Isıya verdi kendini, yıllarını suya verdi. Bir ömür yaş almış, dağın bir yamacından giderek yaş aldı. Dut ağacının altında oturdu, yüksek bir yerde bir bağa girdi. Çantayı acılarla, gazeteye bir kederle yazdı son yazısını
Enes Yıldız*
Toprak sürgüne terk edildiğinde, kavimler göç ettiğinde, miladi takvimler çevrildiğinde zaman öylece oluşur.
Yüreğimizi bir kuş cıvıltısına vermenin zamanıdır.
Hüzün ve keder kokan bir sonbahar yaprağına kendimizi verelim.
Yüreğimde biraz suskunluk, biraz da mavi bir gökyüzü gibi hüzünleniyor var oluşlar.
Biraz zamanla biraz da kendi kendimizin arasında mevsimin kederine yitik kalmadan.
Gezgin gitti, gezgin yaş aldı içimizden.
Dağlar yaş aldı, taşlar, ağaçlar, su, toprak, ateş yaş aldı, devrimci yıllar boyunca yürüdü ve yaş aldı.
Devrimcinin kederi yaş aldı. Devrimcinin kalemi ve devrimcinin fotoğrafları da içimizden yaş aldı.
Bulut sürüleri yaş aldı. Eski yağmış yağmurlar yaş aldı. Özgürlük uğruna yürüyenler anlatırlar. Direnenler aynı dilde anlatırlar birbirlerini.
Aynı sevinci ve aynı başarıyı, umudu beraber anlatırlar. Kaç mevsimin yaş aldığına, kaç insanın aramızdan ayrılışını anlatırlar…
Ve Eylül’de biraz boğazımız düğümlenir.
Kaç zaman sürgün edildi.
Yerinden yurdundan sürgün edilenleri yazdın. Eski tabletlerin üzerinden yazılan yazıları yazdın.
Yaş almış, olayları, ovaları, sürgünde kalan, bir geceye direnen, bir akşama yürüyen, güneşe koşan, mezar taşına dilek bağlayan insanları yazdın.
Ayağını savaşlarda, sevdiklerini bir davada ve bir mücadelede kaybedenleri yazdın. Direnişçileri yazdın, yiğitleri yazdın. Sınır tellerini ve sazın tellini de yazdın.
Kimler gitti içimizden ve suskun kalır bir yanımız… Bir yanımız da bir devrimciye kalır ve bu coğrafyanın yaşanmışlıklarına kalır.
Ey gezgin! Bu gitmelere ve nerelere haber salacağım. Yüreğime ya da kimin gidişine, kimin yaşanmışlıklarına, bir haber ya da hoş bir selam, sevgiyi ve saygınlığı kimlere emanet edeceğim. Kuytuluk bir boğaza mı? Nehrin tarihçesine mi? Eskimiş hatıralara mı? Yoksa raflarda bekleyen, kitaplara, gazetelere ya da caddelerde yürüyen, yaşlı insanlardan mı gittin? Bir devrimci ve bir gezgin aramızdan ayrıldı diye. Bir kere daha söz söyleyip, yaşadığımız zamana hayıflanırız. Zamanın oluşuna eşlik ederek, insan bilmecesine, insan öyküsüne, insanın ömür verdiği soluksuz serüvenine veririz kendimizi. Bu Eylül ayında, bize ne kalır geriye?
Ya bir devrimci ya bir yazar ya da bir bilge… bir savaşın geride bıraktıklarına hayıflanırız. Suskunluğa, bir dağ serüvenine suskun kalırız.
Aramızdan ayrılan birileri, bir yolun başlangıcına, acı veririz. Zulamızda acı, zulamızda kaçıncı bir mevsim kederleniyor. Bu asırda gidenler, bu asırda yazanlar, bu asırda direnenler hoş kelimeler bıraktılar geriye.
Öfkeyi, isyanı, yani kendini yeniden yaratanlar, yaş alıyor. Antik çağımızın, mitolojik öykülerin ve hikayelerin yaş aldığı zamanlardayız. Coğrafyamızın yaşam serüveni, coğrafyamızın hatırası, coğrafyamızın anıları, coğrafyamızın dağları kadar yaş aldın ve öylece gittin.
Devrimcinin maraton yürüyüşü yaş aldı. Yaş aldı, upuzun yol yürüyüşleri, dağlarda ve Kürdistan coğrafyasında bilgece ve gezgince yaş aldı. Dağlarda, tüm gerilla anılarında, Kürdistan’ın her bir karış toprağına ayak bastı. Bilge devrimci ve bilgece yol alan tüm zamanlara. Amed’in, Kürdistan coğrafyasının gezgini de aramızdan ayrıldı. Gezgin bu sonbahara keder üstüne keder ekledi. Bir sonbahar yaprağı gibi hüzün ekledi. Yüreğimize bir boşluk, bir hayıflanma ve bir gözyaşı verdi.
