Yeşil Sol Parti, olağanüstü konferansını tamamladı. Kapatma davasıyla önü kesilen Halkların Demokratik Partisi’nin 10 yıl boyunca oluşturduğu açık politik mücadele merkezi rolünü ve konumunu devralmak üzere Kongre sürecinde yol alıyor. Konferanstan bir durum muhakemesi ve atılması zorunlu ilk adımlar yerine geçen bir “perspektif metni” ve karar tasarılarıyla çıktı.
Yeşil Sol Parti, böylece arkasında son on yılda Türkiye’nin siyasal topoğrafyasını baştan sona değiştiren bir büyük siyasal pratik ve onun düşünsel mirası, önünde çözmesi gereken yeni sorunlar, açması gereken yeni yollar ve vermesi gereken yeni kavgalarla şimdi Türkiye ve Kürdistan’ın ezilen sınıflarının açık siyaset sahnesindeki başlıca temsilci ve muhatabı olmaya gidiyor.
Konferans’ın “perspektif metni” ve “karar tasarıları”nın ilk bakışta Kongre’nin karara bağlayacağı konuların çoğunun üzerinde müzakere edilebileceği bir bağlam ortaya koyduğunu söylemek mümkün. Ancak, aslî iradenin Kongre’de olduğunu akılda tutarak, Konferans’ın ortaya koyduğu bu çalışmanın Kongre’ye varıncaya kadar geçecek zaman boyunca sürdürülmesi, partinin Kongre’den üzerinde hakikaten birleşilmiş, hedefleri ve güzergahı tanımlanmış bir yol haritasıyla çıkmasını sağlamak açısından önemli.
Bu çerçevede Konferans’ın Kongre’nin önüne “güncellenmek üzere” koyduğu “1 No.’lu Karar Tasarısı”ın özel bir yeri olmalı: Bu kararla parti toplumun ve siyaset aleminin önüne boy fotoğrafını koymuş sayılacaktır. Bu bir bakıma klasiklerin “program” için dediğine benzetilebilir: “Bir partinin resmi programına, yaptıklarından daha az önem verilir. Ama sonuçta yeni bir program göndere çekilmiş bir bayraktır ve dış dünya partiyi onunla yargılar.”
“Yeni partimiz”in “Demokratik cumhuriyeti inşa edeceğiz” başlıklı güncellenmiş “1. No.’lu karar tasarısı”nın bu bakış açısından, esasen 10 yıllık müktesebatın bir özetini sunduğunu söylemek mümkün. Ne var ki bu kararın, partinin Kongre’den siyasal mücadele hedefini herkes için anlaşılabilir netlikte teyit ederek çıkışının güvencesi rolünü üstlenebilmesi açısından biraz daha işlenmesi gerekecek.
Doğrusu, “karar tasarısı” bazı hedeflemelerden yoksun sayılmaz. Örneğin “Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet zemininde bir araya gelmesi gerekenler olarak; toplumsal ve siyasal muhalefetin parçalı yapısının giderilip güçlenmesini, Türkiye halklarının geleceğinde söz ve karar sahibi olmasını sağlamak için mücadele ortaklığını Demokratik Cumhuriyet hedefiyle inşa etmek en önemli görevimizdir” ifadesi elbette bir hedefleme ortaya koyuyor. Ancak “Demokratik Cumhuriyet”, partinin “kendi” hedefinden çok “Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet zemininde bir araya gelmesi gereken” herkesi kapsayan çok daha geniş ve amorf bir temenniyi dile getiriyor. Bu konuya aşağıda geri dönmek üzere, yeni bir evrenin başında partinin durduğu yeri ve hedefini çok daha net dile getirmesi nedeniyle HDP programındaki şu ifadenin “güncellenen” 1 Nolu karara içerilmesinin mümkün ve hatta gerekli olduğuna işaret etmek isterim.
“[…] Emeğin ve ezilenlerin kurtuluşu için; özgürlük, barış ve adalet için mücadele eden güçlerin birliğinden oluşan Partimiz, insanlığın sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünyaya ulaşacağına inanır. Üzerinde yaşadığımız ve tüm sömürü aygıtıyla birlikte, inkarın, baskının, asimilasyonun egemen olduğu topraklarda ise emek mücadelesinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı, halkların ve inançların özgür olduğu, kadın erkek eşitliğinin yaşandığı demokratik bir halk iktidarını hedefler.”
