Geçtiğimiz yıl Kanada’da gerçekleşen COP15 Biyoçeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı 2024’te Türkiye’de gerçekleşecekti. Depremi gerekçe gösteren iktidar COP16’ya ev sahipliği yapmaktan vazgeçtiğini bildirirken gerekçe inandırıcı gelmedi
Yusuf Gürsucu
Türkiye, 2024 yılında Türkiye’de yapılması öngörülen Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 16. Taraflar Konferansı’na (COP16) ev sahipliği yapamayacağını bildirdi. Hükümet, konferans başkanlığından çekilme kararına gerekçe olarak Şubat 2023’te meydana gelen depremi gösterdi. 21 Ekim-1 Kasım tarihleri arasında düzenlenmesi gereken COP15 için Türkiye’nin vazgeçme kararından dolayı “üzüntülerini bildirdiği” ve diğer ülkelerden devreye girmeleri için teklif isteneceği kaydedildi. Türkiye’nin depremi gerekçe gösterip toplantıya ev sahipliği yapmaktan vazgeçmesi ise inandırıcı olmaktan çok uzak.
Dikkat çekici karar!
BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı (COP15) geçtiğimiz yıl Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşmişti. Zirvede yapılan anlaşmada, 2030 yılına kadar kara ve denizlerin yüzde 30’u korunacak ve yine aynı tarihe kadar her yıl 30 milyar dolar finansman sağlanması üzerine anlaşıldığı duyurulmuştu. Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ni (CDB) onaylamayan ABD ve Vatikan hariç yaklaşık 200 ülke antlaşmayı imzalarken, bazı Afrika ülkelerinin itirazları ise yok sayıldı. 15. konferansta “doğayla bir barış paktı” olarak nitelenen ve “Kunming-Montreal. Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi” adını taşıyan anlaşmadan Türkiye’nin geri çekilme kararı alması dikkat çekici.
Afrika ülkelerinden protesto
Demokratik Kongo Cumhuriyeti, zirveye başkanlık yapan Çin’in sunduğu nihai antlaşmayı Mevcut Biyoçeşitlilik Fonu (GEF) dışında yeni bir fon yaratılmadığı için bloke etmişti. Çin, Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Meksika gibi GEF’ten büyük para alıcıları ve bazı Afrika devletleri nihai anlaşmanın bir parçası olarak daha fazla koruma bütçesi istedi. Ancak itirazlara rağmen Çin’in Çevre Bakanı ve COP15’te başkan olan Huang Runqiu, anlaşmanın kabul edildiğine işaret ederek genel kurul tarafından alkışlanabilirken, Afrika ülkeleri anlaşmayı protesto etmişti.
‘Zengin ülkeler besleniyor’
Kamerun, Uganda ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden müzakereciler, anlaşmanın imzalanmış olmasına tepki gösterdi. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin anlaşmaya itirazı resmen görünmez kılınırken, Kamerun’un müzakereci üyesi bu durumu sahtekarlık olarak niteledi. Uganda ise bunun COP15’e karşı bir ‘darbe’ olduğunu söyledi. Çeşitli bilimsel araştırmalar, yerli halkların insan nüfusunun yüzde 5’ini oluşturmasına karşılık Dünya’nın biyoçeşitliliğin yüzde 80’ini korumak zorunda olduğu ise zirvede göz ardı edildi. Afrika ülkerinin itirazları da bu noktada ortaya çıktı. Dünyada yaşayan yüzde 80 biyoçeşitliliğe sahip ülkelerin alınan ‘fon’ kararında verilmesi ön görülen desteğin azlığı ve ‘kararların yine zengin ülkeleri besleyen niteliği’ yoksul Afrika ülkerinin yaptığı itirazın temel noktasıydı.
Havansız su dövülüyor
Dünyada biyoçeşitliliğin hızla yok olmasının temel nedeni kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim dayatmaları olurken, bu dayatmalara bağlı olarak gelişen kuraklık, çölleşme, su kaynaklarının azalması sonucu biyoçeşitlilik büyük bir kayba uğramış durumda. Bu yok oluşlar her geçen yıl biyoçeşitlilik zirvesinde, iklim zirvelerinde olduğunu gibi sermaye çıkarlarını gözeten bir yol izlendiği görülüyor. BM’nin biyoçeşitliliği korumak adına düzenlendiği iddia edilirken, zirve de alınan kararlar biyoçeşitliliğin sadece yüzde 30’unu içeriyor olması dikkat çekici bir durum. Dünyada yaşanan ısınmanın “1,5 derece olmadı 2 derece” ile sınırlamak amaçlı düzenlenen iklim zirvelerinde havanda su dövülürken, biyoçeşitliliği korumak adına yapılan zirvelerde ise su havansız dövülmeye çalışılıyor.
Canlıların yüzde 30’una koruma!
FAO verilerine göre dünya üzerindeki biyoçeşitliliğin yaklaşık yüzde 75’i yok edildiği vurgulanırken, kalan canlıların koruma adı altında ticari metaya dönüştürüldüğü izleniyor. Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) raporunda, 784 hayvan türünün dünya üzerinden tamamen yok olduğu açıklanırken, 16.119 hayvan türünün ise soyu tükenmek üzere olduğuna dikkat çekiliyor. COP15 zirvesinde biyoçeşitliliğin yüzde 30’unun korunması için atılan imzalarla, biyoçeşitliliğin bir parçası olan hayvan türlerinin 4835’i için koruma kararı verilirken, bu kararla 11284 tür içinse soykırım kararı verildiği söylenebilir.
