecin ilk adımları olarak görülmelidir.
Alevilerin tartışılamaz ve devredilemez olan hak temelli talepleri vardır, diğer halklar ya da inanç kimlikleri için bir tehdit değildirler. Kendi ülkelerinde, kendi topraklarındadırlar ve kimsenin lütfuyla bu ülkede yaşamamaktadırlar. Tarihsel-toplumsal gerçeklikleri, sorun ve ihtiyaçları nedeniyle demokratik bir Cumhuriyet için bu toprakların tüm halkları, mazlumlarıyla birlikte demokrasi mücadelesi vermektedirler ki bu bir haktır, meşrudur.
Türklüğün ve kültürel İslam’ın doğasına saldırarak hakikatinden koparan, toplumcu değerlerinden arındırarak edilgen ve sömürüye açık duruma düşüren, tek tipçi zihniyetin toplumsal tabanı ve şiddet aracı durumuna indirgeyen Türkiye (Türk değil) beyaz ve yeşil hegomon klikleri kaos ve şiddet sarmalını süreklileştirerek hakikatinde ısrar eden halklarımıza, emekçi ve kadınlara sistematik şiddet uygulamaktadırlar. Özgürlükçü-eşitlikçi değerlerin içselleştirildiği Demokratik bir Cumhuriyette on milyonlar açlık sınırının altında ki bir asgari ücrete mahkûm edilemez, ülkenin tüm zenginlikleri küresel sermayeyle birlikte talan edilemez, doğa bu şekilde yıkıma uğratılamaz ve bütün bu fiillere güçlü bir zemin yaratan ötekileştirme üzerinden düşmanlıklar üretilemez.
Öncesine gitmeden, sadece 12 Eylül darbesinden bu yana acı, ölüm, zulüm, yoksulluk ve sefalet dolu yarım yüz yıla yaklaşan bir süreç yaşandı. Nice kuşaklar bu zulüm sarmalında tüketildi. Şimdi bununla yetinmeyen beyaz-yeşil iktidar klikleri daha otoriter bir rejim inşasıyla bu karanlığı daha da derinleştirme, bir yüz yılı daha gasp etme yolunda ilerlemektedirler. Sürece cevap olabilecek örgütlülük ve direnç geliştirilemezse halklar, emekçiler, kadınlar, gençlik, tüm ötekileştirilenler daha çok baskılanacak, daha yoğun sömürüye tabi kılınacaktır.
Aleviler olarak bu süreci tarihsel-toplumsal hakikatimizle buluşarak, eşitlikçi-özgürlükçü bir temelde diğer mazlumlarla yoldaşlaşarak göğüsleyebiliriz.
Aşk ile