Anadili Kürtçe olan ve Türkçe’yi sonradan öğrenmiş benim gibileri,bölgenin kadim dillerinden Türkçe’ye geçmiş yabancı kelimelerle, anadili Türkçe olanlardan daha yakın bir ilişki kurabiliyorlar.Ama bazı kelimelerin,köklerinin ifade ettiğinin dışında kullanıldığına çokça tanıklık ettiğimizi söyleyebilirim,tıpkı kayyum kelimesinde olduğu gibi. Esas itibariyle kayyum kelimesi,yolunda gitmeyen bir işi bir süreliğine işletmeyi veya idareyi yoluna koymak kaydıyla kanun çerçevesinde görevlendirilmiş bir kamu görevlisinin başına geçtiği bir yönetim mekanizmasını ifade eder. Oysa zoraki bir biçimde hayatımıza giren kayyum kelimesinin fiili hali karşısında adeta şaşkına dönmüş durumdayız. Kürt şehirlerindeki belediyelere kayyumların atanması, kavramın çerçevesini aşan nitelikte bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradaki durum kalıcı bir yönetsel aygıtın inşasına dair bir kurgudur. Bu mekanizmanın bölgedeki icraatları ile yüz yüze kaldığımız hakikat birbirinden farklıdır.
Lâkin kelimenin bize tanıdık olan kısmı bazı durumlarda “yasalarla belirlenen,başkasına ait bir işi görmek veya bir malı kamu yararına idare etmek”için tasarrufta bulunma halidir.Zaten kelimenin türediği Arapça köken olan“kama” (durmak) ve “kıyam”ın (yürütmek) anlamı da budur. Kelimenin filolojik kapsamı ve hukuksal tanımıyla Kürdistan’daki belediyelere uygulanan yönetsel aygıt arasında bariz bir fark olduğunu görüyoruz. İki yıla yakın bir zamandır hayatımızın her evresinde keskin bir kama gibi karşımıza çıkan ve her an boğuşmak zorunda kaldığımız bu nesnel durum,kayyum kelimesiyle açıklanamayacak kadar tarihi bir yaradır. Yaşananları bir kayyum idaresinden ziyade bir sömürge girişimi ve işgal pratiği olarak tanımlamak daha doğru bir ifade olacaktır. Nitekim eski dünyanın yönetsel deneyimlerinde de görüldüğü gibi Kürt şehirlerinde uygulanmaya konulmak istenen mekanizma bir sömürge biçiminin geri dönüşüdür. Esas özelliği demokrasilerin temel vatandaşlık hakkı olan seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesi değildir,ele geçirdiği her kurumu bir sömürge valisi edasıyla yönetiyor olmasıdır. Yani demokrasinin temel gereği olan seçme ve seçilme hakkını hiçe sayma ve seçim sonucunda ortaya çıkan iradeye şiddetle müdahale etme halini başka türlü izah etmek mümkün değildir.
Senkronize bir şekilde belirli bir siyasi düşüncenin seçilmişlerini alaşağı etmek ve yerlerine devletin belirlediği bürokratların atanması bariz bir işgal uygulamasıdır. Hiç şüphesiz seçim sonuçlarına hile karıştırmak veya kabul etmemek gibi keyfi durumlar antidemokratik yönetimlerdir ama, seçilmişleri hapishanelere tıkmak bunu aşan bir sömürge pratiğidir. Nitekim“ikilinin” son zamanlarda yaptıkları milliyetçi ve ırkçı açıklamaların esas sebebi de budur. Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçimler, seçim boyutunu aşıp bir alan kazanma mücadelesine dönüşecektir. Kendilerini“Cumhur ittifakı”olarak tarifleyen bu iflah olmaz ikilinin günlük olarak savurdukları tehditlerin ana amacı budur. Birlikte yaşama koşullarını ortadan kaldırmak için bütün Kürt coğrafyasını askeri abluka altına almıştır. Hükümetin güvenlikçi yaklaşımı ve Kürtlerin sesini bastırma hali bugünkü şiddet ve ırkçı toplumu ortaya çıkarmıştır.
Hepimizin malumu olan güvenlikçi konseptin yanı sıra son yıllarda yeniden hortlatılan ırkçılık miti,“Türk’ün gücünü göreceksiniz”gibi söylemler ciddi tehlikelerle karşı karşıya kaldığımızın en çarpıcı örneğidir. Aslında “Türk’ün gücünü göreceksiniz”retoriği“Türk’ün güçsüz”halinin dışavurumudur, çünkü iktidar çaresiz hissettiği vakit o mistik efsaneyi gündeme getirip,ötekileştirdiği unsurlara karşı orantısız bir şekilde kullanmıştır.Zira bunu birinci ulusal toparlanma sürecinde kadim Ermeni halkına karşı yapmıştır ve şimdi ikinci toparlanma sürecinde Kürtlere karşı yapmaya çalışacaktır. Ama bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği,tamamıyla Kürtlerin örgütlü gücüne bağlıdır. Kürtlerin iç ve dış dinamikleri buna karşı bir set örmüş durumdadır ama bunun yeterli olup olmadığını zaman gösterecektir.Onun için tek adam dayatması,“ya bana oy verecekseniz ya da yaptıklarımı kabul edeceksiniz”gibi tehditler tam da “Türk’ün gücünü göreceksiniz” söyleminin simultane tercümesidir. Bu durum aynı zamanda yeni rejimin kayyumsuz ve kayyımsız yaşamayacağının açığa çıktığının göstergesidir
Cumhur ittifakının esas Führer’i bunu şimdiden gördüğü için HDP ve seçmenine,“Siz ne yaparsanız yapın,nasıl irade gösterirseniz gösterin bildiğimi yapacağım”tehdidiyle güvensiz ve müphem bir ortam yaratmaya çalışmaktadır. Seçim sonuçlarını şimdiden kabul etmeyeceğini söylemesi ve seçilecek olan seçilmişleri daha seçilmeden “terörist” ilan edip yerine kayyım atama tehdidinde bulunması HDP üzerinden bütün Kürtlere gözdağı vermektir. Hem HDP’nin kuruluş felsefesi hem de seçmenin dirayetli duruşunun,bu meydan okumaları karşılayacak kadar kudretli olduğunu düşünüyorum. Hiç şüpheniz verilecek en iyi cevap, seçme ve seçilme iradesini ortaya koyarak kayyumları mütemadiyen yenmektir.Aksi takdirde bu despot ve ırkçı cüretkarlık,insanlığa bir yüzyıl daha kaybettirir!..