‘Yerli soykırımı’
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, COP15 zirvesi öncesi Montreal’daki bir törende yaptığı konuşmada “insanlığın tuvalet gibi kullandığı doğaya karşı kitlesel imha silahına” dönüştüğü tepkisinde bulunurken, her zaman yaptığı gibi kapitalizmi görünmez kılıp insanı sorumlu tutuyordu. Geçtiğimiz yıl Montreal’daki törende Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun konuşması ise yerli halkın temsilcilerinin yaptığı eylem nedeniyle kesintiye uğratılmıştı. Yerli eylemciler, “Yerli soykırımı=Ekosid” yazılı pankart açtı. Bu eylem, salondakilerin bir kısmının alkışları ile destek görürken, yerlilerin itirazı toplantılarda ele alınmamıştı.
İkiyüzlüğün daniskası!
Bir yandan biyoçeşitliliği ticari meta haline getiren iktidar, diğer yandan biyoçeşitliliğe sermayenin maden, enerji vb. ile neden olduğu katliamları yok sayarken, bireylerin koruma altındaki bitki türlerini koparmaları halinde yüzbinlerce lira ceza kesebiliyor. Orman ve Tarım Bakanlığı’nın biyoçeşitliliği ticarileştirip nesli tükenme tehlikesiyle yüz yüze olan hayvanların katliamı için ihaleler açıp para karşılığı ‘av partileri’ düzenliyor olması ikiyüzlüğü ortaya koyuyor. Akbelen’de orman ekosistemini jndarma ve polis eşliğinde yok eden anlayışa sahip mevcut iktidarın, COP16’dan vazgeçmesi normal bir durum olarak görülebilir.
‘İtibardan tasarruf olmaz’
İktidar tarafından sürdürülen biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesine yönelik çalışma tüm il coğrafyalarında yapıldı. Bu bağlamda yapılan açıklamalar içinde en dikkat çekici açıklama Samsun eski Vali Yardımcısı Hakan Kubalı’dan gelmişti; “Sahip olduğu tabii kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olan Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliğin ekonomiye kazandırılması ve genetik kaynaklarımıza dayalı sınai mülkiyet haklarından ülkemizin faydalanmasına katkıda bulunulması hedeflenmektedir.” Biyoçeşitliliğin tespiti ve kayıt altına alınmasından büyük bir sermaye yararı öngören iktidar, bu süreçte aradığını bulamayıp hayal kırıklığına uğradığı ve bu nedenle COP16’ya ev sahipliği yapmaktan vazgeçmiş olabilir. “İtibardan tasarruf olmaz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarı depremi gerekçe gösterip, COP16’ya ev sahipliğinden vazgeçilmesi gerçek olmaktan çok uzak.
Bitki türleri patentlendi
Yaklaşık 10 bin yıl önce tarımın ortaya çıkışıyla birlikte bugün kullandığımız kültür bitkileri geliştirilerek insanlığa miras bırakılmıştır. Ancak son 50 yılda tohum şirketleri tohumları patentlemeye başladı. Tohum ve gen şirketlerinin bütün dünya üzerinde genişleyerek hakimiyet kurmalarıyla birlikte biyoçeşitlilik büyük bir darbe aldı. Diğer yandan tohumun patentlenmesiyle birlikte mono kültürel üretimler, biyoçeşitliliğin yok edilmesiyle birlikte tek üretim biçimi haline getirildi.
Frankenstein tohumlar
2010 yılına kadar toplanan genlerin yüzde 91’i Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan sağlandı. Bu gen örneklerinin yüzde 85’i kuzey ülkelerindeki araştırma enstitülerine veya doğrudan kuzey ülkelerine dağıtıldı. Toplanan tüm örneklerin yüzde 25’i ise ABD’ye geçti. Homo Sapiens’in yazarı Prof. Yuval Nuah Harari 2018 yılı Davos zirve toplantılarının birinde bir soruya şu cevabı veriyordu, “Gelecek, biyoteknolojiyi ve dijital teknolojiyi bilen ulusların olacak” ifadesiyle dünya sermayesinin ilgi odağıydı. Biyoteknoloji konusunda ileri olan çok uluslu tarım ve kimya şirketleri, toplanan tohumların genlerini kullanarak Frankenstein tohumlar geliştirip patentlediler ve bu süreç kesintisiz olarak sürdürülüyor.
UPOV sözleşmesi
2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu sonrası, 2007’de UPOV sözleşmesinin imzalanması ile tohum tamamen uluslararası sermeyenin boyunduruğuna terk edildi. Kısaltılmış UPOV sözcüğünün Türkçesi ‘Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Birliği’dir. AB’nin fikri mülkiyet hakları bağlamında sürdürdüğü ve bu yolla tüm canlı varlıkların patenlenme sürecinin bir parçası olarak kurulmuştur. Bu sözleşmelerin uygulandığı son 30 yılda özellikle kapitalist ülkelerde bitki çeşitlerinin çoğu yok olurken Afrika gibi yoksul ülkelerde halen yok olmamış olan çeşitliliği korumak yoksul ülkelerin sırtına yıkılırken, amaçlanın korumak olmadığı aksine korumak adına atılacak adımlarda ortaya çıkabilecek yeni türlere yoksul ülkelerin çabasıyla ulaşmak istendiği COP15’te Afrika ülkelerinin ‘zengin ülkeler besleniyor’ ifadelerinden anlaşılabilmekte.