Eğer gerçekten sorun çözmek istiyorlarsa bunun yolunun savaşı derinleştirmekten geçmediğini iyi bilmeliler. Bunu da en iyi şu anda ortalığı karıştırmakla meşgul olan Hakan Fidan biliyor olmalı. Ortadoğu ve Kürt sorununda sayın Öcalan ile en çok görüşen ve onun fikirlerine katıldığını beyan eden kendisidir.
Herdem Fırat
Bazı sorunlar var ki çok bilinmeyenli denklemlerin çözümünde formüllerin oynadıkları anahtar rolü gibi, çözülmeleri genel sorunların çözümünde de anahtar görevi görür. Kürt sorunu da Ortadoğu için böyle bir öneme haizdir. İki yüzyıldır soruna bir türlü demokratik muhteva içinde çözüm yolu bulunamadı, bulunmak istenmedi. Tüm çözümler yadsıma ve yok etme üzerine inşa edildiği için her seferinde başa dönüldü. ‘Kürt sorunu’nun varlığı devletler arasında ekonomiden siyasete, ekolojiden askeri gelişmelere kadar her alanda ‘katalizör’ (reaksiyonların sonuca gitmesini hızlandıran etkenler) rolü yerine, inhibitör (yavaşlatıcı) rolü oynuyor. Katalizör veya inhibitör olma durumu, yerel devletlerin olduğu kadar uluslararası güçlerin de bir tercihidir. Oysa Kürt sorununun çözümü tarihsel bir önemde ve tarihsel sorumluluk isteyen bir meseledir. İşin en kolayı inkâr ve imha girişimidir. En pahalı yöntem de budur. Biraz zor ama maliyeti düşük yöntem de Kürt ulusunun varlığını kabul temelinde otonom, özerk çözümler geliştirmektir.
Kürtlerin içinde yaşadıkları durum Cesur Yürek filminde isyan eden İskoçlar ile İngiltere’nin ilişkisine benziyor. Her devlet kendince bir işbirlikçi bulup, sorunu kendi lehine çözme yolunu seçiyor. Ancak toplumsal sorunları istediğin kadar ertelesen bile, fırsatını bulduğunda yine ortaya çıkar. Bunu görmezden gelip soruna yaklaşmak her ne kadar kazanım gibi görünse de aslında kayıptır. TC’nin yüzyıllık Kürt karşıtı politikalarına bakıldığında ne kadarın zafer ne kadarın kayıp olduğu daha iyi görülür. Pirus Zaferi’nin ötesine geçememiş bir başarı.
Son haftalarda Türk Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da adeta sefere çıkmış bir padişah edasıyla bir ülkeden diğerine koşuyor. Neredeyse tek bir gün bile yurt içinde kalmıyor. Birkaç kez Irak’a uğradı. Oradaki Kurdistan Yönetimi’yle de üst üste görüşmeler yaptı. Akabinde İran ve diğer ülkelere ziyarette bulundu. Ukrayna, Rusya derken en son Yunanistanlı mevkidaşı ile görüştü. Özellikle söz konusu görüşmeler Ortadoğu ülkeleri ile olunca konunun Kürtler olduğunu bilmeyen yoktur. Bir dizi görüşme sonrası yaşanan gelişmeler aslında görüşülen konuların merkezinde Kürtlerin ne kadar yer teşkil ettiğini gösterdi.
-İran, Irak ve PDK’nin Güney Kurdistan’da bulunan Rojhilatlı hareket ve partilerin silahsızlandırılmaları sözü verdiklerini ve bunun olmaması halinde operasyon yapacağını duyurdu. PDK de bu partilere silah bırakma çağrısı yaparak belli bir süre tanıdı.
-Kerkük’te daha önce PDK’ye ait olan ancak merkezi hükümetin el koyduğu bir büro-ofisin tekrardan PDK’ye verilme kararı sonrası Kerkük’te protestolar başladı. Protestolarda dört Kürt hayatını kaybetti.
-Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nde olan alanlarda iç karışıklar ve dış saldırılar başladı. Deyre Zor’da bir aşiret liderinin önayak olduğu, işin içinde uyuşturucu ve silah tüccarlığı ve dış güçlerle bağlantılı olan bir provokasyon gelişti. Aynı günlerde Minbiç ve köylerine çetelerin yoğun saldırıları başladı.
