Tutuklu gazeteci arkadaşımız Sedat Yılmaz, Akın Birdal’a savaşı, Sarı Zarfı ve tarımı sordu: Bugün yoksulluğun nedeni savaştır. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün nedeni savaştır. Herkesin kimliğiyle yaşayamamasının nedeni savaştır. Ekolojik talanın nedeni savaştır. Kısacası ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel krizin nedeni savaştır.
Sedat Yılmaz*
Sayın Akın Birdal, otobiyografiniz “Sarı Zarf”ı Sincan Cezaevi’nde okuma fırsatım oldu. Son sayfasını çevirdiğimde ne çok şey kaçırmışım, dedim kendi kendime. Evet, maalesef dışarıda yazmış olduğunuz hiçbir kitabı okumamıştım. Bu eksikliği itiraf etmek insanı utandırıyor ama gerçeği söylemek ve yüzleşmek gerek.
Aslında uzun yıllardır size anlatmak istediğim bir hikayem var. Ancak benim emek ve ekonomi alanında ve başka şehirlerde gazetecilik faaliyeti yürütmekten bir türlü fırsatım olmadı. Şöyle ki, sizin silahlı saldırıya uğradığınız 1998’de ben memleketinizde öğrenciydim. Niğde Üniversitesi’nde okurken sizin vurulmanıza ilişkin kentte yapılan protesto yürüyüşüne katılmıştım. Ve yürüyüşten kaynaklı okuldan ilk uzaklaştırmamı almıştım:) Velhasıl sizinle ilk tanışıklığımız böyle oldu.
Her neyse, yapılışına karşı çıktığım için gözaltına alındığım F tipi cezaevinden kitabınızı okumak nasip oldu. Konuya dönecek olursam, kitapta sizin ziraat-ekonomi bilginiz ve mesleğiniz beni şaşırttı. Çünkü benim kuşak sizi hep hak mücadelesiyle tanıdı. Bu yüzden de çoğu ekonomi, azı hak mücadeleniz üzerine soracağım sorularımı cevaplamanızı diliyorum:
Öncelikle sizin ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu ile tutuklu ve haklarında soruşturma açılan arkadaşlara geçmiş olsun. Sizin ve arkadaşlarınızın 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanmanız tam bir paradoks oluşturmasına karşın bu durum Türkiye’de şaşırtıcı olmadı. Çünkü yıllardır özgür basın ve özgür gazetecilerin başına gelmedik kalmadı. Son bir hafta içinde Apê Musa gazeteciliğini yürüten Ferhat Tepe’nin ve Hüseyin Deniz’in bugünlerde anılıyor olması bu konuda hafızamızın yenilenmesine yol açtı.
Tanışıklığımızın bir dayanışma nedeniyle olmasına sevindim. Kan vererek, protesto ederek ve hastane önünde seslerini göndererek, yaşamamı olanaklı kılan size ve herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Ölmeyince demek ki daha yapacak işlerimiz varmış.
Size ve arkadaşlara yeniden geçmiş olsun diyor bir an önce özgürlüğünüze kavuşmanızı diliyorum.
- Bana göre bir ziraatçi bilge bir ekonomisttir. Üretim, dağıtım ve tüketim zincirini en iyi ziraatçiler bilir. Güncel olandan başlayalım: Bugünkü iktidarın üretim, dağıtım ve tüketim zincirini değerlendirir misiniz?
İktidarın üretim, dağıtım ve tüketim zinciri neoliberal politikalara dayandırılmıştır. Bu iktidarın emek yerine sermayeyi, emekçi yerine sermayedarı yeğlemesi ve adalet anlayışıyla ilgilidir. Üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran da bu sermaye sınıfıdır.
Paslanmış üretim, dağıtım, tüketimdeki plansızlık ve yeğlenen ekonomik politikalar başta yaşam hakkı olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin askıya alınmasına yol açmıştır. Örneğin İSİG’in Temmuz ayı raporunda 159’u erkek, 23’ü kadın olmak üzere 182 işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. 2023’ün ilk yedi ayında bu sayı 1071 oldu. Yaşamını yitirenlerin yüzde 31’inin tarım ve orman alanında olduğu açıklandı.
