“15 Ekim 1973’te Santiago Fudahuel Havaalanı’ndan havalanan uçakta bana eşlik eden İngiliz konsolosunun yanında bulunuyor olmaktan öte kendime ait bir kimliğim yoktu. Eskiden her kimdiysem -dansçı, koreograf, öğretmen, eş- hiçbiri değildim. Koltuklarına yerleşen iki küçük kızıma baktım:İkisi de solgun ve bitkindi; kimin pencere kenarına oturacağı konusunda bile itişip kakışmıyorlardı.”
Böyle başlıyor Joan Jara, eşi Jose Jara’yı anlatacağı kitabına. Şili denince, aklınıza ilk gelecek birkaç isimden biridir o. Mutlaka duymuşsunuzdur. Faşist general Pinochet yönetimindeki Şili ordusunun 11 Eylül 1973’te seçilmiş solcu başkan Salvador Allende’ye karşı yaptığı askeri darbeden birkaç gün sonra binlerce kişiyle birlikte gözaltında tutulduğu spor salonunda işkenceyle katledildi. Faşist işkenceciler, binlerce ama binlerce kişinin arasında özellikle ona daha da fazla düşmanca yaklaştılar. Oysa Victor Jara, sadece bir şarkıcıydı. Halkının unutulmaya yüz tutan türkülerini topluyor. Onları düzenleyip, besteliyor ve fabrikalarda, tarlalarda halkına sunuyordu. Birkaç kişilik topluluklardan, milyonlara varan dinleyicisi onu adeta göğsüne basmıştı. Faşistleri kudurtan da işte buydu.
Joan Jara, hem aşkı hem de yoldaşı olan Victor’u tanışmalarından başlayıp, Salvador Allende önderliğindeki Halk Birliği içindeki mücadelelerine kadar büyük bir tutku, cesaret ve samimiyetle anlatıyor. Joan bir yazar değil; ama onun da içinde olduğu yaşam hikayesinin kendisi öylesine şiir gibi ki, sular, seller gibi akıyor kitap. Nitekim elinize aldığınızda bırakamayacağınız bir kitap olmuş.
Fakir bir İngiliz ailenin kızı Joan, nihai kurtuluşunu dans etmekte bulunca, dönemin en ünlü bale gruplarından birine katılmayı başarır. Ardında Avrupa turnesine katılır ve Latin Amerikalı bir dansçıyla tanışır ve onunla birlikte Şili’ye giderler. Joan’ın önce biraz yabancılık çektiği Şili’yi vatan-yurt edinmesi böyle başlar. Sevgilisi-kocasından hem de bir kızı olduğu dönemde ayrılması gerekir. Kızıyla yaşam mücadelesi verirken, hayatına dahil olan kişidir Victor Jara…
Sahnenin ön tarafından olağanüstü güzel bir aşk hikayesidir vardır; yoksul ama geleceğe umutlu. Ama hikayeye yakından baktığınızda olağanüstü güzel, heyecanlı ve zor bir sınıf mücadelesi görürsünüz.İçinde Victor’un Komünist Partisi’nin de bulunduğu Halk Birliği’nin Şili’de iktidara yürüyüşü vardır. Salvador Allende’nin başkanlığa seçilişiyle zirveye ulaşılır ama zirvede kalabilmek de kolay değildir hani.
Kitap, Victor’un eli kanlı faşist subaylar tarafından işkence edilerek öldürülmesiyle sona ermiyor. Komünist gençlerin yardımlarıyla naaşının kimsesizler mezarlığına gönderilmesi engelleniyor ve küçük cenaze töreni eşliğinde Santiago Mezarlığı’na gömülüyor. Ardından sahneye eşi Joan çıkıyor ve yarım kalan şarkı, yarım kalmıyor. Can güvenliği düşünülerek İngiltere’ye gönderilen Joan, dünyanın dört bir yanında Şili’deki faşist diktatörlüğün neler yaptığını ve yapmakta olduğunu anlatıyor, kendisini dinleyenlere.
Sonra, sonra Joan, kızlarının yaşamlarınıİngilizceyle değil anadilleriİspanyolcayla sürdürmeleri gerektiğini düşünerek Şili’ye geri dönüyor. Pinochet, halen iktidardadır ama artık apoletleri yoktur. Faşist askeri diktatörlük, sivil bir baskıcı yönetime dönüşmüştür. Joan ve bir süre sonra evlenen kızları, Şili’de yaşamlarını başı dik olarak sürerken kitap bitiyor.
Kendisini ömür boyu senatör seçtirerek bir nevi korumaya alan Pinochet’nin daha sonraki yıllarda İngiltere’de tutuklanmasını ve hatta daha da sonra ülkesi Şili’de yargılanmasını anlatmıyor kitap. Ancak biz adı neredeyse sadece küfredilmek üzere ağza alınan Pinochet’i unutmasak da; Salvador Allende, Victor Jara, Joan Jara ve arkadaşlarına, yoldaşlarına saygılarımızı sunuyoruz.
Bilsinler, evet bilsinler: Yarım kalmadı o şarkı! Sonsuza kadar da devam edecek Victor’lu şarkılarımız!..