Erdoğan’ın ağzından istikrar kelimesi hiç düşmüyor. Konuşmalarında sürekli bir istikrar arayışı ve vurgusu söz konusu. Siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın nedenini sürekli kendi dışında arayan bu zihniyet istikrar politikaları adı altında emekçilere ve topluma her geçen gün yeni maliyetler yükleyerek içine sürüklendiğimiz çöküşten çıkmayı umuyor. Oysa içinde bulunduğumuz durum istikrarsızlık olarak tarif edilemez. Derin bir çoklu kriz koşulları içindeyiz ve bu koşullardan çıkmanın yolu alışılagelmiş istikrar tedbirleriyle mümkün değil. Kaldı ki alışılagelmiş IMF istikrar modelinin de emek ve geniş halk kesimlerinin gırtlağına yapışan bir model olduğunu geçmişten çok iyi biliyoruz.
Enflasyonla mücadeleyi sürekli dile getiren Erdoğan aslında enflasyonu araçsallaştırarak günü kurtarmaya çalışıyor. Yerel seçimlere kadar enflasyonist politikalar eliyle ekonomiyi canlı tutma derdinde olan Erdoğan, seçim sonrası olası bir seçim başarısı hayaliyle bugün kaşıkla verdiğini kürekle geri almanın hesabını yapıyor. Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı’nın bu senaryodan habersiz olması düşünülemez. Onlar sahneyi düzenlemekle görevli.
Enflasyonun nedeni de diğer ekonomik ve siyasi sorunların nedeni de kronikleşmiş yapısal sorunlardır. Dünya kapitalizminin ve ulus devletlerin kriz içinde olduğu ve bu yapışkan krizin küresel ölçekte devasa sorunlara neden olduğunu söyleyebiliriz. Ekolojik krizlerden göçmen ve mülteci krizlerine, temiz içme suyu krizinden gıda krizine, küresel işsizlikten derin yoksulluğa kadar kapitalist ulus devlet sorunu dünyayı felakete sürüklemeye devam ediyor. İstikrar arayışı da aslında küresel bir arayış. Bu arayış kapitalist sistemin son çeyrek yüzyılda istikrar arayışı olarak otoriter sistemlere yönelmesine neden oldu. Bu arayış daha çok baskı ve şiddeti yeni bir düzenleyici mekanizma olarak karşımıza çıkartırken, emeğin ve toplumun haklarına yönelik saldırılar genişleyerek devam etti. Sistem neoliberalizm denen evresiyle sosyal kodlarından sıyrılmaya çalışıyordu, en önemli ölçüde başarılı da oldu.
Türkiye bu modelle maalesef pozitif yönde ayrıştı diyebiliriz. Otoriterleşme ve buna bağlı şiddet ve baskı politikaları Türkiye’nin kapitalist ulus devlet özelliklerine bağlı olarak çok daha vahim sonuçlara yol açtı. Özellikle son on yıllık süreçte şiddetin yoğunlaşması ve savaşın süreklileştirilmesi kronikleşmiş yapısal sorunlara sistemik dönemsel sorunların eklenmesiyle belirginleşti. Bu dinamiği görmezden gelerek yaşanan süreci istikrarsızlık olarak nitelemek ve bu çerçevede siyasi ve ekonomik çözüm aramak şuur yoksunluğu olsa gerek. Bu denli kaotik bir düzlemde ve derin kriz döngüsü içinde fiyat istikrarından bahsetmek cambaza bak hikayesinden başka bir şey ifade etmez…
Devasa yapısal sorunlar ve bu sorunların kavşağında yer tutmuş olan Kürt meselesi istikrar politikalarıyla aşılabilir mi? Enflasyonla mücadele programıyla, faizlerin artışıyla, bütçede mali disipline gidilmesiyle, daha çok ekolojik yıkıma neden olan yatırımlarla kronikleşmiş yapısal sorunlar çözülebilir mi? Diyanet’in bütçesini büyüterek, milyarlarca doları savaş makinelerine harcayarak, asker, polis istihdamını artırarak, her ile cezaevi açarak siyasette ve ekonomide istikrar sağlanabilir mi? Mümkün değil; amaç da zaten istikrar değil bu köhne düzenin sürdürülmesi. Bu düzen şiddet ve savaş dinamikleriyle ayakta duruyor ve otoriter şefçi rejim kendi istikrarını bu yolla sağlıyor.
Bu oyunu bozmak gerek. Savaşa karşı mücadele ile sınıf mücadelesini buluşturan ve mücadeleyi bu sisteme karşı birleşik bir mücadeleye dönüştüren bir anlayışla harekete geçmeliyiz. Sınıfın tüm bileşenleri ve savaş karşıtı mücadelenin tüm dinamikleri ırkçı otoriter rejime ve işbirlikçilerine karşı direnmek zorunda. Seçim ve istikrar siyasetin ve ekonominin iktidar eliyle yeniden düzenlenmesine yönelik stratejik hamleleri ifade ettiğini bilmeliyiz. Bu stratejik tuzağa düşmemeliyiz. Güçlü bir direniş ile savaşa ve yoksulluğa karşı çıkmalıyız. Şimdi bu gücü gösterebilmek adına tüm yoksullar, Kürt halkı ve kadınlar toplumsal genel grev için yan yana gelmeli ve bu şiddet ve savaş çarkını durdurmak adına ilk adımı atmalıdır…