- Öteden beri Türkiye için tarımda ‘kendi kendine yeten’ bir ülkedir, deniliyordu. Peki bu tespit aslında abartı mıydı; doğruysa, bugünkü durumu nasıl anlatmak gerekiyor?
Bu belirleme aslında abartı değil, doğruydu. Tarım ve gıda ürünlerinde kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu biliniyordu. Bunun birinci nedeni Türkiye ekonomisinin tarım ve tarım sanayine dayalı oluşu. İkincisi de kırsal alanda yaşayanların örgütlü oluşundan ileri geliyordu. Bugün yaşanılan durum ise özellikle 40 yılı aşkındır Türkiye ekonomisinin savaş ve çatışma politikalarına endekslenmiş oluşu ve örgütsüzlükten kaynaklanmaktadır. TÜİK’e göre gıda fiyatları son bir yılda yüzde 54 arttı. Dünyada ise yüzde 21 düştü.
Öte yandan artan enflasyon sonucu gıda hilelerini artıracağından güvenilir gıdaya erişim giderek olanaksız hale gelecektir. Bunun yaratacağı sonuç ise toplumda başta kanser olmak üzere birçok hastalığa neden olacaktır.
- Tarım ve hayvancılığın 1980 darbesiyle büyük yıkıma sürüklendiğini görüyoruz. Peki ama Köy-Koop gibi kalkınma deneyimleri varken; niçin bu yıkıma karşı çıkılamadı?
Bunun nedeni 1980 darbesi sonrası yaşanılan durum. IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün darbe ile uygulanabilir kıldığı 24 Ocak Kararlarıdır. Köy-Koop’un bu yıkıma karşı çıkamayışını darbe sonrası yaşanılanlar, dağınıklık, baskı ve saldırı gücüyle ilgilidir. Ayrıca bunu bir bütün olarak ele almak gerekir. Başta DİSK olmak üzere bütün antifaşist, antiemperyalist güçlerin uğradıkları hezimetle ilgilidir. Köy-Koop üzerine yapılacak çalışmanın belgeleri, dosyaları yazılmaya hazır. Ancak şu anda elimde “Bir Suikastin Anatomisi” üzerine çalışıyorum. Bunu sonlandırdığımda Köy-Koop üzerine yazacağım.
- “Sarı Zarf”a dönmek istiyorum. Köy-Koop üzerine yazmayı düşündükleriniz acaba ne aşamada? Kooperatifçilik bugünkü yoksulluğumuza çözüm olabilir mi?
Kooperatifçilik, tek başına yoksulluğumuza çare olamaz. Ancak kapitalist batı ülkeleri yaşadıkları ekonomik krizi kooperatifler üzerinden gidermeye çalışmaktadırlar. Bizde de üretim-tüketim kooperatiflerini yeniden örgütlenilmiş olunsaydı yoksulluğumuza bir çözüm olamasa da bu denli açlığa sürüklenilmezdi.
Öncesinde örgütlü köylüler, toprağın sahibiydi. Doğanın, suyun sahibiydi. Ürettiğinin ve ürettiği üzerinde de yönetim ve söz sahibiydi. Köy-Koop tasfiye edildikten sonra ne yazık ki üretimin tüm öğeleri devlet eliyle şirketlere devredildi.
Tarımsal üretim girdilerinin hiçbiri günün deyimiyle ‘milli ve yerli’ değil. Hepsi dışa bağımlı. Üreticinin elinde sadece toprak kalmıştı. Ona da bankalar marifetiyle el konuldu. Gelinen noktada ülkede faaliyet gösteren bankaların büyük çoğunluğu yabancı sermayeli olduğundan haciz ve ipotek yoluyla el konulan tarım toprakları da artık yabancı sermayenin elinde.
- Tarım ekonomisi ve kooperatifçilik üzerine Kürt hareketinin de derin bir yaklaşımı olmasına rağmen örnek teşkil edilemedi. Nerede hata yapılıyor ya da bu kapitalist düzende kooperatifçilik gerçekçi bir model değil mi?
