Kaybetmenin dehşetini ve vahşetini gördük, yetmedi, yaşadık. Biz zaten buralarda bunları devrediyoruz. Mirasımız cehennem yalnızlığı ve cennet rüyası. Geçmişe özlemler, geleceğe nasihatler, zamana sitemler, çağlara aldanışlar. Görmediğimiz geçmişi yad etmeler, yaşayandan çok ölenlere hürmetler. İşte kapısı bile olmayan vaatlere geldik durduk. Buydu bize kalan, burasıydı sanki bilinmeyen.
Ateşimize odun aradık, başka yangınlara bakıp küllerimize masallar bahşettik. Velhasıl kaybettiğimiz her yere umut fidanları diktik. Onlar da yandı ya da kurudu çünkü aslında hepsi aynı akıbetin sularında susuz büyümeye çalışanlardı. Ceza bize bahşedilendi, biz suçu büyüttük.
Serzenişlerin yaslanacağı duvarların hepsi çöktü. Kavuşmaların geleceği gün bizden çalındı, belki de biz o günleri takvimlerimizden sildik. Hatırlanmayan bir gün, öylece bir nostalji olarak kaldı. Herkesin hatırlamadığı günü ya da günleri olduğundan beri hayat buruşturuldu. Öyle ki başka günlere de cesaret verdi.
Evet, kötülüğün de bulaştığını gördük, en uzak sandığımız yerden yanı başımıza kadar geldi ve kuşatıldık. Bundan bu kadar korku, geri itilen öfke, bastırılan isyan. Sevinçlere kabahatler, neşeye iftiralar bulundu. Yasaklamanın bir başka adıdır bu, çağımızın buluşlarından, bulaştıranlarından.
İstemek, istediğinin peşinden koşar adım yürümek, sanki bir meczubun inadı. Yabancı kalmak kendine, bir modadır bu hayatta. Umudun haysiyeti fırlatılıp atıldı bir yerlere, kimse yerini de bilmiyor artık. Mahkumu olduğumuz bu dünyaya başka dünyalar bulsak da bir derman değil, bu gerçek bir yangın, bir kör kuyu.
Her şeyin sahtesi var artık, insanın da. Böyle böyle inceldiği yer kopmuyor, inciniyor. Hayıflanmak yara açıyor, hatırlamak iz bırakıyor, insana değen her şeyin bir hafızası bir bela gibi peşinden geliyor. Unutmak ders değil, dert olabiliyor. Zaten her şeyin bir olasılığının olması, bizi varolmaktan sürgün ediyor.
Düştüğümüz yerin düşürüldüğümüz yer olduğu gerçeğini inkâr etmekle başladı çokça şey. Başımıza gelmeyen ne kaldı, diye bir soruya cevaptır: Gelmeyeni çağıracağız, en olmadı biz başımıza türlü türlü şeyler getireceğiz. Yaşamanın kanunu, dünyanın kadim yasası budur çünkü.
Gitmekle bitmiyor bazı şeyler, gelmekle başlamıyor çok şey. Durduğumuz yerde kaldığımız da bir rivayet. En makul ve ihtişamından ödün vermeyen bir gerçeğe savrulalım. Rüzgâr da alıp götürsün, rezalet ve asalet de hep beraber bizi kovalasın, olsun. Madem yaşıyoruz, madem ki burası ölene kadar; o kadar da hakkımız olsun her ne kadar haklı olmasak da.
Hüzün ve üzünç kaygısı birer duvar, durmadan çarpıp kendimize bakıyoruz. Müdavimi olduğumuz yalanlar, ertelediğimiz yüzleşmeler, kovduğumuz çareler birer abluka. Düşünüyorum, çalınan ne çok şeyimiz var, harcanan ne kadar yerlerimiz var. Neyse ki hepsiyle yaşama alışkanlığı var. Belki bir lanet, belki de bir davet; yeni güne, yeni yaşa, yeni hayata.
Bıraktığımız için bırakıldık. Bıktığımızdan beri ne kendimize ne de dünyaya sığdık. Dermanlar gelsin de dert görsün, keşkeler görsün de kıyametten vazgeçsin. Halimiz halden düştü, halsiz kaldık; kendimizle ve yaşama telaşıyla. Zaman ve mekân bizimdi, biz kendimiz olduğumuz vakitlerdi: Aynıydı ve aynı kaldı.
Haftanın kitap önerisi: Shirley Jackson, Piyango ve Diğer Öyküler / Çeviren: Berrak Göçer, Siren Yayınları