Sara Aktaş’ın Aram Yayınları’ndan Ocak 2023’te çıkan ‘Göçebe Kuşlar’ kitabı, o günleri anlamak ve hissetmek isteyenler için önemli bir eser. Öncelikle belirtmeliyim ki ‘Göçebe Kuşlar’ kitabı gerçekle kurgunun harmanlanması ile ortaya çıkmış bir roman
Füsun Erdoğan
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, zaman ağustosa evrildiğinde sonradan açığa çıkan en uzun Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan “diz çöktürme” planının hayata geçirilmesi için düğmeye basıldığı kısa sürede anlaşıldı. 16 Ağustos 2015 tarihinde başlayan ve 16 Ağustos 2015 ile 1 Ocak 2020 tarihleri arasında 11 il ve en az 51 ilçede en az 381 sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşti. Bütün bu süreçlerde sömürgeci faşist rejim sayısız katliama imza attı. O günlerde Kürt halkına yaşatılanlar çoğu zaman 1990’lı yıllara rahmet okutacak düzeydeydi.
Ve ne yazık ki o günlerde yaşananlar, devrimci basının sayfalarına düşenlerle sınırlı kaldı. O günlerin faşist rejimin kara propagandası karşısında çoğu devrimci, demokrat parti ve örgütler devletin katliamını tartışmak, protesto etmek yerine hendekleri kazmanın, öz savunma hakkını kullanmanın ve öz yönetim ilan etmenin yanlışlığını tartışmaların odağına koydu. O günlere imza atanların ödedikleri bedel, direniş günleri ise tanıkların, gözaltına alınarak tutuklananların anlatımlarından derlenenlerle sınırlı kaldı.
Yıllar sonra Sara Aktaş’ın Aram Yayınları’ndan Ocak 2023’te çıkan “Göçebe Kuşlar” kitabı, o günleri anlamak ve hissetmek isteyenler için önemli bir eser. Öncelikle belirtmeliyim ki “Göçebe Kuşlar” kitabı gerçekle kurgunun harmanlanması ile ortaya çıkmış bir roman. İnsan kitabı okurken, kaçınılmaz olarak kendisine “anlatılanların neresi kurgu, neresi gerçek” diye sormadan edemiyor. Ve sorunun yanıtı ise yine Sara Aktaş’ın kitabın arka kapağına yazdığı kısa özette buluyor: Göçebe Kuşlar; ülkesi gibi parçalanmış bir ailenin hikâyesini, yurtsuzluğun kalbinde doğan iki kardeşin köklerine yani anayurtlarına yaptıkları yolculuk üzerinden anlatan gerçek bir hikâye!
Göçebe Kuşlar’ın kahramanları gerçek yaşamdan kahramanlar. Kitabın kahramanlarından Senem ile karşılaşan Sara, Senem’in öyküsünü dinleyince oracıkta iki kardeşin öyküsünü yazmaya karar vermiş.
Mirza ve Senem 1990’lı yıllarda devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşta Hizbullah’ın saldırısı sonucu, babalarını kaybetmişler. Saldırıdan yaralı kurtulan annelerinin payına ise bütün bir ömrünü tekerlekli sandalyede geçirmek düşmüş. Devletin baskı ve zulmü karşısında bütün bu yıllar boyunca kimine köyünü terk edip batı kentlerinin varoşlarında yaşamak düşerken…Mirza ve Senem’in payına da birçoğumuz gibi mülteci yaşam düşmüş. Siyasi nedenlerle Berlin’de yaşayan Seyit Amcalarının yanında yeni bir yaşama tutunarak büyümüşler.
Kitabın öyküsü tıp eğitimi gören ve köklerine bağlı kalmakta ısrarlı olan Mirza’nın yüzünü özgür dağlara dönmesiyle başlıyor. Çocukluk travmalarını atlatmanın yolunu unutmak ve yok saymakta bulan doktor olan abla, Mirza’nın ardında bıraktığı mektubun peşinden uzun bir yolculuğa çıkıyor. Berlin’den Amed’e, oradan özgür dağlara uzanan bu yolculukta kardeşi Mirza’nın ayak izlerine basarak hem kendi köklerine dönüyor hem de hakikatin sırrına eriyor.
Senem’in öyküsünü yazmaya karar veren Sara Aktaş ise dışarıdan bir gözle, Senem’in gözüyle öz yönetim direnişlerini, kasabaların, kentlerin bombalanmasını, insanların diri diri bodrumlarda yakılmasını, devletin tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde kameralar eşliğinde Kürt halkına yönelik gerçekleştirdiği kanlı katliamı anlatıyor. Mirza’nın yani öz yönetim direnişlerinde doktorluk yaparak mücadeleye kendini katan Çiya’nın günlüklerinden yine o sürecin kahramanlarının tanıklıkları ve eline ulaşan başkaca günlüklerden okurun direnişi içeriden de görmesini sağlıyor. Kitabı okurken gencecik yaşlarına rağmen devletin baskı ve zulmü karşısında bir an olsun geri adım atmayı düşünmeden ölümün üzerine yürüyen öz yönetim direnişinin kahramanlarını tanıyorsunuz.
Her gerillanın bir günlüğü olduğunu, bazı günlüklerin ise kitap olarak basıldığını biliyorum. Gurbetelli Ersöz’ün, Delila’nın ve başkaca gerillaların günlüklerini de okudum. Sara Aktaş’ın “Göçebe Kuşlar”da öz yönetim direnişinde yaşananların bir kısmını günlükler üzerinden anlatması ise hakikaten romana bir başka tat katmış. Kendinizi kitabın akışına kaptırdığınızda zaman zaman kendinizi o günleri öz yönetim alanlarında yaşıyormuş gibi hissedebilirsiniz. Diyeceğim o ki yakın tarihte yaşanan bu süreci doğru anlamak ve anlamlandırmak bakımından Sara Aktaş’ın Aram Yayınları’ndan çıkan Göçebe Kuşlar kitabı önemli olduğu kadar değerli bilgileri bir roman tadında okura sunuyor. Aslında kitaba dair yazılacak ya da söylenebilecek çok fazla şey var. Ancak satırlarımı Sara Aktaş’tan bir öneriyle noktalamak istiyorum. Mevlana’nın “Hakikati gördüklerinden ibaret sanma, görmediklerinde ara, içidir hakikatin resmi, dışı sadece bir manzara.” sözüne atıfta bulunan Sara; kitabı okurken sadece dış manzara ile değil, o hakikati görerek, hissederek okumanın anlamlı olacağını düşünüyor ve öneriyor.
Bana düşen de Sevgili Sara’nın bu doğru önerisini sizlerle paylaşmak.
İyi okumalar…