Kuşkusuz bu rastlantı değil. Ki bölgeye 1978’de Beritan Aşireti’nin başvurusu üzerine tarım ve hayvancılık konusunda kurduğumuz kooperatif başarılı bir örnek oluşturmuştu. Bu arada Ali Yazıcı’yı da saygı ve rahmetle anıyorum. Köy-Koop modelinden de kısaca söz edecek olursak, bu model Sovyetler Birliği’ndeki Kolhozlar, Solhozlar, İsrail’deki Kibbutz’lardan ve Bulgaristan’ın başarılı kooperatiflerinden yararlanılarak, oluşturulmuştu.
59 İlde Birliği, 4324 köyde de kooperatifi ve 2 milyon 500 bin ortağı olan Köy-Koop, tohum, gübre, ilaç, yakıt, ekipman gibi tarımsal üretim girdilerini ortaklarına peşinatsız, uygun koşullarda sağlıyordu. Üretimin verimliliği için eğitim çalışmaları yapıyor ve elde edilen ürünlerinde halk pazarları aracılığıyla ortakları ile emek ve demokrasi güçlerinin üyelerine doğrudan teminini sağlıyorduk. Akaryakıt istasyonları, ortak makine parklarıyla üretimi kolaylaştırıcı olanaklar da yaratmıştı. Darbe gerçekleşmemiş olsaydı, yaklaşık 2-3 ay sonrasında kooperatifler bankasını da kurarak, bu alandaki sömürüye de son verilmiş olunacaktı. Bu örnekler, DTP ve BDP Parti meclislerinde her vesileyle dile getirilmiş ve önerilmişse de yaşama geçirilememiştir.
Ayrıca Kürt illerinden Batı’ya, Karadeniz ve İç Anadolu’ya giden mevsimlik tarım işçiliğinde de büyük sömürü söz konusu. Yaklaşık 3 milyona yakın mevsimlik tarım işçiliğinde, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı da bilinmektedir. Her nedenle Mevsimlik Tarım İşçileri Derneği ve Sendikası kurulmuşsa da etkin kılınamamıştır.
Bu arada, başta ABD olmak üzere Batı Kapitalist ülkelerde kooperatifler ve kooperatif üyeleri sayıca çok fazladır. Bunun yanı sıra üretimden pazar payına kooperatifler birçok alanda özel sektörün önüne geçmiştir. Örneğin Hollanda’da süt üretiminin ve pazarın yüzde 70’i kooperatiflerin elindedir. Yine Hollanda’da çiçek üretiminin ve pazarının yüzde 90 kooperatiflere aittir. İspanya’da zeytinyağı üretiminin ve pazarının yüzde 70’i kooperatiflere aittir.
- Bunca yoksulluk, geçim sıkıntısı, barınma, eğitim ve sağlık sorununa rağmen insanın açlığa karşı olan doğal refleksi neden bu kadar zayıf?
Birincisi siyasal İslam’ın oluşturduğu kaderci ve şükredici bir anlayışın egemen olması, her alanda örgütsüzlüğün zayıf ve birlikte çözüm aranmayışı, mücadele melekelerinin zayıflaması, umut ve güvenin azalması; topyekun sömürü politikalarına karşı topyekun bir duruş sergilenemeyişidir.
- Bugünkü ekonomik çöküşten bir ziraatçi olarak nasıl bir çıkış önerirsiniz?
Öncelikle bu çöküşe neden olan ekonomik-politik programı değiştirici bir siyasi iradeye gereksinme var. Ekonomik ilerleme ve kalkınmanın demokrasi ve barış ile doğrudan ilişkisinin kurulması gerekir. Üretim, tüketim ve hizmet kooperatiflerinin yeniden gündeme getirilip örgütlenmesi. Emeğe ve emekçiye dayalı kolektif bir mücadele programı yapılmalıdır. Devletin kâr, rant ve sömürü mekanizmasına dayalı şirketleşmesi de ancak böyle önlenebilir.
