Tüm düşünce ve eylemlerin ufuk noktası olarak özgürleşme ısrarı Adorno’nun toplum teorisinin en önemli noktasıdır. Bu süreçte, özgürleşmenin tam olarak ne anlama geldiği kesin olarak belirlenmez, ancak egemenlik tarihinin eleştirisinde olumsuz bir şekilde ortaya çıkar. Feminist ayaklanmaların arka planına bakıldığında bu, başlangıçta patriyarkal egemenliğe karşı direnişten başka bir anlama gelmez
Karin Stögner
Geçenlerde çocuk Theodor Wiesengrund’u annesi Maria Cavelli-Adorno della Piana ve kız kardeşi Agathe ile birlikte gösteren bir kartpostala rastladım. Resimden samimiyet yayılıyor; küçük Theodor hülyalı bakışlarla bir kitabı karıştırırken, her iki kadın pür dikkat-canlı ve açık bir bakışla kameraya bakıyor.
Adorno daha sonra iki kadın tarafından yetiştirilmesinin ve büyük ölçüde baba otoritesinin yokluğunun kendisi için şekillendirici olduğunu yazdı. Belki de Adorno’nun yazılarında özgürleşmiş kadınlarla dingin ve çoğunlukla üstü kapalı görünen adeta doğal ilişkinin nedeni de buradadır. Otoriterliğin teorik tartışmasıyla bir bağlantı burada açıkça ortaya çıkıyor gibi görünüyor.
Bu, Adorno’nun eleştirel teorisini kendiliğinden feminist yapmaz. Genel olarak kadınların özgürleşme hareketine yapılan atıflar çok seyrek; 1920’lerin yıkıcı kültürüne ilgisinin arka planında bu biraz şaşırtıcı. Buna karşın onun toplumsal eleştirisi feminist eleştirel teori için verimli bağlantı noktaları sunuyor. Bunlar özellikle erkek tahakkümüyle iç içe geçtiklerini ortaya koyan egemen akıl ve özne kavramlarının eleştirisinde yatmaktadır.
Aydınlanmanın Diyalektiği
Böylece Adorno’nun başyapıtlarından biri olan ve Max Horkheimer ile birlikte kaleme aldığı Aydınlanmanın Diyalektiği’nde, kişinin kendi arzuları ve istekleri ve içgüdülerinin yanı sıra dış doğa üzerindeki egemenlikten de şekillenen “insanın özdeş, amaçlı, eril karakterinin” merkezi bir yeri söz konusudur.
Bu otoriter karakter, bağımlı, yumuşak ve zayıf olan her şeyi kadınsı ve dolayısıyla aşağılık olarak görür. Modern öznenin bu soyağacı bilgisi, mitolojide ilk burjuva birey olarak işlenen Odysseus ile canlandırılır. Efsane onun tarafından çeşitli kadın figürleri, kadın büyücüler ve melez varlıklarla temsil edilir. Bunlar, kahramana iç ve dış doğa üzerinde burjuva öz-yetkilendirme için matris sağlayan maddi bir dünyanın parçasıdır.
Burada eleştirilen egemenlik ve kültür tarihi, Nietzsche’nin deyimiyle, plebler için yapılmamış, onların ötesinde gerçekleşmiş bir tarihtir. Kirke, Calypso ve Sirenler’de Adorno ve Horkheimer uygarlık adaletsizliği listesini deşifre ederler. Henüz doğadan tümüyle ayrılmamış, özneyi bağlamsız ve bedensiz olarak konumlandıran aklın eleştirisiyle ilgilidir.
Ancak bunlar yalnızca özneleşmesi kabul edilmeyen erkek-uygarlık egemenliğince alt edilen bir doğanın şifreleri değil, aynı zamanda her şeyden önce bugün tüm insanlık için yıkıcı gidişatı ortaya çıkan toplumsal bir doğa ilişkisine karşı da bir itiraz ve muhalefettir.
Bir yanılsama ve ideal olarak doğa
Doğanın kendisi ne iyi ne de asil olarak kabul edilir; ancak düş görme (fantazmagori) olarak, yani bir yanılsama ve ideal olarak ve baskıcı bir toplumsal ilişki olarak tanınabilir. Dişil imgeler, erkek egemen bir tarihin ifadesi olarak okunuyor. Sözde kadın olan karakter bu anlamda erkek egemenliğinin bir maskesidir. Ancak diyalektik imgeler olarak kadın imgeleri, içinden çıktıkları toplumsal bütünle birdenbire çelişirler. Bunda feminist toplumsal eleştiriye yeni dürtüler açan bir olumsuzlama gücü var. Günümüze dönüldüğünde feminist olumsuzlamanın bugün nerede bulunabileceği sorusu ortaya çıkar.
Adorno büyücü Kirke’yi ilk kadın karakter olarak tanımlar; çünkü o, mitsel anlatıda yıkımı haz ve arzuya bağlayan patriyarkayı alaşağı eder; belki de bugün dünya çapında kadın ve LGBTIQ hakları uğruna mücadele edenlerde bu efsanevi zorlamanın kırılmış olduğunu görebilirdi.
