Türk devleti, “terörist” dediği güçlerle kırk yıldır savaşıyor. İster Türk devletini savunun, ister onun “terörist” dediklerinden yana olun, hepinizin bu savaşın bu aşamadaki sonucunu merak ediyor olmanız gerekir. “Beni ilgilendirmiyor” diyemezsiniz, çünkü şu anda bu savaşın yarattığı yıkıcı sonuçları her gün, her saat, her saniye yaşıyorsunuz.
Gazetecinin sizler için objektif bir bilanço çıkartması gerekir. Çünkü bu, onun görevidir.
İktidar hemen her gün “öldürdüğü” insan sayısını açıklıyor. Bu sayıları topladığınızda karşınızda büyük bir devletin sahip olduğu kadar savaşçıya sahip bir “düşman” olduğunu ve öldürülenlerin sayısının da bir büyük ordu mensubu kadar olduğunu sanabilirsiniz. Devletin verdiği rakamlar sizde “milli gurur” yaratabilir. Böyle bir “düşman” karşısında ordunuza hayran olur bayılırsınız.
Ben çağımızın savaşlarında “öldürülen insan sayısının” hiçbir anlam ifade etmediğini anlatmaya çalışacağım. Verilen sayılar, farz-ı muhal doğru olsa bile hiçbir anlam ifade etmiyor.
Ortaçağ ve hatta yakın çağın savaşlarında “öldürülen savaşçı sayısı” savaşlarda kimin galip, kimin mağlup olduğunun en temel göstergesiydi. İki ordu büyük bir meydanda karşılıklı olarak mevzilenir, Kral’ın ya da Sultan’ın “hücum” emriyle taraflar birbirlerinin üzerine yürürdü. Çarpışma bir-iki gün sürdükten sonra taraflardan birisi uğradığı savaşçı kayıpları nedeniyle teslim bayrağını çekerdi. Çünkü o zamanların savaşı sadece “asker sayısına” bağlıydı. Ok, mızrak, kalkan, zırh yapmak için büyük bir ekonomiye ihtiyaç yoktu. Aygırlar ve kısraklar ile erkekler ve kadınlar doğurgan olduğu müddetçe süvari ve piyade birliklerini örgütlemek mümkündü. Savaşa da bunları sürüyorlardı ve savaşta hangi ordu bu sayılan insan ve hayvan gücünü büyük ölçüde kaybetmişse, savaşı o kaybediyordu.
Sonra işin içine gittikçe daha büyük ekonomilerin girdiği savaşlar meydana geldi. Son yaşanan Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında artık dev fabrikaların ürettiği tanklar, toplar, uçaklar ve gemiler, bunları hareket ettiren kömür ve petrol ve elbette bunların açtığı alanlara giren büyük piyade orduları savaşlarda belirleyici oldu. Artık yalnızca insanlar değil ekonomiler de savaşıyordu.
Öldürülen asker sayısı kadar, düşürülen uçak, tahrip edilen tank, batırılan gemi sayıları da sonucu tayin ediyordu. Asker kayıpları nispeten karşılansa bile, kaybedilen ağır silahların yerini doldurabilmek artık ekonomik güçle orantılıydı. Bu savaşlarda ekonomik altyapısı çöken savaşı kaybediyordu.
Ekonomik çöküşün savaşı kaybetmeye sebep olduğu en tipik savaş, “soğuk savaştı”. Soğuk savaş sürecinde ABD ve SSCB hiçbir zaman birbirleriyle doğrudan savaşmadılar. Aralarında muazzam bir “silahlanma yarışı” yaşandı. Bu “kurşunsuz savaşa” en büyük örnektir. Sovyetler silahlanma yarışında büyük bir ekonomik çöküş yaşadı ve kaybetti.
Sonuç: Artık savaşta kimin ne kadar savaşçı kaybettiği savaşların sonucunu bize anlatmıyor. O nedenle medyada Savaş Bakanlıklarının verdiği “ölü istatistiğinin” hiçbir anlamı yok.
Ekonomiye bakacaksınız. Savaşın sonucunu size ekonomi anlatıyor.
Türk devletinin ordusu “terörist” denilenlere karşı eğer verilen “savaş haberlerine” inanacak olursanız “müthiş” işler yapıyor. İyi de ekonomi ne alemde?
Savaş 2015’te başladı. Sekiz yıldır devam ediyor. Devletle savaşanların “ekonomik durumlarına” bakıyorum. O da ne? Onların “ekonomisi” yok. Ne enflasyon yaşıyorlar, ne hayat pahalılığı. Emekli maaşlarının akıbetiyle de ilgileri yok. Fabrikaları, dükkanları filan kapanmıyor. Çünkü fabrikaları yok.
Bir de “kahraman ordusuyla” savaşan devlete bakıyorum. Savaş başladığında ekonomisi bayağı iyiydi. Milli gelir artıyordu. Şimdi kişi başına 10 bin dolara düşmüş. Enflasyon tek rakamdı. Allah şimdi üç rakamdan sakınsın. İşsizlik fecaat.
Ben bu duruma bakıyorum ve Türk tarafının savaşı kaybettiğini düşünüyorum. O kaybetti, iyi de, milletin ne suçu var? Neden ekonomiyi yıkan savaşı devam ettiriyor iktidar? Soru açık: Artık savaşı devam ettirmek, devletin kendi milletiyle savaşması anlamına geliyor.
Sıkılan her kurşun cebi deliyor, atılan her bomba mutfağı patlatıyor.
Tamam, vatandaş “vatan” için cebinin delinmesini, mutfağının patlatılmasını sineye çeksin. Ama acaba bu savaş “vatan topraklarını düşmandan” korumayı sağlıyor mu?
Ne gezer. Savaşı kaybeden her devlet gibi, Türk devleti de “toprak kaybediyor.”
Artık ezbere biliyorsunuz; iktidar, devletin elindeki, ormanlar hariç bütün topraklarının yüzde 25’ini resmen terkediyor. Bu yüzde 25 kilometrekarelik toprak Trakya’dan, Belçika’dan büyük. Hepsi satılacak.
İşte savaşın bilançosu böyledir. Ekonomi yıkılmıştır, devlet toprak kaybetmiştir.
Oysa bu savaş “Kürdistan’ı kaybetmemek” için yapılmıştı. Orası durduğu yerde duruyor. Bu yüzde 25’lik toprak kaybının tümü Türkiye’nin Batısında…
Yazık. “Ortak vatan”a razı olmayanlar, “vatanın hepsi benim” diyenler, bunun için savaşanlar şimdilik vatanlarının çeyrek yüz ölçümünü kaybetti. Şu sıralar Güney Kürdistan’da öyle tehlikeli işler yapıyorlar ki, vatanın tümü elden çıkabilir. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi…
Barış artık vatanın “bekası” için tek ihtimal haline geldi. Öyle ise, “haydi vatanseverler görev başına.”