- Geçenlerde Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde arazi kavgasında 9 kişi yaşamını yitirdi. Urfa’da neredeyse her yıl benzer kavgalara ve ölümlere tanıklık ediyoruz. Toprağın dağılımı yüzünden ortaya çıkan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toprak-insan ilişkisinin düzenlenmemiş ve demokratik bir toprak reformunun gerçekleştirilememiş olmasıyla ilgili. Feodal yapının kalıntıları ve mülkiyetçi sistemin korunuyor olması da nedenler arasındadır. Ayrıca toplumsal ruh halinin çöküşü nedeniyle birlikte çıkış aramak yerine bireysel çıkışlar rol oynamaktadır.
- Tarım ve ziraat dışında muhalifler neden bir alternatif ekonomi modeli oluşturamıyor?
Siyasal ve toplumsal muhalefetin alternatif ekonomik model oluşturamayışını, birlikte bir ekonomik program hattı oluşturamayışlarıyla ilgilidir. Türkiye’de toplumsal ve siyasal muhalefetin alternatif ekonomi modeli oluşturamayışı, onların biraz da konformist yaşam biçimiyle ilişkili olabilir. Ayrıca muhalif iktisatçı ve bilim insanlarının örgütlülük içinde yer almayışıyla da doğrudan ilgilidir.
Örneğin sağlık, ulaşım, kültür ve basın yaşamında hizmet kooperatiflerinin gündeme getirilemeyişi de bununla bağlantılıdır. Yaşamsal alanlarda kooperatifleşme çok daha büyük önem taşıyor. Bu alandaki sömürünün azaltılabilmesi hizmet kooperatifçiliğiyle mümkündür. Yaklaşık iki ay önce Amed’de kadınların emeklerinin görünür kılınması, istihdam yaratılması ve ekonomik özgürlüklerinin sağlanması yolunda Şimel Kadın Kooperatifi’nin kurulması iyi bir örnektir.
Biraz da Sarı Zarf’ı konuşalım!
- Sizin de içinde bulunduğunuz 1980 öncesi öğrenci hareketlerini anlatıyorsunuz. O dönemde Kürtlerle hiç ilişkiniz oldu mu? İlk ne zaman ve kiminle?
Öğrencilik yıllarında Kürt arkadaşlar “Doğulu” diye adlandırılırdı. Öğrencilik sonrası Kürt arkadaşları ilk TÖB-DER ile Mamak askeri cezaevinde ve TSİP ile tanıdım.
- Saldırılar yüzünden çok arkadaşınızı yitirmişsiniz. Bu kayıpların, sizin insan hakları mücadelesine katılmanızda etkisi oldu mu?
Kuşkusuz. Hem yol arkadaşlarımın hem de demokratik kazanımlarımızın yitirilmesi ayrıca 1980 darbesi sonrası arayışımız insan hakları mücadelesine katılmamda etkili oldu.
- Dört darbe yaşamışsınız; benzerlikleri ve farklılıkları nedir?
Benzerlikler, dört darbenin de dış dinamikli oluşudur. Ezilen emekçi halklara karşıdır. Askeri vesayetçidir. Sadece 15 Temmuz darbesi sivil görünümlü olup yargı vesayeti altına girmiş olmasıdır.
- Sizi hedef gösteren medya ile bugünkü medyayı karşılaştırır mısınız?
Her dönem sermayenin medya bağlantılı oluşu, insan hakları ve özgürlük karşıtlığı, Kürt düşmanlığı ve milliyetçi bir dokusunun olması. Dönem dönem bu parametrenin iniş çıkışları olmuştur. Bugün ise özgür basının dışında bütün kalemlerin kirlenmiş ve iktidar yanlısı olmaları dikkat çekmektedir. Medyanın dünü ile yüzleşmemiş olunması ve resmi ideolojiye bağlılıkları halkların bilgi edinme ve doğru habere erişimden yoksun kalmalarına neden olmaktadır. O gün beni hedef gösterenler bugün de hak ve özgürlük savunucularını ve ötekileştirilmişleri hedef göstermektedir. Şu an elimde süren çalışma bittiğinde kimin, ne zaman ne için ve kimin için yazdıkları ortaya konulacaktır.
- Tetikçiyle ya da azmettirenlerle karşılaşsanız-yüzleşseniz, onlara neler söylerdiniz?