-Türkiye’nin, PDK ve Barzanilerin iş birliği ile tekrardan Garê’ye bir operasyon yapmak istediği ortaya çıktı.
Birilerinin ortalığı karıştırmak istediği apaçık. Bu gelişmeler kendiliğinden ortaya çıkmış değil. Bunu dışişleri bakanlığı yapan zatın geçmişinden biliyoruz. Bu konuda mahirdir. Ne diyordu? “Sınırın ötesinden bu tarafa birkaç roket atarız, olur biter.” Bu kişi istihbaratın başında olan kişiydi. Yani ortalığı nasıl karıştıracağını bilen biri. Hele ki Barzanilerle çok sıcak ilişki geliştirmesi ve bir dost gibi kucaklaşması kime nasıl mesaj vermek istendiğini iyi bilen birinin yapacağı hareketlerdi. Sanırım herkes mesajı almıştır. PDK üzerinden hem dost olmayan Kürtlere (Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Türkiye’nin istemlerine karşı çıkan YNK’ye) hem de diğer devletlere tehdit mesajı veriyordu. Yıllar önce PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan Başur Kurdistan’ının durumunu değerlendirirken şöyle diyordu:
“Birincisi, Irak Kürtleri Irak Araplarını kontrol etmek için yedeklenmiştir. (…) En son Saddam Hüseyin rejimi esas olarak Kürtlere dayanılarak yıkılmıştır.
İkincisi, İran-Irak çelişkisinde en önemli kullanım aracıdır.
Üçüncüsü, Türkiye Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutmak için yedeklenmiştir. 1925’ten, hatta ilk çağdaş Kürt isyanı olan Babanzade Abdurrahman Paşa önderliğindeki 1806 Soran İsyanı’ndan beri Kurdistan’da yaşanan tüm önemli tarihsel gelişmeler Osmanlı ve Cumhuriyet yönetimlerini meşgul etme ve kontrolde tutmanın en önemli araçları olmuştur.
Dördüncüsü, Ortadoğu’yu dünya hegemonik güçleri olan İngiltere (Hegemonik güç 1800’lerden 1945’lere kadar İngiltere, 1950’lerden günümüze kadar ABD’dir) ve ABD’nin kontrolünde tutmanın en elverişli araçlarından biri olmuştur.
Beşincisi ve en önemli olanı, bizzat Kurdistan’ın tümünü ve Kürt halkının devrimci potansiyelini denetim altında tutma ve saptırmanın ana üssü konumunda tutulmaktadır.
Altıncısı, küçümsenmeyecek yeraltı zenginlikleri, suyu ve güzel coğrafyası kolayca istismar edilmektedir.”
Bu başlıkları belirtmenin amacı birilerinin karşıtlığını yapmak değil, durumun tespitini yapmaktır. Bu başlıkların altı kolaylıkla doldurulabilinir. Ancak Başur Kurdistan’ın önemini belirtmek açısından oldukça yeterlidir. Mesele şu ki, tüm bu gerçekler ortadayken hem PDK hem de diğer devletlerin bunu göz ardı edip halen yüzyıl önceki çözme metoduna başvurmalarıdır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye defalarca denemesine rağmen Kürt gerçekliğini yok edemedi. PDK gibi kimi güçler de defalarca işbirlikçilik yapmalarına rağmen sonrasında tasfiye edilmekten kurtulamadılar. William Wallece’u idama gönderen Robert The Bruce’un vardığı yer, tekrar isyan etmek oldu. Yezdan Şêr, Bedirxan’a sırt çevirdikten sonra, Osmanlıların ilk işi onun yetkilerini kısmak oldu, onun da seçeneği yeniden başkaldırmak oldu. Bu kısır döngü yüzyıllardır sürüp gidiyor. İşte burada tarihi bir sorumluluk üstlenmek gerektiği ortaya çıkıyor. Hem Kürtler açısından tarihi bir sorumluluk üstlenmek hem de diğer devletler açısından tarihi bir sorumluluk üstlenmek gerekir. Günün kahramanı Kürtlere karşı savaşı büyüten değil, demokratik yollarla çözümü geliştiren olacak. Günün kahramanı işgalci devletlerle işbirlikçilik temelinde, kendi parti çıkarlarını büyüten değil, ilişki geliştirdiği devletlerle Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için devletleri bu yola sevk eden olacaktır.
