Yeşiller Sol Partisi konferans sürecine girdi. İki gün süren Kadın Konferansı sonrası karma konferans süreci başladı.
Mayıs ayı ile başlayan yeniden yapılanma, değişim tartışmalarına en sahici yaklaşan ve gereğini yapan tek parti Yeşiller Sol olması itibariyle hem konferans hem de kongre süreci merakla bekleniyor. Binlerce halk toplantısından tutalım tüm yapıların, komisyonların, örgütleme alanlarının derinlemesine yürüttüğü tartışmalar sonrası şimdi her şeyin süzüldüğü bir rafinasyon sürecine demir atıldı.
İyi ve güçlü bir yeniliğin başlangıcı olacağına olan inancımız tam.
Konferans süreçleri, örgütsel durumun ideolojik bağlamda rotaya sokulduğu aralığı tarif ediyor. Sorunlar tespit edilir, alınan kararlarla güçlü bir çıkış yapılır ve yola yeni bir tarz/tempo/yöntem ile devam edilir.
Yeşiller Sol kendi krizlerini aşabilecek güçtedir. Çünkü varlığı, kendisini aşan bir oluşumdur. Bu bile büyük şanstır.
Fakat dürüst olmak gerekirse son seçim ile açığa çıkan çeşitli başlıklardaki gerek yapısal gerek konjonktürel sorunlar, ele alış şekline göre işi hem kolay hem de zorlaştıracaktır.
Kongreye doğru giderken Yeşiller Sol’un yapacağı bazı tercihler var. Bunlar onun kaderini belirleyecek. On binlerce sayfayı bulan tutanakların, yüzlerce sayfalık raporların totalde cevabını aradığı şey basit: Yola devam ama nasıl?
Biraz daha kristalize edersek: Parti, eskiyi aşan bir ruh ile yeniyi nasıl inşa edecek?
Müsaadenizle ben bu soru/ların cevabını bir Kore filmi üzerinden anlatarak Yeşiller Sol’a varmaya çalışacağım.
2017 yapımı bu filmin adı “Kale”…
Film 1636 yılında geçen, gerçek bir hikayeyi anlatıyor.
Filmin bize de son derece tanıdık gelen konusu özetle şöyle: Qing hanedanlığı Joseon halkından biat ister. Joseonlılar da biat etmez, onların boyunduruğu altında olmayı kabul etmez. Joseon krallığı, sarp dağlardan oluşan bir mekandaki kaleye sığınır. On beş bine yakın asker ve yönetim, ulaşması zor bu kalede savunmaya geçer. Fakat küçük bir sorun vardır. Kalenin dışı tamamen düşman kuvvetlerinin elindedir. Daha büyük sorun ise kıştır ve kış hiç olmadığı kadar sert geçmektedir. Zaten kalede yiyecek de sınırlıdır.
Böylesi bir durumda nereye kadar gidilebilir? Nasıl direnilir açlık ve soğuğa?
Tam da böylesi bir atmosferde film ilginçleşmeye başlıyor.
Şimdi kalenin içine girelim ve neler olduğuna bakalım.
Kaledeki kral son derece kaygılı ve ürkektir. Adım atmakta, karar vermekte mahir değildir.
Haliyle her konuyu danışman topluluğuna soruyor.
Danışmanlardan İçişleri Bakanı olan Choi ile İnanç işlerinden sorumlu olan Kim ön plana çıkar.
Ortaya çıkan iki çizginin temsilcileri oluyorlar.
Film bu iki karakterin ve çizgilerin tartışmaları üzerinden gidiyor.
Kalede günler geçip, yiyecekler tükenip ve soğuklar arttıkça; sorunlar da artmaya başlıyor.
Zaten olayların bir kalede geçiyor olması tek başına manidardır. Bir alana takılı kalma, bir alanda sıkışmayı tarif ediyor. Dışarıya çıkılamayan, dışarıdan destek alınamayan, bilgisine sahip olunamayan koordinatların ve yolların ortasındaki bir kale, bir noktadan sonra dezavantajdır. Yönetmen bunu ağır çekimde bizi içine çekerek, hissettiriyor. Kaledeki Joseonlular da ‘zaten öleceğiz, bari aç ölmeyelim’ diyorlar kendi aralarında.
Tam bu noktada Qing hanedanlığı adına dışarıda kamp kurup kalenin teslim olmasını bekleyen, ama diğer yandan da fethetme girişimlerine başlayan askerlerin başka beklentileri de var. Örneğin kaleyi içeriden fethetmek gibi…
Tekrar kalenin içine dönelim.
