İktidarın 3 yıllık ekonomik hedeflerinin özeti olan Orta Vadeli Program (OVP) geçtiğimiz günlerde açıklandı, 12 Eylül’ün 43. yılının arifesinde… Sanki 43 yıldır yapılıp edilenler her defasında farklı sözcüklerle formüle ediliyormuş gibi bir duygu yaratarak ilan edilen bir program bu da. Söylemeye gerek yok ki, öncekiler gibi işçi ve emekçiler için cehennem, sermaye için teşvik-ihya vadediyor. Elbette, 12 Eylül’ün bir karabasan gibi toplumun üstüne çökmesinin temel dinamiklerinden olan 24 Ocak Kararları’nın açıklanmasının üzerinden geçen onlarca yılda sermaye cephesinde alınan ve katedilmek istenen yolu da göstererek… Alınan yolu yaşayıp deneyimledik: Taşeronlaştırma, esnekleştirme, örgütsüzleştirme, eğitimden sağlığa aklımıza gelebilecek tüm toplumsal ihtiyaçların metalaştırılması ve bununla da bağlantılı olarak özelleştirmeler, özgürlük alanlarının her etapta başka biçim ve formüllerle daraltıldıkça daraltılması…
Ama biliyoruz ki, tüm saldırganlığına rağmen hiçbir şey tamamen onun planladığı gibi gitmedi. Çünkü atılan her adımda karşısına şu ya da bu düzeyde işçi ve emekçiler de dikildi. Hem de onca örgütsüzleştirilmişliğine, üzerlerinde ideolojik-siyasi-kültürel olarak azımsanmayacak düzeyde bir hegemonya kurulmuş olmasına rağmen.
Bu mücadelenin örgütlülük açısından zayıflığı kurulan barikatların tüm inatçılığına rağmen yıkılmasıyla sonuçlandı belki, ama sermaye ve siyasi temsilcileri hiçbir şeyin planladıkları kadar kolay hayata geçirilemeyeceğini de görmüş, anlamış oldu.
O nedenle 24 Ocak’ın ilan edilen saldırı programı aradan 43 yıl geçmiş olmasına rağmen tamama erdirilemedi. Sermaye ve devleti için külfet olarak görülen kıdem tazminatı hakkının ortadan kaldırılması, sosyal güvenlik sisteminin tamamen tasfiye edilmesi bunun en önemli ayaklarından biri oldu. Her ikisinde de sistem aslında epey yol aldı, ama planladığı şekilde sonuna kadar gidemedi. Yine emek piyasasının esnekleştirilip güvencesizleştirilmesinde devasa adımlar attığı halde bunlar bile onun için yeterli olmadı. Her defasında başka bir formülle daha vahşi sömürü koşulları yaratmak için çırpınıp durdu. “Dahası ne olabilir ki” sorusunu sordururcasına… Bu soruya verilen yanıtlar değişmedi: Demek ki emek için cehennemi koşullar tasavvur ediyor. Emperyalist kapitalist işbölümü içinde kendi sıkletindekilerle rekabet edip yer kaplamak için daha fazlasını…
Geçtiğimiz günlerde açıklanan OVP, bu “daha fazlanın” hangi etapları kapsadığının ilanı oldu. Son yıllarda sık sık tekrarlanan ama işçi ve emekçilerle en hassas olunan noktalarda karşı karşıya gelmemek gibi siyasi kaygılarla etrafında dolanılan başlıklar bunlar. Kıdem tazminatının tamamlayıcı emeklilik sistemi (TES) denilen “yeni” bir modelle gaspedilmesi, yük olarak görülen emeklilerin daha büyük bir sefalete terkedilmesi, yıllardır adım adım örülen sosyal güvenlik sisteminin tümüyle berhava edilmesi hedefleri bunların başında geleni. Aklımızla dalga geçer gibi dillendirilen “güvenceli esneklik” formülüyle emek piyasasını bugünü de aratacak bir kuralsızlığa, güvencesizliğe sürüklemek hayalleri yeniden formüle edildi. Yine rekabet ve sistem içinde yer kaplamanın nirengi noktasının emeğin pula çevrilmesi olduğunun bilinci dışardan işçi alımı yapılacağının bir maddeyle dile getirilmesine yansıdı. Düşünün ki, sayısı on milyonla ifade edilen bir işsizler ordusu var ve bu ordu esnetmenin-güvencesizleştirmenin temel dinamiği. Ama bu bile yaratılmak istenen emek cehennemi için kafi gelmiyor! Ücretlerin/maaşların bundan böyle (sanki farklıydı ve TÜİK bunun için elinden geleni yapmıyormuş gibi!) “hedeflenen enflasyon” oranında arttırılacağının açıklanmasıysa tüm bunların üzerine tüy dikti!
Saymakla bitmeyecek başka saldırılar, bu OVP’nin alınan yolu olduğu kadar alınması hedeflenen yolun temel çizgilerinin ne olduğunu bir kez daha gösterdi. Önümüzdeki dönemin işçi ve emekçilere yönelik daha kararlı ve şiddetli saldırılara sahne olacağının ilanı oldu.
12 Eylül’ün yıldönümünde 12 Eylül’ün temel dinamiklerinin halen dipdiri olduğunu gösteren tek şey OVP olmadı. CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun katıldığı bir TV programında TSK’nın Kürt halkına yönelik zulmünden birkaç örnek sıralaması üzerine linç edilerek hedefe çakılması, hakkında alelacele soruşturma başlatılması, “devlet partisi” CHP’nin de genetik kodlarına uygun bir tutumla aynı koroya katılması 12 Eylül’ün siyasal ruhunun güncel tekrarı oldu.
Tanrıkulu’nun gerek Kulp’ta ’93 yılında zorla kaybedilen 11 köylüye gerekse Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağıllı köylerinin savaş uçaklarıyla bombalanması sonucu hayatını kaybeden 33 köylüye ilişkin dile getirdiklerinin AİHM kararı ya da 2004’teki TBMM İnsan Hakları Komisyonu raporlarına geçmiş olması kimsenin umurunda olmadı. Şimdiki iktidarın “demokrasi” maskesi giydiği ilk 10 yılında Meclis kürsülerinden Kürt halkına yönelik zulmü kınadığı hatta gözyaşı döktüğü, “vesayetçi ordu”yu bizzat hedefe çaktığı hafızalarda taptazeyken Tanrıkulu’nun dile getirdikleri üzerine bunca fırtınanın kopması elbette tamamen “politik”!
12 Eylül bugünde ve her şeyde yaşıyor gerçeğini hatırlatmak istercesine…