“Faiz sebep, enflasyon netice” diyen Erdoğan şimdi her ay faizi tırmandırıyor. Muhalefet şaşkın. Çünkü iktidara gelseydiler onlar da Şimşek’le değil de onun ikiz kardeşi Babacan’la aynı programı uygulayacaklardı. Nitekim Ecevit de vaktiyle Derviş’le bugünkünün tıpatıp aynısı programı uygulamıştı. Babacan-Şimşek ikilisi de Derviş’in yolundan yürümüşlerdi. Tekrar başa dönüldü. Fark şu: Şimdi İMF’siz İMF programı uygulanıyor.
Ne olmuş oldu? Çok basit. Küresel güçler Millet İttifakı’nın da Saray İttifakı’nın da programlarını ellerinden aldı. Erdoğan’ınkini çöpe attı, muhalefetinkini Erdoğan’ın cebine koydu. Muhalefetin içi boşaldı. İktidarın ise içi muhalefetin programıyla doldu. Birisi açlıktan kıvranıyor, diğeri mide fesadına uğramış ıkınıp duruyor.
Olan da fakir fukaraya, garip gurebaya oluyor.
“Dön baba dönelim, hacılara gidelim” diye bir tekerleme vardır. Eski tabirle “fasit daire”, yeni tabirle “kısır döngü” demektir. Derviş’in, onun devamcısı Babacan-Şimşek ikilisinin “Ortodoks” programının yerine Nebati’nin “heteredoks” programı Erdoğan ekonomi cahili olduğu için mi geldi? Sistem içi muhalefet öyle sanıyor. Daha doğrusu işin aslını biliyorlar ama söylemek işlerine gelmiyor. Derviş markalı olup, Babacan-Şimşek ikilisinin uyguladığı “Ortodoks-rasyonal” politika Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde Türkiye’nin yenilgisi yüzünden çöktü. Kobanê Erdoğan’ın Stalingrad’ı oldu. Yenilgi sonrası Almanya’nın Şansölyesi Adenauer bu yenilginin intikamını Sovyet yanlısı komünist partisinden almıştı. KPD yasaklandı. Erdoğan da yenilginin intikamını şu sıra Kobane Davası’yla Demirtaş-Yüksekdağ’ın başında olduğu HDP eski yöneticilerinden alıyor.
Alıyor almasına da bu, derde deva olmuyor. Erdoğan “dön baba dönelim” hesabı yine aynı kısır döngüye mahkûm kalıyor. Burası Almanya değil, Türkiye. Faiz tahteravallisinde bir aşağı bir yukarı zıplamakla krizden çıkamıyorsun. Çünkü “Faiz sebep, enflasyon netice” desen de demesen de asıl sebep de onun doğurduğu sonuçlar da ortadan kalkmıyor. Çünkü “Asıl sebep savaş ve savaş harcamaları, netice ise kriz üstüne krizdir.” Şimşek ve Erkan ikilisi eğer savaş bataklığından çıkılmazsa yine aynı sonuçla karşılaşacaklar. Çünkü krizden “sosyal reformlarla” ve “demokratik açılımlarla” çıkış yolunu şu anda da şiddetle süren savaş tıkıyor. Krizin yükünü emekçi ve emekli halka faşist zorbalıkla yüklemekten başka çareleri yok. Yüklüyorlar. Yerel seçimler sonrasında çok daha amansızca yükleyecekler.
“Krizden sosyal reformlarla ve demokratik açılımlarla çıkış yolunu savaş tıkıyor” dedik. Ama savaşın kendisi de tıkandı. Son üç yıl boyunca savaşı zaferle sonuçlandırmak için iktidar varını yoğunu harcadı, üstüne üstlük kimyasal bombalarla savaş suçuna gırtlağına kadar battı. Ama Zap’ta sonuç alınamıyor. “Pat durumu” var ve böyle bir durum NATO’nun ikinci büyük ordusu için dramatik, Türkiye’nin dış, iç ve ekonomik-sosyal sorunları bakımından devam ettirilemeyecek bir durum. Türk devlet gemisi ambarındaki ağır savaş yükü yüzünden karaya oturmuştur. Bir de bu yükün üstüne faşizmin ağırlığı çökmüştür. Safraları atmadan geminin yeniden yüzmesi imkansızdır.
Ve şimdi işte bu açmaza çare arıyorlar. Çare dedikleri barış ise, Kürt sorununda çözüm ve Öcalan’ın üstündeki tecridi kaldırmak değil. Tehlikeli bir oyun oynuyorlar. Bizzat tertipledikleri provokasyonlarla HPG güçleriyle KDP peşmergeleri arasında savaş çıkartmaya çalışıyorlar. Bunu başardıkları gün hem PKK ile KDP güçlerini zayıflatmış olacaklar, hem de yakında 50. yılına girilecek olan “Kıbrıs Barış Harekâtı” denilen işgal planına benzer bir planı devreye sokacaklar. “Kardeş kavgasını önlemek” için Hewler’e girecek ve bir daha çıkmayacaklar. Böylece hem savaşın mali ve askeri yükünü Irak’ın sırtına yükleyecek, hem de “Misak-ı Milli” sınırına dayanmış olacaklar.
Dışişleri Bakanı’nın Barzani’yi ve Irak devletini “PKK’yi terör listesine alın” diye kışkırtması işte böyle fantastik bir amaca matuftur. Bu fantastik planın bir tek dayanak noktası var: Barzani yönetiminin kendi vatanına ihanet etme ihtimali. İktidarın zafer hayali böyle bir ihanetin gerçekleşmesi dışında en küçük bir gerçekliğe dayanmıyor. Böyle bir ihanet gerçekleştiğinde ise Türkiye kendisini savaş yükünden kurtarmak şöyle dursun kendini İran’ından, Şii Bedir-Sadr hareketine kadar yeni “düşmanlarla” asıl yıkıcı savaşın göbeğinde bulur.
Faiz-maiz muhabbeti teferruattır. Krizden halk düşmanı bir çıkış bile savaş politikasıyla keskin bir çelişki içindedir. “Yeni Bakan” Şimşek’in sonu “eski Bakan” Şimşek’ten farklı olmayacaktır.