TBMM, 1 Ekim’de yeni yasama dönemi için açıldı. Açılış konuşmalarında TBMM başkanı ile Cumhurbaşkanı yeni anayasa yapılması gerekliliğini kendi durdukları yerden anlattılar. Türkiye’nin gerçekten yeni, sivil ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Bu yazıda Anayasa yapımı ile ilgili metotları ele almayacağız.
Halihazırdaki Anayasa, 1980 askeri darbesini yapan generaller tarafından 1982 yılında hazırlatılıp sıkıyönetim koşullarında kabul ettirilen anayasadır. Bu Anayasa aradan geçen 41 yılda 23 kez değiştirilerek toplamda 96 maddesi değiştirilmiştir. En son yapılan değişiklik ise 16 Nisan 2017 tarihinde OHAL koşullarında YSK’nın kanuna aykırı kararı ile kabul edilen mevcut rejimi daha da otoriterleştiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet modeli anayasa değişikliği olmuştur. Esasında şu anda adı anayasa olan ama hiç kimsenin uymadığı, otoriter başkanın yorumladığı kadarıyla uygulanabilen, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğini içeren bir anayasa ile karşı karşıyayız. Sonuçta bu anayasaya göre en çok ve tek yetkisi olan kişi bile bu anayasadan şikâyet etmektedir. Peki neden? Kanaatim o ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık geçmişinde 1921 anayasası hariç 1924’ten itibaren yürürlüğe konulan anaysalar siviller tarafından ve sivillerin örgütleri tarafından yapılmamıştır. Bu durum 22 yıldır ülkeyi yöneten AKP’yi bile rahatsız etmektedir. Bu durumda anayasanın ‘sivil’ olması gerektiği konusundaki görüşe hepimiz katılabiliriz.
Anayasa karman çorman olduğu için yeniden derli toplu bir şekilde ele alınması, yeni baştan yapılması gerekmektedir. Bu konuda da sanırım hemfikir olabiliriz.
Anayasanın yeni ve sivil olması konusundaki benzer görüşler başlangıç için iyi olabilir. Dolayısıyla TBMM bünyesinde tıpkı 2011 seçimlerinden sonra oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu gibi grubu bulunan partilerin eşit sayıda temsili ile bir uzlaşma komisyonu kurmasının önemli olduğunu belirtmek gerekir.
Asıl sorun bu anayasa ne kadar demokratik olacak? Demokrasi çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık içerir. Çoğulculuktan kasıt etnik, inançsal ve dilsel farklılıklar başta olmaz üzere tüm farklı durumların kabul edilmesini içerir. Katılımcılık halkın en geniş şekilde iradesini yansıtabileceği engelsiz bir rejimi içerir. Yani kayyım anlayışından vazgeçmeyi içerir. Katılımcılık ademi merkeziyetçi çözümleri de içerir. Siyasi partiler ve seçim yasalarının demokratikleşmesini içerir. Açıklık ise hesap verebilen ve açık bir rejimi içerir. MGK ve MGK’nın aldığı gizli kararlarla değil TBMM’nin aldığı ve halka açık kararlarla yönetimi ve bütçe hakkını içerir. Uzatabiliriz.
Demokrasinin çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık ilkesi benimsenirse Türkiye’nin cumhuriyetten daha yaşlı olan Kürt sorunu rahatlıkla çözülebilir. Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri yerine getirilebilir. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanabilir. İfade özgürlüğü mutlak olarak yerine getirilebilir. Vesayet ve kayyım anlayışı tamamen terk edilir. Gelir dağılımı eşitliği sağlanarak sosyal devlet ve sosyal adalet sağlanabilir. Ayrıca doğanın hakları kabul edilerek ekolojik yıkım yavaşlatılabilir.
Anayasa tartışmalarında birkaç önemli hususa değinmek gerekir.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken 1921 Anayasasını mı referans alacağız yoksa 1924 Anayasasını mı?
Mevcut Anayasa 1924 Anayasanın devamı, tekrarı ve güncellenmiş halidir. Dolayısıyla 1924 anlayışı (resmi ideolojiye dayalı ulus devlet) ve yasası esas alınacaksa bu anayasa yeni ve sivil olmayacaktır. Tarihsel olgular bu tespitimi tamamen haklı kılmaktadır. O halde 1921 Anayasasının anlayışı ve yasası esas alınarak cumhuriyetin ikinci yüzyılında Demokratik Cumhuriyet kurulabilir.
Diğer bir husus ise hali hazırdaki otoriter rejim uygulamalarının yarattığı güvensizliği ortadan kaldıracak güven arttırıcı önlemlerin hızla ortaya konması gerekir. Siyasi iktidar otoriter uygulamaları nedeniyle güven vermiyor. Bu noktada anayasanın 90, 36, 38, 138. maddeleri gereği uluslararası hukukun gerekleri yerine getirilmeli, AİHM kararları geciktirilmeksizin uygulanmalıdır. İmralı ada hapishanesindeki tecrit mutlaka sona erdirilmelidir. Siyasi mahpuslar ile hasta mahpuslar derhal tahliye edilmelidir. İfade özgürlüğünün gereği olarak basın özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı, toplanma ve gösteri hakkı serbest bırakılmalıdır. Bir daha kayyım atanmayacağı ve halk iradesine saygı duyulacağı açıklanabilir. Uzatabiliriz.
Türkiye en önemli sorunu olan Kürt sorununu yeni anayasa yapım sürecinde çözebilir ve bu kapsamda yeni bir süreç başlatabilir. Çünkü anayasa yapım süreçleri aynı zamanda çatışma çözüm süreçlerine zemin hazırlar. Ya da çatışma çözüm süreçleri anayasa yapım sürecini gerektirebilir. 2013-2015 fırsatı tekrar yakalanabilir ve bu sefer bu fırsat heba edilmemelidir.
Türkiye yeni sivil ve demokratik anayasa ile girmek istediği AB’ye tam üye olarak girebilir. Buna artık bir karar vermek gerekir.
Ve elbette ki bu süreç ilerler ve başarılırsa işte o zaman sosyal devletin gerekleri yerine getirilir ve işsizlikle, yoksuzlukla mücadelede yeni ve önemli gelişmeler sağlanabilir.
Çok kısa özetlediğim bu süreç siyasal aktörlerden Ak Parti ve Yeşil Sol’un kararlı tutumuna bağlıdır. 2015’te kaçırılan fırsat 2023’te yakalanabilir kanaatindeyim. Yeter ki bu konuda kararlı olunsun.