Uluslararası tecrit heyeti avukatlarından Paula Martínez, tecridin özgürlük mücadelesi veren herkese yönelik olduğunu vurgulayarak, ‘Sayın Öcalan İmralı Cezaevi’nde tutulduğu sürece bu durumdan sorumlu her aktör için barışçıl ve verimli bir yol inşa edilmesi mümkün değil’ dedi
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. Kardeşi Mehmet Öcalan ile vasisi Mazlum Dinç, görüşme talebiyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ve İmralı Cezaevi Müdürlüğü’ne her hafta iki kez başvuru yapılıyor. Başvurulara kimi zaman “disiplin cezası” uygulandığı söylenirken, kimi zaman ise başvurulara tek bir yanıt dahi verilmiyor.
Uluslararası tecrit heyeti avukatlarından Paula Martínez, mutlak tecridi ve uluslararası kurumların tecrit karşısındaki tutumlarını değerlendirdi.
Tecride uluslararası destek
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecridi ve 30 ayı aşkın süredir mutlak iletişimsizliği, kurulacak olan bir çözüm sürecine engel olarak değerlendiren Martínez, “Bu mutlak tecrit bir yandan Abdullah Öcalan’ın Kürt nüfusu üzerinde sahip olduğu devasa yükselişin altını çiziyor; ancak yalnızca bununla sınırlı değil, Ortadoğu’ya yönelik siyasi paradigmasının birçok farklı ülkenin siyasi temsilcileri tarafından desteklenmesiyle de ilgili” dedi.
‘Mücadele edenler cezalandırılıyor’
Adalet Bakanı’nın “hak ihlali yok” sözlerini değerlendiren Martínez, “Bir başka nokta ise Türkiye devletinin hukukun üstünlüğünü tamamen ortadan kaldıran bir devlet olduğunu bir kez daha gösterdiği gerçekliğidir. Bir ülkenin demokrasisini ölçmenin en iyi yolu tutsaklara nasıl davrandığını gözlemlemektir ve buraya baktığımızda insan haklarına yönelik açık bir zafiyeti görebiliriz. Adalet Bakanı’nın bu düzeydeki bir hak zafiyetine değinmemesi, bunun sadece Abdullah Öcalan ve ailesini değil, aynı zamanda tüm Kürt halkını ve özgürlük mücadelesi veren herkesi cezalandırmaya devam etmek için meselenin saman altı edilip, engellenen siyasi bir durum olduğunu göstermektedir” ifadelerini kullandı.
‘Her şey gizlilikle yürütülüyor’
Türkiye’nin tecridi ülkede yaşayan tüm nüfusu kontrol altına almanın bir yolu görüyor diyen Martínez, devamında şunları ifade etti: “ Ve diyor ki, ‘bakın özgürlük için çabalarsanız ne olacağının bir örneği.’ Bunu yaparak Abdullah Öcalan’ın Kürt hareketinin seçilmiş lideri ve özgürlük mücadelesi veren herkese örnek olan rolünün tanınmasını da pekiştiriyorlar. Ayrıca CPT’nin Türkiye ziyareti, İmralı Adası’ndaki tutuklulara uygulanan rejimin insanlık dışı olduğu yönündeki bulgularla Türkiye’yi yüzleşmeye zorlayacaktır. CPT iç düzenlemelerinde raporu ancak ziyaret edilen ülke anlaşmaya vardığında açıklayacağını söylüyor. Ancak madde 10/2’de komite üyelerinin 3’te 2 kararıyla açıklanabileceğini de belirtiyor. CPT kendi iç görüşmelerini de kamuoyuyla paylaşmadığı için Komite’nin 2/3 oranını sağlayıp sağlamadığını bilmiyoruz. Bu konuda her şey çok fazla gizlilikle yürütülüyor.”
Hukuk değil sermaye baskın
Uluslararası kurumların sistem içinde hukukun üstünlüğü üzerine değil, sermayenin ve baskının egemenliği üzerine inşa edildiğini dile getiren Martínez, “Söz konusu maddelerin uygulanmasını ve ülkelerin bunu hayata geçirmesi için zorlayacak bir özerk kuruluşun olmaması, uygulama söz konusu olduğunda yapılan sözleşmelerin çoğunun ıslak imzalı bir kâğıttan öteye gidememesine neden oluyor. Çoğu zaman ıslak imzalı kâğıttan ibaret. Bu durum herhangi bir uluslararası sözleşmenin ve söz konusu sözleşmeleri imzalayan her ülkenin, ortakları tarafından güvenilir kılınması gerektiğini bir kez daha gösteriyor. Evet, CPT maddelerinin uygulanmaması sözleşmenin güvenilirliğine zarar veriyor. Ancak NATO’da herhangi bir uluslararası insan hakları anlaşması imzalamamış ya da Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmesi gibi bir yola gitmiş ülkeler var ama bu ülkelerin hâlâ uluslararası koalisyonlara üye olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Bunu yalnızca insani ve siyasi hakların zedelenmesi olarak görebiliriz ve açıkça kapitalist devletlerin (ve onları yöneten oligarkların) çıkarları doğrultusunda siyasi ve ekonomik ilişkileri özel amaçlara dayalı olarak sürdürmenin bir yolu olarak görebiliriz. Bu kurumlar ve sistem hukukun üstünlüğü üzerine değil, sermayenin ve baskının egemenliği üzerine inşa edildi” ifadelerini kullandı.
‘Öcalan’ın tanınmasının anlamı ne’
Eğer yeni bir yol inşa edilecekse bunun İmralı’dan geçtiğini vurgulayan Martínez şöyle konuştu: “Kurdistan’ın jeopolitik durumu, uluslar üstü sermayenin ekonomik çıkarları ve Türkiye’ye bölgenin ‘koruyucusu’ olarak biçilen rol, bu son derece ağır cezanın sadece Sayın Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’daki durumu çözme kapasitesiyle ilgili olmadığı anlamına geliyor. Aynı zamanda bu bölgedeki istikrarsızlığın korunması ulus ötesi kapitalistlerin temel çıkarlarından birine hizmet ettiği için, uluslararası güçlerin bu durumu çözmeye kesinlikle ilgi göstermemesi de söz konusu. Ancak Sayın Öcalan’ın varlığının uluslararası aktörler nezdinde tanınması ve insanlık dışı muamelenin tanınması bunun dışında çok başka bir şeyin tanınmasına işaret eder; aynı zamanda Kürt halkının varoluş hakkının ve topraklarına sahip çıkma hakkının tanınması anlamına geleceğini unutmamamız gerekiyor. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü sadece Kürt halkının çektiği acının tanınmasını değil, aynı zamanda onların yaşam haklarının da tanınması olacak. Özgürlüğüne kavuşması ve halkıyla birlikte ilerlemesine izin verilmesi, yeni bir yolun inşa edilmesi için gereken örgütlenme mücadelesini daha da güçlendirecektir. Ayrıca yeni bir yol inşa edilecekse kan üzerinden değil, barış ve saygı üzerinden yapılmalıdır. Sayın Öcalan İmralı Cezaevi’nde tutulduğu sürece bu durumdan sorumlu her aktör için barışçıl ve verimli bir yol inşa edilmesi mümkün değil.
Haber: Melek Avcı / JINNEWS