Onlar iyi yaşamı sadece kendileri için değil, bir bütün olarak tüm toplum için talep ediyorlar– hazzın reddinin, iyi bir yaşamın ancak bir kopyası olabileceğini bilerek. Adorno’nun eleştirel teorisi acı veren yerden başlar: çekilen acıda ve adaletsizlik deneyiminde–acıyı ve adaletsizliği ortadan kaldırmak amacıyla. Amaç toplumun özgürleşmesi ve bireyin mutluluğudur.
Adorno’nun yapıtında kadınlık figürü, tahakkümle uzlaşmaz bir karşıtlık ilişkisi içinde olduğundan olumsuzlayıcı bir güce sahiptir. Ancak bu, kadınları doğaları gereği (ki bu toplumsaldır) egemenlik muhalifi yapmaz.
Feminist aydınlanmanın diyalektiği
Kadınların patriyarkal tahakküm aygıtıyla bütünleşerek ona vazgeçilmez bir destek sağlamalarına dair acı veren deneyim Adorno’yla da ifade edilecektir tıpkı böyle bir feminist aydınlanma diyalektiğinden kaynaklanan acılar gibi– küresel Güney’deki kadınların kültürleri veya dinleri adına küresel Kuzey’in hak ve özgürlüklerini inkâr etmesi de dâhil olmak üzere, beyaz olmayan halklara karşı sömürgeci adaletsizliğin sürdüğünü yazıyor.
İran’daki feminist isyanlar ve Afganistan’daki acımasız cinsiyet ayrımcılığına karşı kadınların cesur direnişi bugün başka herhangi bir yerde olmadığı kadar cinsiyet ilişkilerinin böylesi bir diyalektiğinin kanıtıdır. İslamcı erkek egemenliği ideolojik olarak cinsiyetçi, homofobik ve transfobik cinsiyet ayrımcılığına dayanıyor.
Aşırı sağcı ideolojiye benzer şekilde o da cinsiyet ayrımcılığı ve antisemitizm yoluyla yaşanan açık bir yanılsamayı savunmaktadır. Pratikte tümüyle anlaşılmaz kalan aşırı sağcılık ve İslamcılık ancak bu ideolojiler aracılığıyla anlaşılabilir.
Özgürlük evrenseldir
“Özgürlük ne Batılı ne de Doğuludur, evrenseldir” – 1979 yılında İran’da zorunlu peçe uygulamasına karşı düzenlenen kitlesel feminist protestoların bu sloganı tesadüfî değildi. Bugün İran’da feminist protestoların sloganı olan “Kadın Yaşam Özgürlük” İslam Devleti’ne karşı savaşan Kürt savaşçıların sloganıydı. Ölüm ve yas deneyiminden kaynaklanır ve totaliter bir erkek egemenliğinde kadınlar için özgürlüğün doğrudan fiziksel acilliğine işaret ediyor.
“Kadın Yaşam Özgürlük”te kendine özgü bir evrensellik ifade edilmektedir. İster Irak ve Suriye’de IŞİD’e, ister İran’da mollalara veya Afganistan’da Taliban’a karşı olsun, İslamcı terör rejimlerine karşı mücadele eden feminist savaşçılar bu rejimler tarafından doğrudan ölümle tehdit edilmektedir.
Adorno’nun Kirke ve Calypso’da hâlâ bulduğu feminist olumsuzlamanın gücü bugün onların elinde. Pek çok kadının alenen yaptığı saçları kestirmek aynı zamanda bir direniş eylemi ve bir yas eylemidir. Direnişin olduğu kadar acının da cisimleşmiş doğası olarak bu kadınlar, Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği’nde ifade ettiği gibi, “özgürlüğün karşı konulmaz bir şekilde maddenin engellenmiş kaderi olarak parladığı” “özgürlüğün en uç karşı kutbunda” durmaktadır.
Direnişin olduğu kadar acı çekmenin de somutlaşmış doğası olarak bu kadınlar, Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği’ndeki açıklamaları takip edilirse, “özgürlük(ün), maddenin engellenmiş kaderi olarak karşı konulmaz bir şekilde parla(dığı)” yerde “özgürlüğün en uç karşı kutbunda” dururlar.
Böyle bir özgürlük arzusundan hareketle bakış Batılı demokratik toplumlara yönelir, ancak bunu görelileştirme için değil, dayanışma için yapar.
Patriyarkaya karşı direniş
Tüm düşünce ve eylemlerin ufuk noktası olarak özgürleşme ısrarı Adorno’nun toplum teorisinin en önemli noktasıdır. Bu süreçte, özgürleşmenin tam olarak ne anlama geldiği kesin olarak belirlenmez, ancak egemenlik tarihinin eleştirisinde olumsuz bir şekilde ortaya çıkar. Feminist ayaklanmaların arka planına bakıldığında bu, başlangıçta patriyarkal egemenliğe karşı direnişten başka bir anlama gelmez.
Böylece Adorno’nun Negatif Diyalektik’inin ünlü başlangıcına dayanarak bir zamanlar eskimiş gibi görünen feminizmdeki özgürleştirici esinin, gerçekleştirme zamanı kaçırıldığı için ve ne olursa olsun dünya çapında özgürlük arzusu içindeki kadınlar tarafından sürekli olarak talep edildiği için hâlâ yaşamaya devam ettiği söylenebilir.
*Almancadan çeviren: Meriç Gök