Türkiye’nin Irak ve Federe Kurdistan Bölgesi’nde su ve petrol krizini şantaj olarak kullandığını belirten gazeteci Rênas Zal, ‘Erdoğan elindeki kozla taviz koparmaya çalışıyor’ dedi ve görüşmelerde pazarlık konusu olan maddelere dikkati çekti
Türkiye’nin KDP işbirliğinde Federe Kurdistan Bölgesi’nin Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine dönük saldırıları sürüyor. Hava saldırıları ve kimyasal silah kullanımına rağmen istediği sonucu alamayan Türkiye, KDP güçlerinden sonra bu kez Irak’ı da savaşa dahil etme arayışlarına girdi.
Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 22 Ağustos’ta Irak’ın başkenti Bağdat ve Federe Kurdistan Bölgesi’ne ziyarette bulundu. Fidan, 3 gün boyunca süren temaslarında Irak’ın PKK’yi “terör örgütü” kabul etmesini istedi. İstediği sonucu alamayan Fidan, KDP Genel Başkanı Mesut Barzani ile Federe Kurdistan Bölgesel Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakanı Mesrur Barzani ile yaptığı görüşmelerde saldırılarda işbirliğini sürdürme mesajı verdi.
Fidan’ın ziyaretini Mezopotamya Ajansı’na değerlendiren Federe Kurdistan Bölgesi’nden gazeteci Rênas Zal, Türkiye’nin “şantaj politikasıyla” taviz koparmaya çalıştığını söyledi.
‘En son Özal zamanında yapılmıştı’
Su ve petrol sorununun 1960’lı yıllardan beri Ankara tarafından bir şantaj aracı olarak kullandığını belirten Zal, “Ankara’dan Bağdat’a bu şekilde üst düzey bir ziyaret, en son Turgut Özal zamanında yapıldı. Normalde ziyarete Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da katılacaktı. Ama masaya yatırılan sorunlar son derece girift ve kolay uzlaşı sağlanıp Türkiye lehine sonuçlanabilecek konular olmadığı için, Erdoğan eli boş dönmeyi göze alamadı ve ziyarete bu yüzden katılmadı. Muhtemelen bu yüzden öncelikle kurmaylarını gönderip, bir uzlaşı zemini yoklamaya ve yaratmaya çalıştı” dedi.
Masada hangi pazarlık maddeleri vardı?
Gazeteci Zal Fidan’ın yaptığı ziyaretlerde pazarlık masasına bıraktığı şartlı talepleri ise şöyle sıraladı:
“PKK’nin ‘terör’ listesine alınması ve hem Irak hem de Güney Kurdistan topraklarından çıkarılması, Paris mahkemesinin petrol kaçakçılığına dair Türkiye’yi mahkum ettiği 1 buçuk milyar dolar tazminat ve Paris mahkemesindeki diğer dava dosyalarından vazgeçilmesiydi. Türkiye bunları kabul ettirmek için elinde bulunan Dicle-Fırat suyunu şantaj konusu yaptı. Yine konu Paris uluslararası ticaret mahkemesi kararı sonrası doğrudan petrol akışının vanasını kapatılmış olmasıydı. Mart ayından bu yana satışlar tankerler yoluyla yapılıyor. Bağdat ve Hewlêr bölge petrolünü tekrar Ceyhan boru hattı üzerinden satmak istiyor. Erdoğan bu ihtiyacın farkında ve bu yüzden elindeki bu kozla taviz koparmaya çalışıyor.”
‘Türkiye’nin akıl dışı talepleri’
Türkiye’nin şantaj siyasetiyle Bağdat’a şartlı talepler sunarak tavizler koparmaya çalıştığını söyleyen Zal, PKK mevzusu da su sorunu da petrol ticareti de her biri sınırları, yetkileri aşan ve karmaşık konular olduğunu söyledi. Zal, “Ne tek başına Bağdat veya Hewlêr’in çözebileceği ne de Türkiye’nin akıldışı talepleriyle çözülebilecek bir sorundur. Yerel, bölgesel ve uluslararası güçler açısından ele aldığımızda, siyasi dengeler ve çıkarlar Bağdat’ın bu talepleri karşılamasını olanaksız kılıyor. Bunun dışında PKK’nin gerek Irak’ın ve gerekse Güney Kurdistan içerisinde güvenliği tehlikeye atacak, egemenlik haklarını zedeleyecek herhangi bir eylemi veya halka yönelik bir saldırısı söz konusu değil. Sivillere saldıran, köyleri boşaltıp doğayı talan eden, köylülere işkence yapan, katleden taraf Türkiye’dir. Dolayısıyla ‘terörist eylem’ ölçüleri üzerinden bir değerlendirme geliştirilecekse, bu tanıma uyan taraf PKK değil, Türkiye’dir” diye konuştu.
‘Sömürgeci ve yayılmacı bir politika izleniyor’
Türkiye’nin bölgeye dönük yaptığı ziyaretlerin temel amacının iç ve dış ticarette egemen olma arayışı olduğunun altını çizen Zal, “Türkiye ve Güney Kurdistan ilişkileri, geçmişten bugüne iki komşu ülke veya iki hükümet arasında geliştirilen olağan ilişkilerden farklı yürümüştür. Türkiye’nin Güney topraklarına ilk gelişi veya Güney Kürtlerinin varlığını, statüsünü tanıma yönündeki tutumu dahi askeri ve güvenliğe dayalı militarist bir işbirliği çerçevesinde gelişmiştir. PKK karşıtlığı kapsamında militarist bir temel üzerine inşa edilen bu ilişki, daha sonra ticari-ekonomik ilişkileri de içine alarak Türkiye’ye daha geniş bir sömürü alanı yaratmıştır. Bugün geldiğimiz noktada KDP ve Türkiye ilişkileri, yapılan ziyaretler, görüşmeler ve anlaşmaların hepsi bu iki zemin üzerinde gerçekleşiyor. Çok tehlikeli ve toplumun en ücra alanlarına kadar sirayet etmiş sömürgeci ve yayılmacı bir politika izleniyor. Neo Osmanlı salt bir komplo teorisi değil, Başûr ve Rojava üzerinde işgal ve ilhak ile ilmek ilmek örülen bir realitedir” diye belirtti.
