Ara Güler’in ölümü ile İstanbul’un gözü kapandı. Oysa şehrin tarihinde hiç olmadığı kadar çok sayıda göz, gün boyu, hatta geceler boyu her an, her yerde üzerimizde. Şehrin her yanı kameralarla donatıldı. Bu kameralar da Ara Güler’in merceği gibi insan odaklı. İnsanları izleyen binlerce, on binlerce, belki de yüzbinlerce göz var İstanbul’da. Emniyetin, trafiğin yerleştirdiği gözlerin yanı sıra, güvenlikli sitelerin, alışveriş merkezlerinin, residanceların, mağazaların, dükkânların, toplu taşıt araçlarının içini, dışını, hatta metro istasyonlarında yerin altını gözleyen sayısız kamera her anımızı, her hareketimizi izliyor gün boyu. ‘Niye?’ sorusunun cevabını artık ezberledik. “Her şey sizin güvenliğiniz için” diyor yetkililer.
Polisin ‘gözaltı’ işlemi ‘göz önüne’ almakla, göz önünde bulundurmakla, izlemekle başlıyor günümüzde. Hepimiz gözaltı şartlarında yaşıyoruz. Optik izlemeye bir de ‘bilgi işlem’ izlemesi eklendi. Şehir dışına yapacağınız her yolculuk takip altında. Günümüzde eskiden olduğu gibi gişeden alacağınız bir biletle trene, vapura veya otobüse binme şansınız yok. Mutlaka internet üzerinden alacaksınız biletinizi. Bunun için de bütün kimlik bilgilerinizi ibraz etmek zorundasınız. TC kimlik numaranızı takip ederek yetkililer nereden nereye gittiğinizi, konaklama tesislerinin kayıtları sayesinde nerede kaldığınızı bilmeli. Güvenlik meselesi şakaya gelmez. Her şey sizin güvenliğiniz için yapılıyor bu dünyada.
Yine de Ara Güler’in ölümünün ardından ‘İstanbul’un gözü kapandı’ sözünün bir anlamı olmalı. O anlam polis kamerası ile Ara Güler objektifi arasındaki farkta gizli. Güvenlik kameraları ya insan yüzlerini tanımaya ya da araç plakalarını görmeye odaklanırken Ara Güler’in objektifi hayata odaklanmıştır. Akıp giden zamana, o zaman içindeki insana odaklanmıştır Güler’in merceği. O yüzden de o mercekle, onun kadrajıyla çekilen her fotoğraf bir öykü barındırır içinde. Hatta birden fazla, her bakanın kendi hayal gücüne bağlı olarak belki de binlerce öykü barındırır. Büyük ustayı öte dünyada da kızdırmamak için biz kendisine ‘sanatçı’ demeyelim ama çektiği resimlere sanat eseri dememizde bir sakınca yok.
90 yıllık yaşamının 70 yılını fotoğraf çekerek geçiren, çektiği karelerle zamanına, çağına tanıklık eden bir göz kapandı geçtiğimiz Çarşamba günü. Aradan geçen şu birkaç günde ise bir kez daha insan yeme, adam harcama hastalığımızın nüksetmesine tanıklık ediyoruz. Solcu geçinen kimi ulusalcı çevreler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını çektiği için daha cenazesi kalkmadan Ara Güler’i kınama, karalama telaşına düştüler. Bu karalama için buldukları argüman ise ‘sanatçı iktidara biat etmez’ sözü oldu. Yaşamının her aşamasında ‘sanatçı’ sıfatını reddeden birini salt Cumhurbaşkanının fotoğrafını çektiği için AKP yandaşlığı ile suçlamak en hafif tabirle ayıptır, günahtır.
Bu tür suçlamaları sağ elinin başparmağını işaret ve orta parmaklarının arasına sıkıştırıp “Cumhurbaşkanının resmini çekmeyeceğim de sizin resminizi mi çekeceğim?” diyerek yanıtlayan Ara Güler belki de tersten bir okumayla çektiği değil ama çekmediği resimlerden ötürü eleştirilebilir. Hrant Dink’in veya Berkin Elvan’ın cenaze törenlerinde, Gezi direnişi esnasında bu şehir yerinden kalktı kalktı oturdu. Cumartesi anneleri 700 hafta boyunca tam onun köşesinde evlatlarının, eşlerinin akıbetini sordular. Tüm bunlara dair kaç fotoğraf çektiğini sorabiliriz.
Unutmayalım ki bu tür soruları Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve daha nicelerine sormak mümkün. Beklentimizin yüksekliği onların eksikliği anlamına gelmemeli.
Belki de tüm bu hazımsızlığın arka planında toplumsal hasetimizin izdüşümünü görebiliriz. Biz toplum olarak Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülünü kazandığında da aynı tepkiyi vermiştik. Hatta bu işi öyle bir boyuta taşımıştık ki, Pamuk Nobel ödülünü kazandığı için, bu ağır suçun bedeli olarak ülkesini, şehrini terk etmek zorunda kalmıştı.
Türkiye’de sürüden ayrılanı kurt kapar. Sıranın dışına çıkanı, başını fazla uzatanı, fazla soru soranı, fazla konuşanı, fazla güleni sevmemeye şartlanmış bir kültürün taşıyıcılarıyız.
Neyse ki Ara Güler ve değerini hazmedemediğimiz nice insanımızın artık bizim değerlendirmemize ihtiyaçları yok. Onlar sözlerini bizim zaaflarımızı dikkate almadan, bizden sonraki nesillere de ulaşacak şekilde söylediler ve işleriyle anılacak düzeye yükseldiler.