Dünyalara değer; anlamın her vuku buluşunda sesle-sözle yankılanırken ve renklerini örtünürken dört kutsalın her üçünü; sarıya, kırmızıya ve yeşile düştüğünde. O zaman ki delip geçmiştir, görüp kalmıştır, oradadır, ondadır, andadır
Burhan Çelik
Gidenlerin ardında kalan bir çift göz… Hep yolu gözlerken yakalanan bir çift bakış… Heybede taşınan ağır bir yük… Giden kendi ile taşır, kalana hep bir özlemdir en ağırından gündüzün, günün ve gecenin. Ateş ve su, kil, kül ve toprak kokar bu bakış. Gül kokar. Öyle amana gelmez, yaktığı yerle de kalmaz bir bakış ki içten içe alır götürür gittiği yere. Herkesin gittiği yere taşıdığıdır, herkesin herkesle olan özleminden ağır, herkesin hiç kimseden olmayan sevincinin izdüşümünde açan çiçeklerin gözyaşıdır ters lalenin güzelliğinde. Kirpiğin kaşa değdiğidir. Bülbülün gölgesidir güle değen. Taşın ezgisinin kavala can veren asi ve asil ruhudur. Yürüten acı, inciten sevgi, büyüten çığlıktır…Dikenidir yol yürüyen kızıl güllerin. Ve sevinci ve aşkı ve vuslata düşen her damladır. Sevgiye, hüzne ve özleme ve aşka aşkla düşen cemredir.
Evet… Evet bakış ama hayır sadece bakış değil… Akarken göz bebeklerinden bakış ve kırparken kıyısından kapaklarını oluş; bir haldir canı bulduran, bir bütünleşmedir her bir varlığı olduran. Oluşu zorlayan, varoluşu tamamlayan tavdır. Deminde dövülmüş ışıktır aşka boyanmış, aşkla kutsanmış bir haredir. Yankısı kendi aksini resmeder yürüyenin her adımına. Yolu boyar kendi manasının her harfine. Bir alfabedir; en yasaklı dilde konuşur: susarak konuşur, susarak sever, susarak özler ve isyankardır ve başkaldırır, direnir zulmün kalelerine de ah etmez bir bakış olur. İçine akıtır her bir pınarından akan özlemleri ve büyütür vuslatın güllerini dağ gibi sıcak, dağ kadar onurlu, dağ kadar emsalsiz. Harelenir anarken sırtında dünyalar taşıyanı, dünyaları sığdırır kendinden öte, kendinden uzak, kendinden içeri. Dünyalara değer; anlamın her vuku buluşunda sesle-sözle yankılanırken ve renklerini örtünürken dört kutsalın her üçünü; sarıya, kırmızıya ve yeşile düştüğünde. O zaman ki delip geçmiştir, görüp kalmıştır, oradadır, ondadır, andadır.
Anar! Baka koklaya anar.
Anar! fiilin tüm hallerinde. Anar! Birden çok daha fazlası olur o bakışla giden. Kendi değildir, kendinden fazlası olur. Taşıdığıdır sırtında, gördüğüdür her bakışta. Ferinde ve fecrindedir, açıp gider de en olunmaza gözlerini ve kapamaz-kırpmaz olmazın en doruğunda hakikatten edasını… Bir türküdür; bir bakışın anlattığından dahasıdır. Bir şiirdir yazılmayı bekleyen, her dizesi aşk, her imgesi sevgi sarmalı ve iç içe geçmiş duygular manzumesi. Nazımın nesre dönüştüğü hat. Sınır boylarında yakılan bir ezgi. Ağıt mı romanın en can yakan kısmı mı bilinmez. Boşluğa değil geceye, gecenin karasına, sonsuzluğuna asılmış umutların uzun ince dilek ağacı gibi rüzgarda dalgalanan şavkına ve yaprak dökümüne; dökülen yaprakların kuruyan yanlarına ve büzülen ve kendine dönen erguvani şarkısına ve yeşil sudaki esmer filizlere… Tüm bilinenler ve bilinmeyenlere, tüm görünen ve görünenin ardına, öncesi ve sonrasına, yakını ve uzağına, en yakınına ve en ucuna-uzağına… duyandan anlatana, bilmeyenden bilene ve bilincin tüm köşelerine sirayet eden o an’a bakar; bakar da hepsi olur işte hepsi… Ve sonra…
Ben olur o bakış ya da sen; daha ararken kendini bulmuştur o seni… Belki de o olur… Odur. Kim bilir belki de biz hepimiz… O bakışla… Hep aynı yaşta kalan yılların.