Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, muhalefetin halini ve iktidarın faşizmi nasıl kurumsallaştırdığını anlattı: Faşizmi tartışacaksak muhalefetten başlamalı
AKP iktidarının insan haklarını askıya aldığı, düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırdığı bir ortamda gidilen 14 Mayıs Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden yürütülen tartışmalar sürüyor. İktidarın milliyetçilik üzerine kurduğu seçim kampanyasını “faşizmin kurumsallaşması” olarak tanımlayan muhalefet, gidilen ikinci tur seçimlerinde benzer kampanyaya sarıldı. Kurumsal muhalefetin toplumsal muhalefet ile bir araya gelemediğine işaret eden Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, kurumsal muhalefetin faşizmin kurumsallaşmasında mihenk taşını oluşturduğu tespitinde bulundu. Kaynar, toplumsal muhalefetin, kurumsal muhalefetin bu tutum ve siyaseti nedeniyle sonuç alamadığını vurguladı. Muhalefetin ayrıca HDP’yi istememezlik üzerine siyaset bina ettiğini belirten Kaynar, yaklaşan yerel seçimlerde de HDP’nin kilit parti olduğunun altını çizdi. Kaynar, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu çoklu kriz tablosunu ve bunun karşısındaki muhalefete dair soruları yanıtladı.
- 14 Mayıs seçimleri öncesi “AKP kazanırsa, faşizm kurumsallaşır” gibi bir öngörü üzerinden kitle motivasyonu sağlamaya çalışıldı. AKP seçimleri kazandı, nasıl bir atmosfere girildi?
Faşizmi tanımlarken, bir süreç olarak ele almak gerekiyor. 2023 seçimlerinde AKP’nin kazanmasıyla ‘faşizm kurumsallaştı mı?’ diye sorarsanız, hayır kurumsallaşmadı. Ama ‘Türkiye’de kurumsallaşma devam ediyor mu?’ diye sorarsanız, evet devam ediyor. Seçimler de bu sürecin bir aşaması olarak okunabilir. İlla AKP ya da başkanı bunu yapmıyor. Faşizm bir toplumun kurumlarıyla gelir. Faşizm kendine özgü kurumlar yaratarak gelmez. Bu çünkü bir süreçtir. Ama bu 2023 seçimleriyle olacak bir şey değildir. 2023 seçimlerini faşizmin kurumsallaşma aşamalarından birisi olarak göreceğiz. Bu yüzden faşizm kurumsallaştı, kurumsallaşmadı tartışmalarını AKP’nin iktidardan gitmesiyle ölçmemek ya da Erdoğan’ın gitmesiyle ölçmemek gerekiyor. Diyelim yarın Erdoğan gitti, yerine Devlet Bahçeli geldi; bizler o zaman faşizm tartışmalarını sıfırdan mı alacağız. Sürece bu şekilde bakmanın yanlış olduğunu düşünüyorum.
Bu noktada yapılması gereken mücadelenin örgütlenmesidir. 2023 seçimlerinden bahsedeceksek eğer, onun bize gösterdiği net sonuçlardan bir tanesi; muhalefette yer alan partilerin artık ismine faşizm diyelim, reistokrasi diyelim, buna karşı yeterli olmadığı. Bunu en son Akbelen’de de gördük. Kurumsal muhalefet, toplumsal muhalefetle bir araya gelme noktasında beceriksiz.
- Kurumsal muhalefet ile toplumsal muhalefetin kaygıları bir birinden faklı mı? Toplumsal muhalefet, kurumsal muhalefetin yetersizliği nedeniyle mi sonuç alamıyor?
Aslında her ikisinin de birbirine ihtiyacı var. Toplumsal muhalefetin sonuç alabilmesi için siyasetin resmi kurumlarıyla bir şekilde irtibata geçmesi gerekiyor. Ama görüyoruz ki muhalefetteki siyasal partiler, toplumsal muhalefetle doğru düzgün ittifak kurma konusunda oldukça başarısız kalıyor. Faşizm ve otoriterlikle mücadele etmek istiyorsanız, toplumsal muhalefetin kurumsal muhalefetle iç içe geçmesi lazım. Sonuç aldıracak eylem, kurumsal muhalefetle alakalıdır ama toplumsal muhalefet de onun dinamiğidir. İkisi de olmazsa olmaz. Türkiye’de toplumsal muhalefet var. Ciddi bir kadın hareketinden bahsedebiliriz. Gezi Direnişi’nden bu yana ciddi bir çevre hareketinden bahsedebiliyoruz. Bugün Akbelen’de siyasetle ilgili olduğunu düşünmediğimiz yaşlılar, kadınlar, çocuklar, ağaçlar kesilmesin diye ağaçlara sarılıyorsa, Türkiye’de çevre hareketi artık marjinal bir hareket ya da ‘çiçeklere basmayalım’ hareketinin çok ötesine geçmiştir. Ayrıca işçi hareketleri, grevlerle devam ediyor. Peki, kurumsal muhalefet işçi hareketini, kadın hareketini ne kadar yanına alabiliyor? Çevre hareketini ne kadar yanına alabiliyor? Ya da Kürt hareketini ne kadar yanına alabiliyor. Onun için Türkiye’de toplumsal muhalefetin istediği sonucu alamamasının sebebi, kurumsal muhalefettir.