Onlara benim ne söyleyeceğimden çok onların ne olduğu, nasıl korunduğu ve bugün ne yaptıkları önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yılı siyasi suikastler tarihidir. Mustafa Suphi’den Sabahattin Ali’ye günümüze değin süren devlet-siyaset-mafya ilişkisinin sonucudur. Bunun adı bazen Teşkilatı Mahsusa, bazen TİT, bazen JİTEM, bazen de Kontrgerilla’dır. Kapitalist sömürü sisteminin korunmasında her zaman siyasetçileri, kalemşörleri ve tetikçileri vardı, var olacak. Bu yüzyılla yüzleşilmemiş ve demokratik bir Cumhuriyete evrilmemiş olması bu sonuçları doğuracaktır.
- Bunca şeyi yaşamış olmanıza rağmen, öfkenizi nasıl kontrol ediyorsunuz?
İnsanlık mücadele tarihinin, sınıf mücadele tarihinin, hak ve özgürlük mücadele tarihinin günümüze değin böyle yazılmış ve böyle bir süreçten geçmiş olmasıyla ilgili. Umut ile, mücadele ile, insanlık onurunun korunmasıyla ilgili. Doğal olarak bunlara şiiri, sanatı, türküyü, doğanın talan edilmesi, yok edilmesi ve peşkeh çekilmesine karşı mücadele inadımız, hepsinden önemlisi yol arkadaşlarımızla besleyip büyüttüğümüz hayallerimiz.
- Kitapta babanızın öğütlerine yer vermişsiniz; peki siz çocuklarınıza ne öğütler veriyorsunuz?
Babamdan devraldıklarımı ve öğrendiklerimi çocuklarıma öğütlüyorum. Dinlerlerse!
- Ömrünüzü barış mücadelesine verdiniz; buna inandınız. Bugün geldiğimiz aşamada nasıl bir çözüm bekliyorsunuz?
Bugün açlığın ve yoksulluğun nedeni savaştır. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün nedeni savaştır. Cezaevlerinde yatan 350 bini aşkın mahpusun özgürlüğünden yoksun kalışının nedeni savaştır. Herkesin diliyle, kimliğiyle, kültürüyle yaşayamamasının nedeni savaştır. Özetle eşitlikçi, özgür, demokratik toplum inşa edilemeyişinin nedeni savaştır.
Eğitim, sağlık, beslenme ve barınma harcamaları yerine savunma ve güvenlik harcamalarının bütçede çok fazla yer tutmasının nedeni savaştır. Ekolojik talan ve kırımın nedeni savaştır. Irkçılığın, ayrımcılığın, kutuplaşmanın nedeni savaştır. Yaşanılan mültecilik ve göç trajedisinin nedeni savaştır. Kısacası ekonomik, siyasal, toplumsal, sanatsal ve kültürel krizin nedeni savaştır. Bu sıralama bu şekilde uzar gider…
Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümüne ilişkin 2013-2015 süreci önemli bir referanstır.
Barış için ne yapılabilir sorusuna karşılık derhal bir barış konferansı düzenlenmelidir. Konferansta oluşturulacak heyet, bir ‘’Barış Ajandası’’ oluşturup ulusal ve uluslararası dayanışma ağları kurarak, demokratik basınç oluşturmalıdır. Savaş politikalarına karşı barış politikaları için demokratik, kitlesel barışçıl eylemlilik programı çıkarılmalıdır.
Barışın herkes için bir hak olduğundan hareketle sivil itaatsizliği gündeme getirmelidir. Medyanın savaş yanlısı tutumunu görülür kılarak, teşhiri sağlanmalıdır. İş, ekmek ve özgürlük isteyenlerin savaş karşıtı olmasının kaçınılmazlığı herkesçe bilinmesi ve anlaşılması sağlanmalıdır.
Savaş karşıtı barışı, savaşın yerine barışı koyarak tüm olumsuzlukların yerini olumluluğa dönüştürmek olasıdır. Savaşa teslim olunmamalı. Barış için herkes her gün bir şeyler yapmalı. Barış için yaşamalıyız. Çözüm barış savunucularının birliğinde ve elindedir.
*Sincan F Tipi Cezaevi