Bu katkının gerekliliğine işaretle neyin murat edildiği aşikâr olmalı: “Demokratik Cumhuriyet” otomatik olarak bir halk iktidarı vermez. Bir devlet biçimi olarak “Demokratik Cumhuriyet” pekâlâ sermaye iktidarına da, sağcı ya da merkezci iktidarlara da kapı açar. Dolayısıyla 1 No.lu karar tasarısının HDP’nin bütün birikimi arkasına alması ve yeni toplumsal güç kaynaklarına seslenmesi açısından kendi istikametini netleştiren ve uzaktan da işitilebilecek kadar merkezi ve yüksek bir konumdan dillendirilen bir diskur tutturması önemli.
Esasen “karar tasarısı” bu kapsamda meramını program hedefleriyle bakışarak çok daha iyi ifade eden pasajlar içeriyor. Örneğin:
“Neoliberal kapitalizmin yarattığı tahribat karşısında, toplumsal emeğin, yoksulların ve ezilenlerin taleplerini ön plana alan bir siyasi perspektif kurar. Emeğin özgürlüğünün ve ekonomide demokrasinin egemen kılındığı, yeni bir yaşamı savunur. Bunun gerçekleşmesi için; anti-kapitalist, doğrudan demokrasiyi savunan ve emekten yana çözüm önerilerini bütünlüklü bir toplumsal mücadele perspektifini içerecek şekilde, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet hedefine sevk etmeyi görev olarak önüne koyar.”
Buradan hareketle, karar tasarısının başlığının da “demokratik ve sosyal bir cumhuriyet” olarak derinleştirilmesiyle, “yeni partimiz” siyasal yelpazede ve toplumsal mücadelede yerini daha güçlü bir biçimde ifade edecek ve neden bütün demokratik güçlerin en önüne geçmesi gerektiğine ilişkin bir misyon kavrayışını kendi saflarında daha da belirginleştirmiş olacaktır.
Sosyal cumhuriyet terimi, ilk kez 1848 Avrupa Devrimleri sırasında, ezilen sınıfların burjuva cumhuriyet tarafından tatmin edilmemiş özlemlerinin ifadesi olarak “demokratik cumhuriyete” eşlik ederek ortaya çıkmıştı: “Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet (la République démocratique et sociale)” sloganı 1848 Avrupa Devrimlerinin en tutulan sloganıydı. Siyasal kurtuluşun -kraliyetin devrilmesi- ötesine geçerek toplumsal kurtuluş hedeflerine hem aşağıdan hem yukarıdan yürüme imkânı ve emekçi sınıfların radikal cumhuriyetçilerle eylem birliği zemini olarak da güçlü bir siyasal doğrultu oluşturdu.
O günlerden bu yana cumhuriyet hedefi -eğer emekçiler onun inşasında temel ve öncü bir rol oynayacaksa- ancak sosyal -ve elbette demokratik- bir cumhuriyet olarak telaffuz edildiğinde, sahici bir kurtuluş hedefi değeri kazanabiliyor.
Demokratik ve sosyal cumhuriyet, siyasal iktidarı kapitalistler ve toprak sahiplerinden gayri büyük emekçi ve mülksüz yığınlara devretmesiyle, toplumsal kurtuluş hedefiyle donanmış olmasıyla, halk güçlerinin kendi kendilerini yönettikleri özyönetimlere dayanmasıyla ve iktidarın toplumsal kurtuluşun aracı olacak şekilde dönüştürülmüş olmasıyla ayırt ediliyor.
“Yeni Partimiz” elbette bayrağını göndere çekmeden önce rengi ve biçimini etraflıca muhakeme edecek, elbette “realpolitik”in sirenlerine kulaklarını tıkayacak, iktidarı oligarşilerin elinden almayı başaran ve 20. yüzyıl dersleriyle 21. yüzyıl imkanlarını bağdaştırıp yeni bir kurtuluş rüzgârlı estirebilen çağdaş deneylerden esinlenerek, yeni bir ses, yeni bir nefes, yepyeni bir gelecek umudu arayan milyonlara, kendi sözünü söylemeden önce dokuzuncu kez düşünmeyi ihmal etmeyecektir.