Türkiye gıda fiyatları ve kira artışlarında dünyada ilk sırada yer alıyor. Buna karşılık toplumun yüzde 70’inden fazlasını oluşturan ücretli çalışanların büyük kısmının eline geçen -ortalama ücret haline gelmiş olan- asgari ücret açlık sınırının altında; emeklilerin önemli bir kesiminin aylığı ise açlık sınırının neredeyse yarısına zar zor ulaşıyor. Emekçiler, emekliler, öğrenciler sağlıklı beslenme ve barınma koşullarından yoksun, nitelikli sağlık ve eğitim hizmetine ulaşamıyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal kriziyle karşı karşıya…
İktidar sahipleri bu vahim tablonun gerekçesi olarak, pandemiyi, Rusya-Ukrayna savaşını ya da 6 Şubat depremlerini gösteriyor (Tabii bir de Türkiye’yi kıskanan “dış güçler” var!). İktidar sahipleri arkasına sığındıkları gerekçelerin yanısıra yaşanan olumsuzluklardan toplumun tüm kesimlerinin etkilendiğini de iddia ederek, toplumun önüne “aynı gemideyiz” masalını/yalanını ısıtıp ısıtıp koymaya devam ediyor. Muhalefetten de sorunları çözecek bir öneri gelmediği -ve hatta onlar da aynı masalı okudukları- için toplumun önemli bir kesiminin alternatifi olmayan bu masala inanması kaçınılmaz oluyor.
Geçtiğimiz günlerde TÜİK ve TC Merkez Bankası işbirliği ile hazırlanan 2009-2022 yıllarını kapsayan Sektör Bilançoları İstatistikleri yayımlandı*. Saraya bağlı bu iki kurumun ortak çalışmasından yansıyan veriler bile ekonomik ve sosyal krizin/çöküşün toplumun her kesimine aynı ölçüde yansımadığını yani “aynı gemideyiz” söyleminin yalandan ibaret olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
Söz konusu çalışmanın verilerine göre; 2009’dan itibaren düzenli biçimde sermayenin kâr hadlerindeki artışın ivmesi, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle OHAL’in ilan edilmesiyle Türkiye’nin resmen otokratik rejime geçtiği 2016 yılında yükseliyor. Daha ilginç olan, pandemi nedeniyle birçok işletmenin kapandığı, ekonominin durma noktasına geldiği 2020’de sermayenin faaliyet kârlarındaki artış yüzde 80’i buluyor.
2021 yılında ise durum daha dikkat çekici! Hem pandeminin kısmen de olsa devam ettiği hem de Erdoğan’ın söylemiyle ekonomide “faiz neden enflasyon sonuç” anlayışıyla hareket edildiği -hani şu ekonominin liyakatsiz ellere bırakıldığı söylenen- dönemde sermayenin faaliyet kârları yüzde 116, dönem net kârları yüzde 423 artıyor. Tam bu noktada anımsatmak gerekir: Kârın yüzde 423 arttığı dönemde TÜİK verilerine göre enflasyon yüzde 64.27 olarak açıklanmış ve ücretlere de bu oran dikkate alınarak zam yapılmıştı!
Sözü fazla uzatmanın gereği yok. Türkiye halkları, Cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik ve sosyal krizini yaşarken -siyasi iktidarın kendi kurumlarının yaptığı hesaplarda bile- bir avuç sermaye sahibinin kârını katmerlediği açıkça görülüyor.
Bu tablo ortada dururken AKP/Saray iktidarı, geçen hafta açıkladığı Orta Vadeli Program (OVP)’da depremi de gerekçe göstererek ekonomi ve sosyal yaşamdaki çöküşün faturasını “vergileri arttırarak, emek piyasasını daha da esnekleştirerek, sosyal hakları tamamen ortadan kaldırarak vb” yine emekçi, yoksul halk kesimlerinin üzerine yıkmaya, halkı daha da yoksullaştırmaya, en temel insani ihtiyaçlarından bile yoksunlaştırmaya hazırlanıyor.
Emekçilerden ve ezilen halk kesimlerinden örgütlü bir ses yükselmediği taktirde, daha önce birçok kez olduğu gibi, iktidar sahipleri amaçlarına ulaşacak ve bir avuç sermaye sahibinin kârı daha da artsın diye, kirası zar zor ödenen (ya da ödenemeyen) milyonlarca evde tencereler kaynamayacak; emekçiler -iş bulabilirse- işlerine, çocuklar -aileleri gönderebilirse- okullarına aç biilaç gitmeye devam edecek!