- Kurumsal muhalefetin bu tutumu, nelere yol açıyor, ne tür sonuçları oluyor?
Son seçimlerden çok net görülen bir şey, Kürt hareketiyle mesafeli durabilmek için elinden geleni yapan bir Altılı Masa vardı. Hem HDP’nin desteğini isteyen hem de ona mesafeli duran bir Altılı Masa. Yine Alevi hareketi. Alevilerin sesi hiçbir şekilde duyulmuyor. Kurumsal muhalefet bu konuda toplumsal muhalefetle iç içe geçme konusunda isteksiz davranıyor. İşte faşizmi doğuran şey budur. Faşizm sadece faşistin yaptığıyla değil, muhalefetin yapmadığıyla da ölçülür. Yani faşizm Almanya’da yükseldiyse, Sosyal Demokrat Partisi’ni de suçlamanız gerekiyor. 1933 yılındaki Komünist Parti’yi de suçlamanız gerekir. Almanya’da 1933 seçimlerinde Hitler’in partisi 1. parti iken, Alman Sosyal Demokrat Parti 2. partiydi. Yine Komünist Parti de çok sağlam oy almıştı. Aynı şey Türkiye için de geçerlidir. Eğer Türkiye’de faşizmi tartışacaksak, tartışmaya muhalefetten başlamak gerekir. Faşizmden, faşizmin kendisinden ve faşizm örgütlerinden değil. Türkiye’de faşizmin otoriterleşmesini tartışacaksak, bugünün Türkiye’sini tartışacaksak, bunun mimarları arasında sadece Süleyman Soylu’yu, sadece Erdoğan’ı, sadece Binali Yıldırım’ı, sadece şunu bunu değil, muhalefetin kendisini tartışmak gerekir. Çünkü faşizm kendisine ait toplumsal örgütlenmeler getirmez. İkinci olarak, faşizm sadece onun partisinin örgütlenmesinde değildir, aynı zamanda muhalefet bu konuda çok ciddi bir şekilde faşizmin örgütlenmesine yardım eder. Buna İspanya’dan örnek verebiliriz, buna Almanya’dan örnek verebiliriz, İtalya’dan örnek verebiliriz. Muhalefet hareketleri o aymazlıkların içerisine girmeselerdi, faşizm dünyada, Almanya’da Fransa’da, İtalya’da örgütlenemezdi.
Onun için Türkiye’de toplumsal muhalefetin istediği sonucu alamamasının sebebi, kurumsal muhalefettir. Şu anda faşizm konusunda tartışmamız gereken konu, otoriterleşme konusunda tartışmamız gereken temel sorun, muhalefet sorunudur. Yine diyorum, faşizm muhalefetin beceriksizliği ve başarısızlığı ile kurumsallaşır. Muhalefet partileri; faşizmin kurumsallaşmasında mihenk taşını oluşturuyor.
- Muhalefette seçim sonrası başlayan değişim tartışmaları sürüyor. CHP içinde “değişim” ve “dönüşüm” tartışmalarıyla başlayan süreç neye evrilir?
Gerçekten CHP’de şu anda herkes değişim istiyor ama CHP’de temel sorun değişimin ne olduğudur. Baktığında Kılıçdaroğlu ‘Değişim şart ama bu gemiyi limana ben ulaştıracağım’ diyor. Bunun yanında İmamoğlu olmak üzere diğerleri de ‘Hayır bu değişim genel başkanını da kapsayacak şekilde olmalı’ diyor. Sonuç olarak, değişimden ne anladıkları ve değişimin neyi kapsadığı konusunda bir girişime start vermiş değiller. Ama gördüğümüz şey bize şunu söylüyor, CHP dönüşmekten değil, değişmekten bahsediyor. Değişmek daha teknik bir şey. CHP dönüşümün peşinde değil gibi, sadece değişim peşinde.
