türkiye’nin önümüzdeki beş yılını belirleyecek dinamiklerin başında, yüksek enflasyon ve düşük ücret/maaş rejimi geliyor. bu dayatma karşılıksız kalmıyor, yaklaşık iki yıldır, özellikle perakende ve lojistik sektöründe, ücret artışı talebini de içeren işçi direnişleri filizleniyor.
hatırlayalım, pandemi döneminde, evde kalma hakkına sahip olanların, hastalanmaları sorun edilmeyenlerden hizmet almasıyla, özellikle lojistik sektörünün önemi artmıştı ama zaten inşaat sektörü ve silah üretimi genişlerken tüketime yönelik sanayinin git gide küçülmesi perakendeciliği ekonomide öne çıkarttı.
pandeminin ardından gelen yüksek enflasyon/düşük gelir rejimiyle, direnişler sönümlenmedi, süreklilik kazandı. yakın zamanda antep’te şireci tekstil’de çalışan 2 bin işçi direnişi başarı ve kazanımla sonuçlandı. şu sırada, trendyol, agrobay, fedaş, haliç tersanesi, corning, tüvtürk, aluform pekintaş işçileri ve belki benim duymadığım başka işyerlerinde emekçiler hayatları, gelecekleri ve onurları için direniyor.
bu yıl asgari ücret pazarlıklarından önce çalışma bakanı bilgin türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranının tüm çalışan nüfusun yüzde 37’si olduğunu açıkladı. disk-ar’in “asgari ücret gerçeği 2023” araştırmasına göre özel sektör işçilerinin yüzde 65’i asgari ücretli, yüzde 21,7’si asgari ücrete dahi erişemiyor. kayıtdışı çalışanlarda asgari ücret ve altında ücret alanların oranı yüzde 84,7! bu yüksek oran yeni bir olgu değil, sgk belgelerine göre 2018’de 14 milyon 229 bin kayıtlı işçiden 5 milyon 153 bini asgari ücretle çalışıyordu yani asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 36,2’ydi. avrupa birliği istatistik kurumu’nun verilerine göre türkiye o yıl bu konuda avrupa’da birinci sıradaydı; ikinci sıradaki slovenya’da asgari ücretli oranı yüzde 15,2’ydi. türkiye’deki oran kendisine en yakın slovenya’nın 2,5 katıydı. yani asgari ücret uzun bir zamandır ortalama ücret haline gelmiş durumda.
düşük ücretlerle çalışan, sözleşmeli çalıştıklarında, asgari ücret bile alamayan özel okul öğretmenleri özlük haklarını alabilmek için örgütlendi.
emekçilerin aktif çalışanlarla sınırlı olmadığını biliyoruz. emekliler de emekçi sınıfın bir parçası. devletin emeklilere aktif çalışanların vergileriyle baktığı iddia ediliyor ama işin aslı öyle değil. bu insanlar geçmişte ödedikleri primlerin karşılığını alıyor. emekli maaşları geçtiğimiz yirmi yılda küçüldü, ocak 2003’te en düşük emekli maaşı net asgari ücretten yüzde 47 fazlayken ocak 2023’te en düşük emekli maaşı asgari ücretten yüzde 35 daha az. emekliler kendilerini açlığa mahkum eden bu maaş politikası karşısında örgütleniyor, eyleme geçmeyi planlıyor.
bütün bunları anaakım medyada göremesek de sosyal medyada kısa bir gezintiyle görebiliriz.
tıpkı uzun bir zamana yayılan ve sonuç alan emeklilikte yaşa takılanların mücadelesi gibi, bütün bu örgütlenme ve direnişler hem yeni çalışma rejimine karşı hepimizin hayatını ve refahını savunuyor hem de çok önemli bir tecrübe birikimi oluşturuyor.
kamunun vermesi gereken temel hizmetlerin özelleştirilmesiyle bugün emeğin mücadele alanı yalnızca fabrika ve işyerleri değil. artan barınma, ulaşım, sağlık, eğitim masrafları da bugünün ücret kavgasını harlıyor. bu emek rejimi merkezden, siyasetle belirleniyor. örneğin hazine ve maliye bakanı mehmet şimşek birkaç hafta önce yaptığı bir konuşmada kamuda çalışan memur ve işçilerin ücret düzenlemelerinin hedef enflasyona göre yapılacağını açıkladı! açıklanan resmi enflasyon bile gerçeği yansıtmazken hedeflenen enflasyonun ne anlama geleceğini tahmin etmek güç değil.
iktidarın, vergi politikalarından ücret zammı oranlarına kadar uzanan bu siyasetine, merkezi düzeyde karşılık verilmesi gerek. burada konfederasyonlara ve genel olarak sendikalara önemli bir iş düşüyor.
ama bu yetmez.
bu iktidar, servetin el değiştirmesini sağlayan politikalarla kendi sermaye grubunu yarattı, siyasi elit de büyük bir zenginlik elde etti. son 20 yılda hayata geçirdiği yeni emek rejimi ile sermayeyi akıl almaz biçimde güçlendirip zenginleştirirken, emeği açlığa ve itaate zorlayan, ölümüne bir çalışma düzeni kurdu.
buna karşı yükselen direnişlerin sesi olmayan, bu direnişlerin ve genel olarak emeğin taleplerini siyasete taşımayan bir politik hattın önümüzdeki dönemi anlama, yönetme ve kitleselleşme ihtimali düşük bence. iki kutbun çatışmasına sıkıştırılmaya çalışılan siyasetin dışında bir odak ancak buradan kurulabilir.
çünkü hepimizin aklına zaman zaman düşen, kararlılığımızı pekiştiren o cümlenin ikinci kısmındayız; artık mutlaka bir yol açacağız.