Bilmecesi çok gezginin, sıralı dağlara verdi kendini.
Öfkeye verdi kendini… çatlamış duvarlara, yıkık kalelere verdi kendini.
Gezgin, kendini incir ağacına, yaş almış elma ağacına verir kendini.
Bilgenin coğrafyası, bilgenin acı haberi de yaş almış, bir o kadarı da yaşanmışlık, yaş almış. Taşlarla bir çember yaptı ve gitti.
Isıya verdi kendini, yıllarını suya verdi. Bir ömür yaş almış, dağın bir yamacından giderek yaş aldı. Dut ağacının altında oturdu, yüksek bir yerde bir bağa girdi. Çantayı acılarla, gazeteye bir kederle yazdı son yazısını.
Biraz yaş alsın, yıllarca yürüdüğün yol, biraz inancı, biraz da yaş alsın tarihçemiz. Amed’in akşamları yaş almış… Hey hayatı sürükleyip kaleme aldığın zaman bir devrimcinin eski gerilla çantası da yaş almış. Bir gezginden sonra… geriye ne kalır, yazıları, hatıralar ve yırtık fotoğraflar mı? Yarım bir hikaye, sesiz bir gün, suskun bir Ekim kalır geriye…
Zamana yaş almış, bir devrimci ve zamana yaş almış, bir Eylül…
Bir ömür biriktirdin dağlara…
Bir ömür biriktirdin baharlara ve yaş almış dut ağacı.
Bir ömür biriktirdin palamut ağacı da epey yaş almış.
Ve yenilgiye yer vermeyen zamanın rengi de yaş almış….
Hayat bazen bir türkü de, bir keder de söyler. Hayat bir fotoğrafı anlatır. Hayat bilmediğimiz anıyı sonsuzlaştırır.
İnsan tarihçesi, gitmelerin tarihçesi.
Ve bir ‘var oluşun’ tarihçesi…
Bir gezgin ve bir devrimcinin tarihçesi…
Kaçak bir çay kadar eskimiş harflerim de var. Harabeye uğrayan bir iklim ve yaş almış bir mevsim.
İçinden kederi biriktirdiğim bir coğrafya.
Bilmem ki, gitmelere, göçebe kuşlarına, kocaman bir beyaz at kadar ve durmadan ehlileştiremediğim zaman…
Yüreğim bir gezginin arkasından kocaman ve yüksek bir ateşi yaktığında…
Bir gezgin ve bir devrimci Eylül de göçer eder.
Olsun bu kadarı da. Yüreğimi de bir devrimciye verdim.
Yerlerde ve meydanlarda kavga edenlere, tarihe bir not düşenlere, kalemine ve uzun patikaya yazıyorum. Dağlardan şehirlere, dört ayaklı minareye.
Yüreğinde gezgin bir at koşturanlara. Palamut ağacı da bin yıllardır yaş almış, yaşanmışlıkların, özlemlerin, savaşların, kavgaların yaş aldığı bir asırdan, bir tufandan geçerken…
Zaman biraz muamma…
İster istemez dağlarımız yaş alır, nehirler yaş alır. Gerilla günlükleri yazıldığında yaş alır.
Sarı kanaryalar penceremize konduğunda, Eylül’de ve Ekim’e varmadan gitmiştin.
Palamut ağacı da eskidi. Dağlar yaş almış, ovalar yaş almış, bir hüzün, bir acı veriyor, soluksuz yol yürüyüşün de acı veriyor.
Amed’den Süleymaniye sokaklarına, Efrîn’den, Halep’ten geçip gidiyorsun. Dağları da kendinle yaşlandırdın, son baharları, tarihi kaleleri, coğrafyamızın kırık, buruk, ağıt yakan, türküyü de yaşlandırdın ve öylece gittin…
Hayatın kıyısına yaptığın yolculukların vardı. Dağların, yükseklerin, bilgelerin, bilmecelerin, şifrelerin ve kodlamaların, tarihçesiydi bu gitmeler.
Zamanın sert rüzgarlarına direnen, bu coğrafyanın hikayelerini kaleme alan gezgin devrimci. Eskiyi, yazı, baharı, anıları eskimeye gittin.
Bir devrimcinin, bir gezginin “var oluş” tarihçesi şöyle dedi;
”kalemin yaş aldı
Ayak bastığın yerler yaş aldı
yaşadıkların ve geriye bıraktıkların yaş aldı.”
*Gazeteci arkadaşımız Seyit Evran anısına yazılmıştır.