*Nasıl bir değişim?
Aslında CHP, Türkiye siyasetinin o andaki genel eğiliminin genel merkezini gösterir. Bakın 1970 ve 80 yıllarda Türkiye’nin genel eğilimi soldaydı ve CHP kendini sola kaydırdı. 1980’de parti kapatılıp, daha sonra açıldığında, Deniz Baykal partinin genel başkanlığına geldikten sonra bu sol rüzgarları devam ettirdi gibi oldu ama baktığınızda CHP neoliberalizmi savunan ama ona birazcık çeki düzen vermeye çalışan parti haline geldi. Parti daha sonra milliyetçi bir çizgiye sarıldı. Ben Türkiye’deki merkeze bakabilmek için CHP’ye bakmak gerektiğini düşünüyorum. CHP’nin genel eğilimleri Türkiye’nin genel eğilimlerini yansıtır. Bugün de dönüp baktığımızda, karşımızda hiç de öyle sosyal demokrat diyeceğimiz bir CHP yok. Çünkü Türkiye’nin merkezi şu anda 1970’lerden daha farklı bir noktada. CHP’nin gerçek yüzünü 15 Mayıs sabahı ile 28 sabahında gördük. Oldukça milliyetçi, oldukça göçmen karşıtı, Zafer Partisi’ne çok yakın, İyi Parti’ye çok yakın bir CHP gördük. CHP’de çok iyi biliyor ki oy alabilmek için bu tarafa meyletmek gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin merkezi bu tarafa kayıyor. O yüzden ben CHP’de sol bir muhalefetin çıkacağını düşünmüyorum. Sol bir dil, güzel laflar ifade edilebilir ama CHP’de şu konjonktürde sol bir alternatifin çıkma ihtimali çok düşük. Yani Türkiye’nin merkezi sağ merkez siyasetine kaydığı için, CHP de sağ merkez siyasetine kayıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sağ, hatta en taşra sağı dönemini yaşıyor. 2002’de bile Türkiye bu kadar bir muhafazakarlığa bürünmemişti ve CHP’de o çizgiye doğru kayıyor.
- Seçim sonuçları üzerinden seçmenleri tarafından eleştirilen HDP ve Yeşil Sol Parti, eleştiri ve özeleştiri süreciyle yeniden yapılanmaya gitti. Siz HDP’ye dönük eleştirileri ve yeniden yapılanma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi birkaç şeyi birbirinden ayırmak gerekir. HDP umduğu oyu alamadı. Umduğunu alamamak başarısızlık algısını yaratır. HDP geçen seçimlerden daha düşük oy aldı. 2023 seçimlerden bahsetmiyorum, bir önceki seçimlerde tüm rejimin ötekisi haline getirilen bir HDP var. CHP’nin, İyi Parti’nin, Gelecek Partisi’nin böyle bir durumu yok. HDP tamamen rejimin ötekisi haline getirildi. Daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olduğu dönemde, CHP ile birlikte olan ve AKP’ye muhalefet eden MHP’nin saf değiştirmesi sebebini bile buradan aramak gerekir. HDP’yi konuşmadan, MHP’nin muhalefet partiliğinden Cumhur İttifakı’nın üyeliğine gelmesini anlamak mümkün değildir. 2023 seçimlerinde de tamamen HDP’yi istememezlik üzerine siyaset bina edildi. Şimdi böyle bir durumda bir partiden ne kadar başarı beklenir. Çünkü öylesine muazzam bir ötekileştirme, öylesine muazzam bir baskı oldu ki HDP üzerinden, örgütünün ve parti yetkililerinin ne kadar başarısız olduğunu ölçme konusunda, bizler aciz duruma düştük. Ölçemiyoruz. HDP başarısız ama ne kadarı rejimin HDP’yi ötekileştirmesiyle alakalıdır, bunu bilemeyiz.
- Kamuoyunda bir diğer tartışma konusu muhalefetin dağınık hali. Sizinle daha önce yaptığımız söyleşide, AKP ile MHP’nin muhalefeti toplumu kutuplaştırma üzerinden dizayn ettiğini ve bu kutuplaştırma üzerinden kendi mahallelerini tahkim ettiğini söylediniz. HDP’yi istememezlik üzerine siyaset bina edildiğini söylediniz. Muhalefet neden bir değişikliğe gitmedi?
