Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın hunharca katledilmesi, Alman kamuoyunun da ilgisini çekmeye devam ediyor. Oluşan kamuoyu ilgisi, doğal olarak Alman siyasetini pozisyon almaya zorluyor. Liberal ve sol-liberal medya Federal Hükümetin S. Arabistan politikalarını değiştirmesini talep ederken, muhafazakâr basın konuyu “iktisadî ve siyasî çıkarlarımız” penceresinden ele alıyor. Aslına bakılırsa muhafazakâr medyanın sol-liberallerden daha tutarlı olduğu söylenebilir, çünkü belirleyici olanın çıkarlar olduğunu açıkça ifade ediyor.
S. Arabistan, Alman emperyalizminin Ortadoğu politikaları açısından yaşamsal önem taşıyan bir ülke. O nedenle Alman devleti Vâhhabî despotlarını “stratejik partner” seviyesinde görüyor. Kaldı ki S. Arabistan, Alman silah tekellerinin Cezayir’den sonra en fazla silah sattığı ikinci ülke. Sadece 30 Eylül 2018’e kadar verilmiş olan silah ihracatı izinleri toplam 416,4 milyon euro tutarında.
Sadece o da değil: Suudi askerî-sınaî kompleksi Rheinmetal menajerlerinin aktif desteği ile yeniden şekillendirilirken, başta Siemens olmak üzere önde gelen Alman teknoloji tekelleri Suudilere modern istihbarat teknolojileri satıyorlar. Örneğin Münih’te bulunan Rohde&Schwarz şirketi Suudi devletine elektronik postaları, internet telefon görüşmelerini ve sosyal medya iletişimini kapsamlı bir biçimde gözlemleyen, dosyalayan ve değerlendiren bir sistem sattı.
Suudi devletinin baskı aparatı Alman tekellerince en modern istihbarat teknolojileriyle donatılırken, istihbarat elemanları da Alman polis ve istihbarat teşkilatlarınca eğitiliyor. Federal Polis Teşkilatı BKA 2009’dan bu yana Suudi İçişleri Bakanlığı ve İstihbarat Genel Müdürlüğü GID’nin personelini “terörizmle mücadele metotları” üzerine eğitiyor. Suudi polis müdürleri 2013’den bu yana BKA’nın Wiesbaden’deki eğitim tesislerinde “terörle etkin mücadele yöntemleri” eğitimini alıyorlar.
O açıdan Alman politikacılarının “üzüntülüyüz, Kaşıkçı cinayeti hemen aydınlatılmalı” açıklamaları timsah gözyaşlarından ibaret. Solliberal basının ve reformist solun “Almanya Suudilere silah satışını askıya alsın” talepleri ise, sadece naiflik değil, aynı zamanda Alman emperyalizminin Ortadoğu politikalarının asıl gerekçesinin üstünü örtmeye ve bu politikaları meşrulaştırmaya yarayan kullanışlı aptallıktır.
Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinin bir parçası olan bu cinayet, başka bir anlamda da önemli bir değişimin göstergesi. Şöyle ki; Suudi despotlarının Müslüman Kardeşler veya İhvan örgütünü baş düşman olarak gördükleri ve İhvan’ın en önemli destekçileri olan Katar ve Türkiye’yi ekarte etmek istedikleri biliniyor. Cinayetin bilhassa Türkiye’de işlenmiş olması ikili sinyal olarak algılanmalıdır: İhvan destekçilerine “sizi zora sokarız”, kendi muhaliflerine ise “nereye giderseniz, orada vururuz” mesajları veriliyor.
Riyad bu çerçevede İhvan’ı yok etmek veya en azından zayıflatmak için hesaplanabilir bir risk aldı. Olası yaptırımlar söz konusu olduğunda, zaten her gün onlarca kafa kesen rejim, rahatlıkla kurban edeceği bazı “sorumluları” mahkeme önüne çıkarabilir ve Batı kamuoyunun gözünü verilecek “ağır cezalarla” boyayabilir, ki ABD ve AB’nden böyle yapıldığı takdirde “hoşnut olunacağı” sinyalleri veriliyor bile.
Ancak kanımızca cinayetin gösterdiği asıl önemli olan nokta, emperyalist güçlerin dünya çapında burjuva hürriyetlerinin korunmasına artık gereksinim duymadıklarının ve muhalif kesimlerin dünyanın hiç bir yerinde güvende olmayacaklarının ilânıdır. Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkeler “Demokratörlük Çağının” laboratuvarları olmuşlardır. Laboratuvarda başarılı olan deneyler, her yerde uygulamaya sokulacaklardır.