Suriye’de birilerini Kürtlerin üzerine saldırtmakla, Irak’ta Kürtleri birilerinin üzerine saldırtmakla kimse kazanamaz. En fazla herkes kaybeder. Ortadoğu halkları kaybeder. Türkiye ve diğer ülkeler kadar Kürt parti ve önderlerinin de bunu görmesi gerekir. Katliamla sonuçlanan girişimlerin kime faydası var? Hitler Südet Almanlarını gerekçe göstererek Çekoslovakya’yı işgal etti, İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı. Türkiye, Türkmenleri gerekçe göstererek her yere hâkim olma derdinde. Ama Almanya’nın vardığı yerin ne olduğuna tarih tanıktır. Şimdi Hakan Fidan, Führer’in Dışişleri Bakanı havasıyla ülkeleri geziyor, kimilerini askeri güçle kimilerini de siyasi güçle hizaya getirme arayışında. Hitlerin olduğu kadar, hiçbir liderin arkasında devasa bir askeri ve siyasi destek yoktu. Buna güvenerek savaş politikası yürüttü. Peki sonuçta kaybeden kim oldu? Sadece Yahudiler mi kaybetti?
Hannah Arendt, ‘Nihai Çözüm’ün uygulanmasında iş birliği içinde olan kimi Yahudi önderlerin kolaylaştırıcı rol oynadıklarını belirtir. Şimdi Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesinde, sorunun daha da derinleşmesinde PDK ‘kolaylaştırıcı’ rolü oynuyor. ‘Samimi kucaklaşma ve gülümsemelerin’ hem Kürt halkına hem de bölge halklarına yoksulluk ve ölüm olarak döndüğü bilinmek durumundadır. Bu gülümseme ve kucaklaşmanın ilk anlarında Türk SİHA’ları ile siviller bombalandı. Sonrasında da bölgedeki karışıklıklarda yüzlerce insan hayatını kaybetti.
Tarihi sorumluluk insan kanı üzerinden politika yapmak değil, ‘artık tek bir insan bile hayatını kaybetmemeli’ üzerinden politika yapmaktır. Avrupa ve NATO’nun Ortadoğu ve dünyanın diğer yerlerinde günlük olarak savaşlarda ne kadar insan öldürüldüğü umurunda olmayabilir. Ama bunu bizzat yaşayanların umurunda olmak durumunda. Eğer Türkiye ve PDK sadece Kürtlerin değil, diğer halkların da ölmesinden medet umuyorlarsa, diyecek bir şey yoktur. Yok eğer gerçekten sorun çözmek istiyorlarsa bunun yolunun savaşı derinleştirmekten geçmediğini iyi bilmeliler. Bunu da en iyi şu anda ortalığı karıştırmakla meşgul olan Hakan Fidan biliyor olmalı. Ortadoğu ve Kürt sorununda sayın Öcalan ile en çok görüşen ve onun fikirlerine katıldığını beyan eden kendisidir. Dolayısıyla tarihi sorumluluğun da ne olduğunu en çok bilen kendisi olmalı. Erdoğan ‘Türkiye Yüzyılı’ söylemini kullanıyor. Kürtler de ‘Kürtlerin Yüzyılı’ diyor. Araplar da ‘Arapların Yüzyılı’ (Arap Baharı) diyordu. İran da ‘Fars ve Şiaların Yüzyılı’ (İki Şii hilalinin birleşme politikası) diyor. Herkesin bu yüzyıldan bir beklentisi var. Ancak tarihsel bir sorumluluk üstlenip tüm ulusların ve inançların demokratik bir yönetimle özgürce yaşama imkânı oluşturulamasa hiç kimsenin yüzyılı olmaz. Kürt sorununun çözümü diğer tüm sorunların çözümünde anahtar rolünü oynayacak. Bunun için işbirlikçilik değil tarihsel sorumluluk almak gerekir.