-Daha önce yaptığımız röportajda da AKP’nin muhalefeti toplumu kutuplaştırma üzerinde dizayn ettiğini ve bu kutuplaştırma üzerinde kendi mahallelerini tahkim ettiğini söyledim. Bunun başında da HDP geliyor. Aslında Altılı Masa, ortak mutabakat metniyle bunu biraz gördüğünü gösteriyor. Bu kutuplaşmayı aşma adına sadece Altılı Masa değil, HDP, TİP, EMEP, TKP, Sol Parti… Bunların hepsi dışarıdan Altılı Masa’ya destek verdiler. Demek ki bu da bu kutuplaşmanın karşısına geçme inisiyatifi sahibiler. Ama bu konuda bir bilgi ve bilinç sahibi olmaları, bu konuda başarılı olabilecekleri anlamına gelmiyormuş. Çünkü biz bunu cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turunda gördük. AKP’nin kutuplaştırma politikaları, Altılı Masa ve onu dışarıdan destekleyen başta HDP, bunu aşamadığını gösterdi. Burada muhalefet partileri büyük bir aymazlık içerisinde demek ne kadar doğru bilmiyorum ama başarısız olduğu ayan beyan ortada.
- CHP ve İyi Parti’nin başarı sağladığını söylediğiniz yerel seçimlerde HDP’nin rolü de ortada. Nitekim o seçimlerde “Kurdistan’da kazanma, Batı’da iktidara kaybettirme” stratejisinin önemli bir etkisinin olduğu çokça yazıldı, çizildi. HDP ya da bugün Yeşil Sol Parti, kilit rolünü koruyor mu?
HDP’nin kilit partisi olması, bazı partileri rahatsız etti. Özellikle Ata İttifakı, HDP’nin kilit parti noktasında olmasından rahatsızlık duyuyordu ve çok da öyle ukala ve üstenci bir dil ile seçimlerin kilit noktasının milliyetçi dip dalgası olduğunu ifade ediyorlardı. O dip dalganın yüzde birler düzeyinde olduğunu da bu vesileyle gördük. Geçtiğimiz Mart ayında İyi Parti’nin masadan çekilmesinde bile bunun etkili olduğunu söylemek mümkün. HDP’nin varlığı bir şekilde Altılı Masa’da bile bir tedirginlik yarattı. Çok doğru. CHP içerisinde bile tedirginlik yarattı. Çünkü CHP içerisinde bir kesim HDP ve daha sola bir çizgiyi benimserken, diğer kesim ise MHP demezsek bile İyi Parti’ye daha yakın ulusalcı politikaların peşinde koşan kesimleri de rahatsız ettiğini çok açık olarak söyleyebiliriz. HDP ile bir şekil de ittifakın kurulması düşüncesi, CHP içinde bile tartışmalara yol açtı. 14 Mayıs seçimlerinde de bundan sonraki yerel seçimlerde de aslında HDP’nin önemli bir rolünün olduğu ve bunu nasıl değerlendireceğini bilmiyoruz ama kilit parti olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
- HDP ve Yeşil Sol Parti yeniden yapılanma sürecini sürdürüyor. HDP’nin toplumsal tepkilere öncülük edebilecek ve mevcut politik kriz koşullarını “lehe” çevirebilmesi için neler yapılmalı?
Partinin iç yapısını ve içteki tartışmalar hakim değilim ama partinin Türkiye solunu ve Türkiye’deki toplumsal muhalefeti kapsayacak bir şekle gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Olabildiğince HDP Kürt siyasetine hem itilmeye çalışılıyor hem çekilmeye çalışılıyor. AKP ve çevresi HDP’yi salt bir Kürt partisi ve ‘bölücü partisi’ olarak kodlamak için elinden geleni yapıyor ama HDP içinde de partinin sola açılması ve Türkiye toplumunun geneline açılması konusunda tedirginlikler var. Dolayısıyla HDP iki taraftan çekilip itiliyor. Bir taraftan rejimin kendisi ve iktidar partisi ile bileşenleri HDP’yi ısrarla PKK ile aynılaştırmaya çalışmakta, öte taraftan HDP içerisinde Türkiye toplumsal muhalefetin öncülüğüne engellenmesi çalışılıyor. Bu aşılamaz mı aşılır. HDP Kürt siyasetini de kapsayacak şekilde toplumun tüm öteki kesimlerini kavrayan ve toplumsal muhalefetin de sesini duyan bir toplumsal hareket haline gelirse, o toplumsal hareketin öncülüğünü gerçekleştirebilecektir.
Haber: MA/Selman Güzelyüz