İktidar çarşısı karıştı.Bahçeli’ye özgü sert frenler ve Erdoğan’a özgü U-dönüşleri yapılmazsa,AKP-MHP koalisyonunun ömrü AKP-Gülen koalisyonundan kısa süreceğe benziyor.
AKP-FETÖ çiftinin“boşanma” süreci oldukça çalkantılı gelişmiş ve kanlı bitmişti. Kabul etmeliyiz ki yeni boşanma sürecinin nasıl gelişeceğini kestirmek bu kez oldukça zor.Çünkü“sahnenin arkası”her zamankinden daha karanlık.
AKP-MHP koalisyonu iki parti arasındaki bir“koalisyon hükümeti”değil. Üzerinde uzlaşılmış bir“iktidar programı”yok,bir“koalisyon protokolü”yok. AKP-MHP koalisyonunun“nereden”işlediği belli değil.İktidar Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan yönetiliyor ve bilindiği kadarıyla “Saray”da MHP’ye ait bir post yok.
AKP-MHP, devlet iktidarını koalisyon halinde üslenmelerini kolaylaştıracak bir“genel politika anlayışında”mutabık olduktan sonra “siyasi dümen”in Erdoğan’da olduğu,devlet organları ve olanaklarının bölüşümü meselelerinin “aşağıdan” çözüldüğü bir iktidar paylaşım modeli olarak AKP-FETÖ koalisyonuna çok benziyordu. Ama AKP-FETÖ koalisyonunun yol haritasını çizen“dış otorite”(ABD merkezli bir gizli operasyon merkezi) AKP-MHP koalisyonunda aynı güce ve inisiyatife sahip değildi.Bu inisiyatifi muazzam yetkileriyle Erdoğan kullanıyordu ve MHP“Başkan”lığını desteklemekle Erdoğan’ın bu inisiyatifini tanımış görünüyordu.
Ancak bu“görünüş”ün gerçek tabloyu verip vermediğinden de emin değiliz. Çünkü iki partiyi bir araya getiren temel sorun devletin örgütleyici çekirdeğinin,kontrgerillanın kriziydi.MHP’yi bu krizin çözümünde rol sahibi kılan şey ise bu partinin ve kadrolarının1 kontrgerilla ile köklü ve kökensel bağlarıydı. Adı üzerinde “kontrgerilla”yı, yani emperyalizmin gizli işgal merkezinin onarımında rol almaya talip olan MHP’nin ABD ve İsrail (CIAve MOSSAD) ile ilişkisi Gülen’den kategorik olarak farklı değildi. Dolayısıyla Bahçeli’nin 24 Haziran akşamı üstlendiği“denge ve denetleme” görevinde ABD ve İsrail etkisi kaçınılmazdı.
Bu tablo ortada dururken,15 Temmuz tecrübesini yaşamış olan ve kontrgerilla-CIA/MOSSAD ilişkileriye Afgan iç savaşından bu yana haşır neşir olan Erdoğan’ın kontrgerillanın tüm kilit mevkilerini MHP’ye ve Ergenekon artıklarına “ne istediniz de vermedik”,“gökten ne yağdı da yer kabul etmedi”rahatlığıyla bırakması da düşünülemezdi elbette.
AKP-MHP koalisyonunun bozulmasında,“Andımız”,“Af”,“EmeklilikYaşı”etiketlerini taşıyan krizlerinin arkasında Adliye, MİT ve kontrgerillanın toplumsal güdümleme mekanizmalarına ilişkin iktidar mücadelelerinin rol oynadığını düşünebiliriz.Kontrgerilla iktidarının bölüşümünde yüzeye yansıyan bu çatışmaların dışında-örneğin TSK’da, seçim manipülasyonu mekanizmalarında vb.- başka çatışmaların da olup olmadığını bilmiyoruz. Ama belli ki, AKP-MHP koalisyonunda harekete geçen fay hattı kontrgerilla iktidarının ortasından geçiyor
Bu krizin,bir taraftan ekonomik krizin kapıyı kırıp girdiği,diğer taraftan ABD ve İsrail’in“Uluslararası Müslüman Kardeşler”misyonunu tasfiye etmek için bastırdığı,bir diğer taraftan Rusya’nın Suriye’deki“Cihatçı temizliği”ni Türkiye’nin sırtına yüklediği koşullarda ortaya çıktığını da dikkate almak gerekiyor. McKinsey’le yapılan anlaşma,Rahip Brunson’un serbest bırakılması ve Kaşıkçı cinayetinin bu krizin derinleşmesinde nasıl bir yer tuttuğunu ise henüz bilmiyoruz.(Erdoğan kontrgerilla iktidarını üstlenmekte MHP’ye duyduğu stratejik ihtiyacı başka bir yoldan karşılamak için,Trump inayetiyle yeni bir yol bulmuş da olabilir.)