‘Açıktan katliam çağrısı’
KDP’nin tarih boyunca Kürtlere karşı egemen güçlerin yanında konumlandığını ifade eden Zal, “KDP’nin 80’lerde İran’ın yanında Rojhılatlı Kürtlere karşı, 90’larda Saddam’ın yanında YNK’ye karşı ve 90’lardan günümüze kadar da Türkiye’nin yanında PKK’ye karşı konumlandığı tartışmasız bir gerçek. Fakat son 3 aylık süre içerisinde yaptığı açıklamalar ve çağrılar göz önüne alındığında, KDP’nin bu işbirliğini daha cüretkar ve provoke edici bir aşamaya taşıdığını görüyoruz. Açıktan katliam çağrılarıyla, PKK’yi ‘terörist’ ilan eden açıklamalarıyla, gerilla alanlarına yönelik saldırı girişimleriyle, açıktan istihbarat paylaşımlarıyla bu işbirliğini yeni bir aşamaya taşıdığını görüyoruz. Fidan ve Mesrur Barzani’nin kameralar karşısına geçip ortak bir dil kullanarak, PKK’yi ‘terör örgütü’ olarak tanımlaması da bu tasfiye hamlesinin bir parçasıdır” şeklinde konuştu.
‘Güvenlik maddeleri PKK’den bağımsız değil’
Gazeteci Zal, Federe Kurdistan Bölgesel hükümetinin Türkiye ile yaptığı 50 yıllık sözleşmeye değinerek, “Paris mahkemesi hukuksuz petrol satışları nedeniyle Türkiye’yi 1 buçuk milyar dolar tazminata mahkum etti. Hemen akabinde bu kararla bağlantılı olarak Irak Federal Mahkemesi de Kurdistan bölgesinin petrol satışlarının yasadışı olduğuna hükmetti. Bu karar sonrası Türkiye hemen petrolün vanasını kapatıp akışı kesti. Türkiye tazminatı ödemek istemediği gibi, Güney Kurdistan’ın ödemesi için baskı yapıyor. 9 yıl önce KDP ve Türkiye arasında yapılan anlaşmanın içeriğine, ne gibi tavizler verildiğine, olası bir yargılanma sürecinde faturanın kime çıkarılacağına dair bir bilgimiz olmadığı için yorum yapamıyoruz. Bugün de görüşmeler şeffaf bir şekilde yürümüyor. Hala aynı anlayışla hareket ediliyor. Halka kapalı, diğer partilere, uzmanlara, siyasilere kapalı, toplumsal bir mutabakatın sağlanmadığı gizlice yürütülen bir süreç var. Halktan bu denli gizlenen bir anlaşmanın içeriği, işgalci bir güçle yapılan bir anlaşmanın içeriği muhtemelen infial yaratacak büyük tavizler içeriyordur. Güvenlik maddelerinin PKK’den bağımsız olduğunu kabul etmek de safdilli bir yaklaşım olur” dedi.
Garê’ye hazırlık mı?
Yeni Özgür Politika yazarı Selahattin Erdem köşesinde, KDP ile birlikte yeni bir işgalin planlandığını yazdı. “Yeni bir işgal saldırısına hazırlık mı?” başlıklı yazıda şunlar kaydedildi: “Garê alanı öne çıkmakta, AKP-MHP faşist yönetiminin Garê’ye yönelik işgal saldırısı için hazırlık yapmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Kuşkusuz söz konusu alana yönelik kendi başına askeri saldırı yapamaz. Bu konuda ABD ve Irak yönetimlerinin onayı ve desteği gerekir. Esas olaraksa KDP’nin savaşa katılması gerekir. Dikkat edilirse, olası bir Garê saldırısı ancak KDP’nin savaşa katılmasıyla ve sonuçta Garê’de yönetimini kurmayı istemesiyle mümkündür. Bunun da hiç tartışmaya yer vermeden açık bir KDP-PKK savaşı anlamına geleceği ortadadır. Dolayısıyla durum ciddidir ve Tayyip Erdoğan yönetimi tehlikeli oynamaktadır. KDP’yi PKK’ye karşı savaşa doğrudan katmaya çalışmaktadır. Hewlêr görüşmeleri ardından yapılan açıklamalar, KDP’nin de böyle bir plana destek verdiğini göstermektedir. Açık ki KDP ateşle oynamakta, yıllardır izlediği işbirlikçi-ihanetçi çizgiyi son noktaya götürmek istemektedir. AKP-MHP faşist terörüne ve soykırım saldırılarına karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini birlikte geliştirmek ve mutlaka kazanmak gerekir.” Medya Haber’e konuşan konuşan PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit de “Bizim Irak’a karşı, Irak hükümetine karşı, Irak’taki güçlere karşı herhangi bir şey mücadelemiz yoktur. KDP giderek Kürtlük adına bir utanç kaynağı haline geliyor. Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani artık kiminle sarmaş dolaş; Hakan Fidan. Onlar Kürt halkının mı, yoksa Türk devletinin soykırımcı planlarının yanındalar mı? Kürt toplumu da bundan çok rahatsızdır. Başur’daki halkımız bundan çok rahatsızdır. Gerçekten ciddi bir Musul-Kerkük planı vardır” dedi.
Kaynak: MA