Yol yürümesini bilmek, dervişin heybesinde taşıdığı manayı taşıyabilmek-taşırabilmek Ararat’ın doruklarından ülkemin ovalarına. Maviyle bütünleşen o “iplik ince” çizgide kızılın “her tonu ile gülümseyen” çocukların göz bebeklerinde
Burhan Çelik
Zaman akıp gidiyor… Ve bizler… Evet henüz son sözünü söylememiş olan bizler; karnında sözü olan bizler… Durup beklemek değil; görüp bakmak hiç hiç değil. Bakarken görmenin en derininde ve zahirin ardında saklı batını yakalamaya çalışırken her histe- hissedişte; an gibi yakın zaman gibi mefhum ve benden daha içre ben gibi bütünleşik bir maviye. Sevdalı yürekler, sevdalı sözler ve sevdalı her bir canın cananı anarkenki zikredişiyle, canı canan’a vermiş olan canların fikriyle devrederken bayrağı bir diğerine, ta Munzur’dan görebilmek Şengal’i… Hani o gün kadar yakın, bir Êzidî kızının saç örgüleri kadar dolanmış ve sarılmış gerçekte yakalayabilmek zulmün bulanmış her zerresini; mahkumu olunan çarkın, feleğin sillesine değen yüzünü. Ve yürümek…
Yol yürümesini bilmek, dervişin heybesinde taşıdığı manayı taşıyabilmek-taşırabilmek Ararat’ın doruklarından ülkemin ovalarına. Maviyle bütünleşen o “iplik ince” çizgide kızılın “her tonu ile gülümseyen” çocukların göz bebeklerinde. Ve dağlar ve taşlar adına. Ve yankılanan sesler, sözler ve gölgeler adına. Ve susuz ve aç ve çıplak olanlar adına. Adını adına katan her bir canın canına. Neresinden bakarsan bak, neresinden ulaşmaya çalışırsan çalış bir zirve bu; bir doruk, beklenesi yok- bekleyeni yok; yürüyen yürüyene bir yol. Taşlar, dikenler ve güller… kızıl, sarı, kırmızı ve yeşil. Ve mavi! Esiyor kızıl. Yakıyor sarı. Akıyor kırmızı. Ve büyüyor yeşil. Yürü sen de yürü. Yürüsen de yürümesen de gidecek bir yol. Bulunmuş bir yol, bilinmiş bir yol, denenmiş bir yol. Yakalayabilmek adına bulutların ardında olanı. Görebilmek uğruna düşleyenin düşünden büyük olanı. Küçük çok küçük bir tebessümde içkin olanı. Ve sıçrayabilmek kusurun kendinden doğru olana.
Meryem kadar suskun, ilk taş kadar günahkar ve İsa kadar masum. Musa’nın elindeki asa kadar kerametli. Bir çıkış bir arayış, buluşlarla dolu. Kaybedilen yerde aranan bir buluş. Sina’dan kurak, Tur dağından sıcak ve Nur dağından sessiz. Çalıların ardında değil, ateşlerde hiç değil ve perdelere sarınmış da değil. Yıldızları örtünmüş bir gerçek. Yıldızlarla anılan bir yol. Parlayan, parladıkça aydınlatan, sönmeyen, kızılmavi bir ışık. Uzat elini, yakala sen de avuçla maviyi. Ellerinde umudu taşıyan düş yolcularının kızıl sesini. Avaz avaz çağırırken hakikatin ezgisi. Saza, söze ve sevgiye. Işığa, güneşe ve maviye. Ülkemin dört bir yanına, yoncanın dört yaprağına, kır çiçeklerinin renginde ve kekik kokusunda ve karanfil… Kızılmavi bir düş, bir gülüş… Gülümse ve sen zamanı gülüşünden yakala; zaman akıp gidiyor…