İçeride yoğun tartışmalar var. Choi yani İçişlerinden sorumlu bakan, teslim olmalıyız diyor.
Kendinden ödün vererek barış talep etmeyi de yer yer tartışıyor.
Bunu da ölmektense böylesi bir yaşam da yaşamaya değer, en kötü şey ölümdür argümanı ile savunuyor. Hayatta kalmaktır önemli olan diyor. Halk katliama uğrayabilir gibi şeyler de ekliyor. Bizim dışarıda sayıca bizden fazla olan savaş ordusunu yenme şansımız yoktur diyor. Yani başından beri bir teslimiyet çizgisinde. Kurtuluşu burada görüyor ve bundan ötürü de karşı tarafa elçi olarak birkaç kez görüşmeci olarak gidiyor. Her seferinde aşağılanarak geri gönderiliyor.
İnanç işleri bakanı Kim ise teslimiyetin karşındaki diğer çizgiyi, direnmeyi tartışıyor.
Kim, burada yaşam ve ölüm üzerine konuşurken teslim olunmamış bir ölümün daha büyük bir yaşam olduğu görüşünde. Yaşam arzusu diğer herkes gibi yoğundur fakat yaşam dediğimiz şey ‘sadece yaşamakla’ ilgili bir şey değil. Adorno’nun deyimi ile ‘yaşam yaşamıyor’ bazen.
Her koşulda direnmek gerektiğini, direniş için yollar olduğunu, yollar bulunabileceğini ifade ediyor sürekli. Ve hatta çok iddialı bir noktaya savrularak ‘Bu kalede olan eski her şeyin, kendisinin de dahil, yok olması ile yeninin olacağın’, yeni yolun bulunacağını vurguluyor.
Bu iki görüş de taraftar buluyor. Fakat kralın kafası netleşmiyor bir türlü. Kararsızlık hali, çok geçmeden kalenin ruh haline dönüyor. Çünkü bir öncülük sorunu yaşanıyor. Örneğin kaledeki askerlerin kumandanı, öngördüğü taktik hamlelerin doğru çıkmasına rağmen kırbaç cezasından kurtulamaması; merkezdeki kafa karışıklığının basit bir çıktısıdır.
Diğer bir durum da kaledeki halk ve askerler ile yönetim kademesinde bulunanlar arasında çıkan biçim-öz uyumsuzluğu. Aralarında uyuşmazlık tavan yapıyor. Kendine, kendi iç gündemine dönen bir yapıya dönüşüyor merkez.
Böyle olunca her olay ve olgudan çok hızlı etkilenme oluyor. Malum; kendi aklına güvenmeyen, başkasının aklı ile yol alır ve yarıda kalır.
Kalede ‘özel savaşın’ etkisi hızla yayılır.
Çok ilginçtir, filmdeki en önemli şeylerden biri de özel savaş vurgusudur.
Somutlaştırmak iyi olacaktır.
Dışarıda bekleyen düşman ordusu, bir söylenti yayar; söylenti şudur: Han geliyor… Yani imparatorluğun başındaki kral söylentilere göre kalenin dibine kadar gelecektir, belki de gelmiştir.
İşte bu görüş, kalede paniğe, umutsuzluğa yol açar. Oysa sadece bir çıkarımdır henüz.
Yönetmene göre, kaledekiler tam da bu söylentiye inanmaya başladığı andan itibaren yenilmiştir. Filmin sonuna geldiğimizde bunu bizler de iyice deneyimliyoruz.
Bir diğer durum, kale dışında bekleyen ordu sadece söylenti yaymaz; içerdekilerin açlık ve soğuk sorununa odaklanarak, daha çok et tüketir ve görülecek şekilde, kaleden kopuşlar sağlamak için ateşler yakar, bizde ısınma sorunu yok dercesine.
Fakat her şey kendi yapını örgütleyememe, özel savaşa yenik düşme ile izah edilebilir mi?
Hayır… Kalede başka sorunlar da vardır.
Mesela saldırı olacak, fakat tüfekler eskidir. Tüfek ağızları aşınmıştır, genel bakımları yapılmamıştır. Tek bir tane hedef vurulmaz.
Yine halktan gelen şikayetler dinlenmez. ‘Halkı’ temsilen bir demirci karakteri ve yanında genç bir çocuk vardır. Kale adına en kritik görevleri onların üstlendiğini görürüz.
Bu toplumsal güç, saha dediğimiz alanın aslında kendi haline bırakılması ile işlevsiz kılınan bir yere dönüştüğünü gösteriyor. Film, taban-tavan ilişkisini demirci karakteri üzerinden kesin bir şekilde tartışmaya kapatarak tabanın yanında konumlanıyor.
