Sonbahar. Ağaçlardaki yapraklar dökülür, çiçekler solar, doğa hüzünlü bir hal alır. Bu hüzünlü halinde bile doğa değişimin duygularını taşır. Bu değişim ara ara hüznün yerini mutluluğa, umuda bırakır. Sonbahar mevsimi bizim için hüzün mevsimi olur.
Babam katledildiğinden beri sonbahar benim için babam demek. Sonbahar; babam kadar renkli, babam kadar güçlü, babam kadar her şeye hazır ve umut dolu. Babam her zaman evinin bahçesindeki o muhteşem çınar ağacıyla özdeşleşti. Bahçesindeki koca çınar, dallarıyla muhteşem gözükür, sonbaharda yapraklarının renk cümbüşü her türlü hüznü silerdi. 90’lı yıllarda köyün tepesindeki karakol görüş açılarını engelliyor diye dallarını kesmek için çok uğraştı ama biz izin vermedik. Köyümüze girişte görünen en büyük ağaçtır ve bende her zaman “babama geldim” duygusu yaratır.
31 yıl önce Diyarbakır Seyrantepe’de, 20 Eylül 1992’de babam devlet içindeki kirli yapılanmaların (JİTEM, korucular, itirafçılar ve nemalanlar) ve daha da kirli olan sivil görünen insanların tuzağına düşürülerek katledildi. Bu cinayetleri işleyen unsurlar devamlı devlet tarafından koruma altına alındı. Devletin eliyle aydın katletmek bu ülkenin vazgeçilmezidir maalesef. Düşünen bir insanın fiziki olarak öldürülmesi, toplumu aydınlatacak fikirlerinin engellemesi ülkeyi karanlıklara sürüklemektir. Düşünmeyen, fikir üretmeyen toplumun, her şeyi kabul eden cahil toplumun yaratılması bu cinayetlerle başladı. Uzun zamandır (30 yıl) devam eden davalar, zamanaşımı nedeniyle raflara kaldırıldı. 1993 yılında Sivas katliamında insanlar yakıldı ve geçtiğimiz günlerde mahkeme kararıyla zamanaşımına uğradı. Sivas katliamı mağdurlarından Mazlum Çimen (yakılan Nesimî Çimen’in oğlu) düşüncesini dile getirirken “bu kararla korkarım laiklik, demokrasi, cumhuriyet, toplumun insan yanı ve ülke düştü gibi geliyor bana” dedi. Hizbullah örgütü üyesi insanların işlediği ve oradaki güvenlik birimlerinin bu cinayet anında müdahale etmemesi örgütlü bir katliamın resmidir. Şimdilerde de değişen bir durum yok. Daha ileri giderek şeriat isteyen, dini kullanarak toplumu etkilemeye çalışan bir anlayış ülkeye enjekte edilmektedir. Musa Anter davası da, delillerin olmasına, ayrıca en önemli tanığın dinlenmemesine rağmen zamanaşımına uğradı. Her zaman söylediğimiz gibi bu dava hukuk açısından emsal olabilecek bir davaydı, eğer ki hukuk işleseydi. Ama bizim için hiçbir şey henüz bitmedi. Yaşadığımız müddetçe de elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Ayrıca davanın hukuki yollarının devam ettiğini de söylemek isterim. Bu davanın her zaman takipçisi olan, kardeşim gibi bildiğim Avukat Selim Okçuoğlu ile birlikte davanın takipçisi olmaya devam ediyoruz. AİHM’e kadar devam edecek zorlu bir süreç bizi bekliyor.
31 yıl sonra babamın 20 Eylül’deki anmasını saat 11.00’da vurulduğu yerde, Diyarbakır Seyrantepe’de gerçekleştirdikten sonra 16.30’da Stilîlê’deki evinin bahçesinde bulunan mezarı başında anacağız. 22 Eylül’de de 30. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödül töreni İstanbul’da yapılacak ve ödüller sahiplerini bulacak.