Mademki geçen hafta başladık yerel yönetimlerden söz etmeye devam edelim. Malum, yurt sath-ı mailini 2019’da yapılması düşünülen yerel seçim çalışmaları meşgul etmeye başladı. Önce, seçim tarihi tartışmaları gündemi meşgul etti bir süre… Sonrasında AKP ve MHP’nin seçimlerin öne alınması için gerekli olan anayasa değişikliği için 400 oyu bulamayacakları ancak muhalefetin önerisi ile böyle bir değişikliğin yapılabileceği konuşuldu. Seçimler, umulmadık bir gelişme olmaz ise normal tarihi olan 31Mart 2019 da yapılacak gibi görünüyor.
Görünmesine görünüyor da… Seçilecek olan yerel yönetimler gerçek yerel yönetim olacak mı olmayacak mı o da başka bir konu… Muhalefeti, iktidarı bütün partiler ilgili istişare heyetlerini topladı, yerel seçim bildirgeleri üzerinde çalışıp duruyor. Ama asıl cansiperane çalışma kimin nereye aday olacağı konusunda sürdürülüyor. Ortalık, aday adayları ile kaynamakta… Buna sol muhalefetin bağımsız aday arayışları da dahil kuşkusuz… Bu arada AKP yine önde götürüyor çalışmaları, vatandaşın karşısına 2023 vizyonundan izler taşıyan 10 maddelik manifestoyla çıkacaklarmış. Hatırlarsanız, genel seçimlere de bir manifestoyla start vermişlerdi. Genel seçim manifestolarının esası; “Daha çok demokrasi… Daha çok özgürlük… Daha çok refah…” idi, sonucu gördük… Yerelini de çok yakında görürüz. Gerçi şimdiden basında ana başlıklar halinde yer aldı bile…” yerinden etmeyen kentsel dönüşüm”, “Cumhurbaşkanının icadı yatay mimari (ne demekse?)”, “çevre dostu şehirler”, “daha fazla yeşil alan” vb… Aynen genel manifestoda olduğu gibi, ne yapılmayacaksa ya da tersi yapılacaksa o… Esasen takke düşüp, kel açıkça göründüğü için mecburen ve utanmadan kentlere özellikle de İstanbul’a ihanet ettik diyen bir iktidarın manifestosu mu olurmuş diye soran bir toplumsal baskı da yok ortalarda.
Manifesto ne demek diye TDK’ya bir baktım… Üç anlamı varmış… Birinci anlamı; “Bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine verilen liste”, ikincisi “Bildiri”, üçüncü ve sonuncusu ise “Toplumsal bir hareketin siyasal inanç ve amaçlarının açık ifadesi”…
Bütün bu anlamlar içerisinde iktidarın manifestolarına en uygun olanı, kesinlikle birincisi kanımca. Gemi malum memleket… Artık “Aynı gemideyiz” diye başımıza kakıla kakıla öğrendik. Boşaltılacak mallar derseniz onu da biliyoruz. Memleketin deresi, tepesi, kenti, kırı, ağacı, ormanı, tarım alanı, fabrikası, kamusal alanları, hazinesi, emekçisi vb… Neyi var neyi yoksa… Gümrük idaresi, bence varlık fonu… Asıl sorun limandaki alıcı kim olacak? Niyet edilen alıcı küresel sermaye ama o da meydan da yok… Artık batan geminin malları misali, kime niyet kime kısmetse…
Rastgele… Latife bir yana, gerçekten de durum oldukça vahim… İşin kötüsü iktidardakiler de belki de ilk kez ne yapacağını şaşırmış durumda… “Bu adamlar nasıl oluyor da çoğunlukla yoksullardan oy alıyorlar böyle midim?” şeklinde şaşa kaldığımız iktidar, teorik ve pratik olarak Dünya Bankası politikalarından kaynaklanan, yoksulluğun sürdürülebilirliği ve borçlandırma ilkesi üzerinden kurdukları, sosyal yardımlar, vakıflar, cemaatler üzerinden sürdürdükleri mecburiyet hegemonyasını, göz göre göre içine düşülen ekonomik kriz şartlarında oldukça zor devam ettirecek gibi görünüyor. Tek bir şansları var, o da bir türlü kendine yol, yordam bulamayan muhalefet… Yıllardır sürdürülen iktidara mecburiyet politikasının asıl gizli kaynağı sistem içi muhalefetin iktidarın politikalarına öykünme ve onu taklit etme hal-i pürmelali… Ama bu zaafiyet de iktidarı kurtarmaz artık… Başvuracakları tek bir yol kalıyor… Genelde de, yerelde de halkın temsil araçlarından ve bir zamanların sosyal devlet ve demokratik yönetim kalıntılarından kurtulmuş dolaysız bir sermaye iktidarını kurmak ve bu yolda gerekiyorsa ki gerektiği açık, tarihin hepimize öğrettiği gibi faşizme başvurmak… “E tamam ne var bunda? Hepimiz bunun farkındayız.” dediğinizi duyar gibiyim…
İşte benim asıl derdim, eğer gerçekse bu farkındalık halinin, nasıl olup ta kendine sosyalist, sosyal demokrat, demokrat (siz de ekleyin) diye tanımlayan kesimlerin, yani bizlerin, davranış ve siyaset yapma biçimlerini değiştirememiş olduğu, aksine gitgide birbirimizi engeller, kırar hale geldiği… Buna tek bir cevabım var… Gerçekten olanın bitenin farkında değiliz her birimiz iktidarın bize belirlediği gündemler içinde gündelik hayatın akışı içinde koşuşturup duruyoruz. Hepimizin çok işi var. Öyle çok işimiz var ki bizim yazmamız gereken manifestoyu iktidar yazıyor… Vakit geç mi? Asla… Pekâlâ, vakit uygun mu? Hem de nasıl… Baksanıza her yerden emekçi sınıfların şikâyet ve isyan sesleri geliyor… Bize düşen yerel seçimleri de fırsat kabul edip seçme seçilme derdine düşmeden karıncanın taşıdığı su misali bilgimizi, birikimimizi emeğimizi bir araya getirip kendi manifestomuzu yeniden yazmak…
Gerçekten de omuz omuza…