Film ilerledikçe; dışarıdan yardım alamayan, soğuklara yenik düşen, yiyeceği tükenen bir kalenin karar anı gelip çatar.
Gerçekten ne yapmak lazım? Her şeye rağmen direnmek mi? Yoksa bulunur belki yollar, yaşayalım da nasıl olacağı mühim değil, önemli olan yaşamaktır demek mi?
Yaşam nedir, ölüm nedir?
Artık tercih bu iki duruma sıkışır ve karar anı gelir.
Filmin sonu çok trajiktir. ‘Kölelik’ ile biter. Karşı taraf, teslim olursanız size karışmayız der ama diz çökünce tek bir söz tutulmaz.
İnanç işleri bakanı Kim, sonuç olarak haklı çıkmıştır. Tüm çabaları, sadakati anlaşılmıştır. Bakan Kim, özeleştirisini kendisine verir ve herkesin biat edip başını eğdiği, teslim olduğu yerde harakiri yapar.
Bu filmin konferans süreci ile yakından ilgili olduğunu düşünüyorum.
Daha doğrusu mayıs ayından bugüne uzanan tartışmalara bakınca, yaşadıklarımız da çok farklı değil.
Partinin kendisi de bir ‘kale’…
Ve gelinen aşamada adeta kalede sıkışma hissi yok değil.
Bizim kaleye bakınca her tarafı kuşatılmış durumda. İçeriden sorunlar var, dışarıdan sorunlar var. Hukuk, siyaset, ekonomik, toplumsal cinsiyet üzerinden her açıdan saldırı var.
Özel savaş desen, birçok alana sinmiş ya da sinmeye can atıyor.
Bir sözün, bir davranışın nasıl bir yapıyı, halkı dağıtabileceğini; özel savaş dediğimiz gündemin hayatın her anında olabilen, içimizde başlayıp orada biten bir süreç olduğunu da unutmamak lazım.
Merkez-yerel sorunu sürekli gündemde.
Peki özce hem ideolojik hem de politik manada ‘tecride’ alınmış bu kaleden nasıl çıkılacak?
Gerçekten yol yok mu?
17. yy’da yaşanan bir olayı bizlere aktaran bu filmin hikayesinde aslında çözüm de var.
Filmde çıkış için yolların olduğunu, bunun için zaman ve mekanın doğru kullanılması gerektiğini, bunu yaparken iç meselelerle boğuşulmamasını salık veriyor.
En önemlisi de yaşam ve ölüm gibi bir aks söz konusu olduğunda, yaşam dediğimiz şeyin direnmekle anlam kazandığı, geleceğe kaldığı ve gerçek kazanımın da bu olduğu netleşiyor.
Denklem basit: Direnen yarına kalır, teslim olan çöplüğe karışır. Direnmek haktır, direnmiyorsan yoksun!
Bugün egemen sistem ve iktidar aklı da tam olarak partiden teslim olmasını, olmaması halinde bünye olarak aç bırakacağını, tutuklayacağını söylüyor. Tasfiyeyi arzuluyor. Tasfiyenin yanında hafızasızlaştırma, hiçleştirme, güçsüzleştirme programı yürütüyor. Toplumsallığın tüm mevzilerini, halihazırdaki tüm yaşam damarlarını, gözenekleri kurutmaya kalkışmaları yok yere değil.
Teslim olursa vereceği sözlerin hiçbirini de tutmayacağı aşikar iken…
Filmde, kral bir yerde soruyor: “Kral olmanın anlamı nedir?”
Sorudan ilhamla sormak lazım: Parti olmanın anlamı nedir?
Bu parti, bu mücadele alanı hakikatleri görmüş bir gelenek. Hakikati görenler artık ona sırt çevirmez.
Ezcümle,
Konferans bir çıkış yeridir.
Yeşiller Sol Partisi konferansı bana göre bir yol açmayacak, bir yol da bulmayacak.
Kendisi yol olacak. Evet, esas seçenek ve yol, yolun kendisi olmaktır. Bundan daha iyi yolu açan bir seçenek yoktur.
Bu iradeyi gösteren, özel savaşı çözümleyen, iç sorunları ve içeride gerek ittifak gerekse bileşenlerle olan sorunları çözmüş, merkez-yerel dengesini kurmuş bir siyaset her türlü nefes alır, her türlü kuşatmayı yarar.
Carl Jung ‘İnsan yaptığı şeydir, yapacağını söylediği şey değil’ der.
Buradan ilhamla, Yeşiller Sol konferansı da bir başarı hikayesi yaratmak istiyorsa; Söyleyeceği şey değil, yapacağı şey olmalıdır.