AKP’nin FETÖ evliliğinin“boşanma süreci”belden alta vuruşlarla (Fidan’ın savcılığa çağrılması,17-25 Aralık) başlayıp kanlı bitmişti (15 Temmuz).AKPMHP evliliğinin boşanma sürecinin benzer bir biçimde seyredip seyretmeyeceğini kestirmek güç. Gerçek durum ne olursa olsun,MHP’nin“kendi çöplüğü” saydığı Emniyet,Adliye ve Milli Eğitim’de alanının daraltılması karşısında vereceği tepkilerin FETÖ tarzında, “içerden tepik atma” şeklinde gelişeceğini düşünmeyelim. Devlet iktidarı yine aynı fay hattından sarsılıyor ama sarsıntının merkezindekiler aynı aktörler değil. Kontrgerilla iktidarındaki kaynaşmanın bugünkü öznelerinin (MHP,Ergenekon artıkları ve varsa başkaları) bu tip bir çatışmada izleyeceği taktikler, kullanacakları teknikler ciddi farklılıklar gösterebilir.
Türkiye 28 Şubat’tan bu yana,devlet iktidarının bir gerici ittifaktan diğerine çatışmalarla devredildiği bir zincirleme krizler döneminden geçiyor.Devlet iktidarı içerisinde gelişen her çatışma eskisinden daha çelişkili, çoğunlukla devlet içindeki temeli daha zayıf bir devlet iktidarı üretiyor ve bir sonraki istikrar periyodu bir öncekinden çoğunlukla daha kısa sürüyor.Erdoğan-MHP koalisyonu bu zincirin son halkası olarak yaşanıyor. Erdoğan-MHP koalisyonu Türkiye’yi açık faşizme geçiş momentine soktu ve sürdürülemez hale gelmiş olabilir.Bu noktada,devlet iktidarının bu yeni parçalanmasının içinden“daha az gerici” bir iktidar seçeneğinin doğmasını beklemek için insanın iflah olmaz bir budala olması gerekir.Her tarafından çatlayan bir kontrgerillanın iktidarı için birbirine giren güçlerden,eskisinden daha pespaye bir faşist iktidar alternatifinden başkası çıkamaz.Bizim sorunumuz çekirdeği aşırı ısınan,parçalanan sömürge faşizminin liberal bir restorasyonla yenilir yutulur hale getirilmesi değildir. Zaten bu mümkün de değildir.Odağımıza almamız gereken sorun,geri dönülmez noktayı çoktan geçmiş olan bugünün açık faşizmini 2 yenilgiye uğratacak bir stratejik çizginin üretilmesi ve uygulanmasıdır.
1-Özellikle güvenlik kurumları ve adliye içerisindeki kadrolarının
2-Bunun,Gizli-Açık Faşizm döngüselliği taşımayan birsömürge tipi faşizm modeline geçişe köprü olacak (ve kuruluşunu tamamlamak üzere olan) özgül bir“açık faşizm”ile karşı karşıya olduğumuzu;“açık faşizme geçişi durdurma”yı temel alan mücadele döneminin sona erdiğini akılda tutarak yapılması gerekiyor.
Bu yazı www.sendika.org ile eşzamanlı olarak yayımlanmaktadır.