Özgürlük bahşedildiğinden beri yerine bir boşluk gelip oturdu. Çağlar geçti, yeri bir türlü dolmadı. Sonra yeni isimler, lakaplar, ayrıntılar, ağdalı yollar, duyulmamış hayaller bahşedildi, hepsine yetecek kadardı her şey. Hepsinin yerine bir şey, herkesin gideceği ve göreceği masallar dağıtıldı. Özgürlük çünkü hep bir yerlerde ya da birilerindeydi. Böyle başladı, böyle gidiyor.
İnsan kaybetmekle yaşamayı öğrenmiş, sonra kazanmakla ölmeye alışmış. Ahir zaman böyle böyle geçmeyi ve birilerine yol göstermeyi maharet saymış. Gelenler de gidenler de buna alışmış, öyle ki kanıksamış artık. Başlangıç bu denli tehlikeli bir takas, engebeli bir harita ortaya çıkarmış. Dünyanın başladığı yerde aslında çokça şey kendini heba etmiş.
Her bir şeyin bedeli olur denilmiş. Nefes almanın, nerede ölmenin, nerede gömülmenin bile bir ederi ve bir değeri var artık. Yine, nerede doğmanın, nerede yaşamanın ve ne zaman, nerede son nefesini vermenin de bir bedeli var. Sadece insanın olmadığı, artık bir hükmünün kalmadığı bir yerde herkes birbirine benzer ve eşitlenir/miş. Burası yaşamanın da ölmenin de kıymetinin biçildiği bir yer. İnsan yaşadığı yere benziyor ve orayı da kendine benzetiyor. Büyük insanlık işte bu kadar çetrefilli, bir o kadar cesaretli ve bir o kadar kifayetsiz.
Hayal etmekle başladı her şey, hayatla bir araya gelince solardı her şey. Yaşadık ve gördük, sonrasına tamah etmeye cesaret edemedik. Dedik, hayatla başlıyor, hayal etmek sonra gelişiyor. Bununla da kandırıldık. Gitmek istediğimiz yer, kaldığımız yere benziyor. Arada kalmak, ara sıra olmak insan evladına yetmiyor, yetmesin.
Her şey suiistimal edilmeye müsait, ihmal edilmeye razı, ihlal edilmeye teşne. Vazgeçtiklerimiz ya da vazgeçemediklerimiz birer tembih gibi sık sık kendini hatırlamakla mükellef. Dünyanın kanunu, yaşamanın bakiyesi, en fazla o kadar akıldan firar edebilmiş. Çılgınlık atfedilir, delilik biçilir, rivayetler fısıldanır. Hepsi eni sonu geriye dönüp bakmakla kendini sınıyor.
Mükemmel hakikat bir rüya, bir başkasının masalı, birilerinin her uykuda görmek istediği rüyası. Bundandır kapısı açık olmak, sonra kilitsiz kapıların arkasında mahsur kalmak. Evet, kalmak büyük bir beceri, kaldırmak başka bir hüner. Her birine ve topluca hepsine selamlar, sevgiler ve pek tabii galiz küfürler, tanrılara şikayetler, sirayet etsin diye dualar ile beddualar. Kaybedenin hiçbir şeyi hiçbir yerde kalmıyorsa da bir ödeşme nefesi, serin bir yutkunma yetiyor da ömür billah sürüyor.
Yaşayana görülmemiş dünyalar musallat oluyor, çareler yükleniyor, dermanlar soruluyor. Sonra sarpa sarınca yeniden başa dönülüyor. Bilinir ki hayat tesadüfleri çağırıyor, bilinecek ki tesadüflerin de bir limiti, yorulduğu yerleri var. Şu günlerde oralarda bir yerde yüzü göğe ve toprağa baka baka toplanmışız. Rüzgâr bir cümle getiriyor: Burası yaşamak istediğiniz yerdi, yerinize sığamadınız.
Bir gün, bir günün son gün olduğunu fark edince, ılık bir son nefesle bir duvara ve bir geçmişe dalıyor insan. Son bir bakış, son defa görmek, son kertede pişmanlıklar yumağına sarılmak insan işidir. Herkesin son defa yapacak bir işi kalmadı bu yerde. Eskidendi, kuşaktan kuşağa anlatılan bir teselliydi. Ölmek çünkü, bir kabustan uyanmanın alkışıdır artık. Yaşayanların ölenlerden ne farkı kaldı acaba diye bir nara, dünyada çınlamaktadır, duyulsun.
Haftanın kitap önerisi: Robert Alley, Paris’te Son Tango / Çeviren: Zeynep Oral, Altın Kitaplar Yayınevi