Larrain korkutuyor bizi. Ama o bildiğimiz vampir korkusu değil; ‘bitti sandığınız kötülük bir başka köşeden çıkıp yine kanınızı içebilir’ diyor. General Pinochet belki bunu anlatmak için yalnızca bir vesile
M. Ender Öndeş
Bazı filmleri izleyip bitirdikten sonra, “ben şimdi ne seyrettim” dediğimiz olur ya hani, Pablo Larrain’in ‘Kont’ (El Conde) filmi işte tam onlardan biri. Her bakımdan tuhaf, gerçek üstü ve aslında belki de tam gerçeğin kendisi. Yayıncı site de ne diyeceğini şaşırmış sunum bilgisinde; ‘korku-komedi’ filan demiş ama ne korku ne komedi aslında. Şu kadarını söylesek ne dediğimiz anlaşılır herhalde: Film, Şili diktatörü Augusto Pinochet üzerine. Ama adam ölmemiş meğer. Daha doğrusu, aslında hiç ölmemiş ve yüzlerce yıldır ölmüyor da Allah’ın cezası; çünkü o bir vampir! Marie Antoinette’i kesen giyotindeki kanı yalayarak başlayan mesleki macerası ta 1700’lerden bu yana sürüyor; nerede devrim filan var kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyor, yürek söküyor, kan içiyor.
Bir nevi Dehak
Kendisi kadar hırslı eşi ve cunta döneminde binlerce insanın işkencede katledilmesinden sorumlu uşağı/korumasıyla birlikte kıtanın soğuk bir köşesindeki yıkık bir malikânede saklanarak yaşıyor Pinochet. Gece mesaileri var; gençlerin yüreklerini söküp mikserden geçirdikten sonra yiyor mesela. Dehak’a göre avantajlı yanı bu tür teknolojik aletler kullanabilmesi ve kocaman bir derin dondurucuda ‘zor zamanlar için’ ısıtılıp yenebilir taze yürek stokları yapabilmesi. Yaşlı bir vampir olarak “sorunları” da var elbette. Geceleri uçarak evlere, dükkânlara girip yürek sökmek yaşlanmakta olan biri için yorucu bir iş. Mızmızlıkları da çok bu arada; katillikle, işkenceyle ilgili bir sorunu yok, komünistleri ezdiğini kabul ediyor da kendisine hırsız denilmesinden pek rahatsız. Bu yüzden yurtdışındaki bankalarda zulaladığı milyonlarca doları hatırlamamaya çalışıyor. Ayrıca kan tercihleri var, İngiliz kanını kaliteli buluyor da, sürekli içmek zorunda kaldığı Şili işçilerinin ve devrimcilerinin kanını, “yanık ve kekremsi” buluyor, beğenmiyor.
Ama yorgun da bir yandan. Yüzyıllardır sürekli kan ve yürekle yaşamak; buna karşın ‘babalık’ yaptığı halkın ‘nankörlüğüyle’ karşılaşmak üzüyor onu ve artık kan içmeyi bırakıp ölmeye karar veriyor. Ama bu o kadar kolay olmayacaktır. Ölümünü bekleyen ve gizli banka hesaplarındaki milyonlara sahip olma arzusuyla yanıp tutuşan çocukları ve başka şeyler önünü kesiyor.
Kötülüğün sürekliliği
11 Eylül 1973 darbesinin 50. yıldönümüne yakın bir zamanda sinemalarda ve Netflix’te vizyona giren El Conde, daha önce “Spencer”, “Jackie” ve “No” gibi filmlerle birçok ödül almış olan Larrain’in özel projesi. Daha önce ‘No’da Pinochet’nin devrilişini konu alan Larrain, bu kez, tuhaf bir yoldan bize diktatörlüğün mutasyona uğrama ve görünüşte yok edilse de yıllar sonra yeniden başımıza musallat olma ihtimalini hatırlatıyor. Pinochet’nin vampir olarak ortaya çıkışı için bilerek kapitalizmin ilk yıllarını tercih eden Larrain, filmin sonuna doğru, onun ‘annesi’ olarak öyle bir karakteri devreye sokuyor ki, taşlar yerine oturuyor. Özellikle en sondaki analı-oğullu “her şeye yeniden başlama” sahnesi, Larrain’in bize yönelttiği çok net bir uyarı oluyor.
Zor bir film bu, evet. Düz bir Pinochet ve Şili tarihi anlatımı değil. Larrain, ilk bakışta saçma gelebilecek bir yoldan giderek kapitalizmin ‘kan emiciliği’ üzerine en bilinen metafora gönderme yaparken, tümüyle gömüldü bitti denilen karanlığın sürekli bir hortlama eğilimi barındırdığını hatırlatıyor. Netflix, ‘korku’ uyarısı koysa da film korkutmuyor hiç; daha doğrusu kendimizin ve çocuklarımızın geleceği ile ilgili ‘başka’ bir korku türünü üzerimize püskürtüyor. O korkuyu da hissetmekte yarar var bence. İnsanlık çok unutkan ve çok iyimser olmanın bedelini hep ağır ödedi çünkü.
Kont (En Conde)
Yönetmen: Pablo Larraín
Senaryo: Pablo Larraín, Guillermo Calderón
Oyuncular: Jaime Vadell, Gloria Münchmeyer, Alfredo Castro