Rusya-Ukrayna savaşının sonuçlarından biri gıdaya doğru uzandı. Rusya, Ukrayna tahılının ihracını sağlayan, Temmuz 2022 yılında Birleşmiş Milletler’in Tahıl Koridoru Anlaşması’nı sonlandırdığını Moskova Belarus Büyükelçisi Boris Gryzlov aracılığı nota vererek duyurdu. 18 Temmuz’da anlaşmayı sona erdirdi. Türkiye bunun üzerinden atağa kalkarak Rusya ile anlaşma çabalarına girdi. Bu çaba dünya gıda krizi açısından bakıldığında olumlu bir diplomasi gibi görünse de girişimin detaylarına bakıldığında ve Türkiye’de yürütülen tarım politikaları düşünüldüğünde sürükleneceğimiz yeni uluslararası tavizlerin habercisi olarak görünüyor.
Rusya’nın alternatif tahıl koridoru önerisi Ukrayna’yı devre dışı bırakmakla kalmıyor Türkiye’nin konuya katkısı ile Rusya-Katar üzerinden buğday sevkiyatını, Türkiye halklarını da yıllardır sürdürülen gıda krizine ve dışa bağımlılığa mahkûm etmeyi meşrulaştırıyor.
Rus Dışişleri Bakanlığı Türkiye ile Moskova’nın Karadeniz tahıl anlaşmasına alternatif önerisini görüşeceklerini aktarıyor. Alternatif plan kapsamında Rusya’nın -Katar’ın da mali desteğiyle- Türkiye’ye indirimli fiyatla bir milyon ton tahıl göndereceği ve bu tahılların Türkiye’de işlenerek “en çok” ihtiyaç sahibi ülkelere gönderilebileceği belirtiliyor.
Hepimizin hatırladığı gibi, gerçekten neredeyse anılarımızda kalan Türkiye’nin tarım ülkesi olduğu gerçeği ortadan çoktan kalktı. Bugün bırakın sağlıklı gıdaya erişimi, nasıl yetiştirildiğini bilemediğimiz, hormonlu, ilaçlı ürünleri yüksek fiyatlarla almaya mahkûm bir ülke konumundayız. Buğday ülkesi olan Türkiye yıllardır buğdayı Rusya’dan almayı sürdürdü. Rusya’nın Ortadoğu’da yaşanan gerilimler sonucunda kestiği bu ilişki bugün yeniden tavizlerle canlandırılıyor.
Masalara gelen ekmekten pazar tezgahlarında kilosunu yüksek fiyatlara almaya çalıştığımız, yaşamını çiftçilikle sağlayan halkları sermayenin şantiyelerinde işçi olmaya mahkûm ettiğimiz bir dönemi yaşamaya, bu dönemde toprakların nükleer sanayine ve atık alanlarına dönüştürülmesinin süreci bu kez uluslararası tavizlerle güçlendiriliyor.
Diğer yandan uygulanan siyasi projelerle; Ekoloji mücadelelerinin verildiği her alanda, dahası kapitalist sistemin saldırısının yürütüldüğü her il ve ilçede 2000’li yıllardan beri siyasi iktidar desteğinde yapılmaya çalışılan inşaat, enerji, maden işletmeleri ile yaşam alanlarının, ormanların, su havzalarının, tarım alanlarının ve geçimlik çiftçiliğin yok oluşunu yaşamaya devam ediyoruz.
Siyasi iktidarın sermaye birikimini destekleyen politikaları bir yandan sürerken Rusya ile buğday koridoru üzerinden diplomasi yürütmesi ve bunu Katar’ın desteği ile yapacak olması Türkiye’de yaşam için ciddi tehditlerin ipuçlarını barındırıyor. Bir yandan tarım alanlarının sermaye birikim alanına dönüşmesi sürdürülürken, uluslararası tavizlerle yeni sermaye birikimleri ülkenin toprakları, sulak alanlarına el konulmasının ve bu süreçlerin hızlanmasının yolu açılıyor.
Bir yandan Avrupa yeşil mutabakat anlaşmaları ile yeşil sermaye fonuna adaylığını sürdüren bir Türkiye, diğer yandan yok ettiği, yok etmeye kararlı olduğu tarım alanlarını yeni sermaye birikimine sunmak için fırsatları değerlendiren, yapacaklarını bu yolla meşrulaştırmaya çalışan bir siyasi iktidar. Katar mı el koyacak yaşam alanlarına Rusya mı, gelecek günler bu endişeleri içinde barındıracak.
Bu arada yeşil ekonominin kapsamı nükleer enerji üretimlerinin sürdürülebilir olduğu, ve nükleer santralları kapatmak isteyen ülkelerin bu kararlarından vazgeçmesi ve yeni nükleer santrallar açılması önerilerini de içeren Avrupa Birliği (2 Şubat 2022) de doğalgaz ve nükleer projeler sürdürülebilir yatırım listesine dahil edileceği, atıklarını güvenli biçimde tasfiye edebilecek nükleer enerji santral yatırımları yeşil ve sürdürülebilir ekonomik aktivite olarak tanımlanacağı duyurmuştu hatırlayacağınız gibi.
Olası süreçler açıkça görünüyor. Akkuyu Nükleer Santral yapımını üstlenen Rus şirketi Rosatom TBMM’de alınan kararlar gereği Akkuyu Nükleer A.Ş.’yi kuran Rusya Türkiye’nin tavizini 2010 yılından beri elinde tutuyor. Şirket Akkuyu’da bağımsız bir cumhuriyet olarak çalışmaya devam etmekte. İşçiler Türkiye’deki tüm inşaat şirketlerinde yaşanan güvencesizliğe mahkûm, çalıştırılmaya mahkûm etmeyi sürdürüyor. Emek, meslek, ekoloji örgütlerinin, siyasi partilerin, halkların nükleer santralin yapılmaması gerektiği uyarıları, itirazları, dava açmaları bir şey ifade etmeksizin santral nükleer endüstrinin tüm süreçlerini bu ülkede meşrulaştırmak için yürütülüyor.
Bugünlerde Erdoğan, Putin ile görüşmesinde Rusya’dan “Türkiye ile iş birliğimiz başarı şekilde devam ediyor. Türkiye, Uluslararası Nükleer Güç ülkesi kulübüne girmiş vaziyettedir” sözleri ile yorumları geliyor.
Diğer yandan Türkiye Enerji Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu Başkanlığı (TENMAK) ve Ankara Valiliği arasında 7 Temmuz 2022 tarihinde, Ankara Polatlı sınırları içindeki Avdanlı Mahallesi’nde kurulacak nükleer atık depolama tesisi için 4 milyon metrekarelik mera alanında tahsis amacı değişikliği sürecinde olduğu gibi meralar, tarım alanları radyoaktif atık sahası olarak tanımlanmaya devam ediliyor.
Sizce verilen tavizlere, yıkımlara buğday üretemediğimizden mi baksak, gıdada dışa bağımlı hale getirilmemizi mi dert edinsek, geçimlik yaşamın giderek yok edilişine mi yoksa yaşam alanlarının enerji, inşaat, maden şirketlerinin hegemonyasına sokulmasına mı karşı dursak. Ya da Katar’ın, Rusya’nın el koyacağı alanlara hızla dönüştürülmeye başlamasından mı ayağa kalksak. Ne dersiniz hala saldırı stratejilerini birbirinden ayrıştırmaya ve resmin bütününe gözümüzü kapamaya devam mı etsek. Ne dersiniz nereden başlasak?